6 Ekim 2007 Cumartesi

Paranın Kasa'sına yolculuk

La exposicion de Sencer Vardarman, el artista de origen Turco y vive en Alemania nos cuenta la historia de las monedas de distintas epocas y de paises.


Sencer Vardarman'ın Kasa Galeri için hazırladığı sergi, paranın insanlık tarihindeki yolculuğuna ışık tutuyor. Tarih boyunca dolaşımda olan değiş-tokuş araçlarının izlerini süren bu çalışma, aynı zamanda bir dönem kasa dairesi olarak hizmet vermiş Kasa Galeri'nin de tarihi misyonuna göndermede bulunuyor

06/10/2007 (58 kişi okudu)
DUYGU DURGUN (RADİKAL Arşivi)

Karaköy'ün en eski yapılarından biri olarak 20. yüzyılın başında inşa edilen, bugüne dek pek çok finans kurumunu barındıran, eski adıyla Minerva Han, günümüzün Sabancı Üniversitesi Kasa Galeri'si, tarihi misyonuna uygun olarak, 'para' konulu bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Berlin'de çalışmakta olan sanatçı Sencer Vardarman'ın Kasa Galeri için özel olarak hazırladığı sergi, eskiden banka olarak kullanılmış mekânın bu özelliğine odaklanarak paranın ve işaret ettiği anlamların tarih boyunca izini sürmeyi amaçlıyor.

Vardarman'ın yanı sıra, Rey Akdoğan, Mario Asef, Fulya Çetin ve Tobias Laukemper'in işlerine de yer verilen serginin kuşkusuz en ilginç yanı, Vardarman'ın paranın insanlık tarihiyle eş yolculuğunu gözler önüne seren çalışması.

Para birimi Köleler Sanatçı, bu işinde değiş-tokuş araçlarının etimolojik kökenlerinin izlerini sürerken, global kültürün kolektivizmini ve paranın ekonomi dışı fonksiyonlarını da gündeme getiren bir soyağacı oluşturuyor. Tarih boyunca paranın farklı coğrafya ve topluluklar için taşıdığı sembolik anlamların bir araya getirildiği bu çalışma, insan topluluklarının para ile ilişkisinde kıyıda köşede kalmış bilgileri de gün ışığına çıkarıyor. Ziyaretçiler sergide ayrı ve uzak coğrafyalarda olsalar bile bazı toplumların parayı ifade etmek için ortak terimler kullanmış olduklarına tanık oluyor. Hatta yaşanılan yöreye göre paranın bitki ya da hayvan figürleriyle temsil edildiğini görüyor.

Tarihin belli dönemlerinde soylu ya da varsıl kişilerin kendi adlarıyla para birimleri bastırarak, dönemin siyasi otoritelerinden bile daha güçlü hale geldiklerini görüyor... Ancak belki de en ilginç olanı, 16. yüzyıldan başlayarak iki asır boyunca erkek ve kadın kölelerin para birimi olarak kullanılmış olması. Bu dönemde Batı Afrika'dan köle ticareti yapan Portekizli tüccarlar kadın ve erkek kölelerin değerini 'peça' (parça) kelimesiyle ölçüyor, bu ifadeyi aynı zamanda para birimi olarak da kullanıyorlar.

Bilgiyi görselleştirmek Vardarman, projenin sunuş biçiminde de farklı bir yol önererek bilgiyi görselleştiriyor. Bu yönüyle, artık giderek daha az okunan bir çağda bilgi sunumu için alternatif bir yol öneren serginin temel kaynağını web üzerindeki araştırma sonuçları oluşturuyor.

Vardarman, böylelikle 80'lerde ilk örneği Amerika'da verilen 'information art' ekolünün yolundan giderek bilginin yaygın kitle iletişim araçları yerine alternatif yollardan edinilmesi yönünde ilginç bir örneği karşımıza çıkarıyor.

2 Ekim 2007 Salı

Bir dans gösterisinin düşündürdükleri…


Este articulo se ha escrito despues de ver un espectaculo de un baile moderna en Garaj İstanbul. El show tenia mucho menos que ofrecer que yo esperaba. Total desilusion !
Yoksa ben mi aptalım?



İstanbul’un yeni sanat mekanlarından, Garaj İstanbul, İDANS Festivali’ne ev sahipliği yapıyor. Geçtiğimiz gunlerde bu mekanda Afraid of I adlı eseri ile dünya prömiyerini gerçekleştiren yönetmen Ibrahim Quraishi’yi ve Neverland adlı gösterisini sergileyen Özlem Alkış’ı izledik.

Ancak ne yazık ki büyük bir hayal kırıklığı içinde…

Çağdaş dansa ilgi duyan bir izleyici olarak doğrusu orada bulunmaktan ötürü büyük pişmanlık yaşadığım bir geceydi.

Sanıyorum her iki gösterinin de ana teması ‘anlaşılamamazlık’ üzerine kurulmuştu. Quraishi’nin gösterisi ilk dakikalardan sonra Çin işkencesine dönmeye başladı. Programda yazılana bakılırsa, ‘dansçıyı, kodlarını ve dansı görmemizi etkileyen yapıların performatif bir analizi’ ni izleyecektik. Oysa sahnede tuhaf devinimler yapıp duran çıplak bir adamı ve arkasında ona gitarı ve kovboy şarkılarıyla eşlik eden seksi bir kadının dakikalarca süren ve tümüyle tekrarlamalara dayanan – üzgünüm bunu söylemek zorundayım - iç bayıcı gösterisine sanıyorum 40 dakika kadar çıt çıkarmadan katlandım.Neyse ki salonda yalnız olmadığımı biliyordum!

Ardından sahneye gelen Özlem Alkış’ın ders yılı sonu müsameresine benzeyen ‘Neverland’i ise işkencenin dozunu bir kat daha artırdı. Yine program ile verilen bilgiye boş gözlerle baktım. Aslında ‘’ bedeni bir “durum” içersinde, objeler, anlamlar, görevler ile ilişkilendirerek anlık imgeler çizerek’’ sergiliyordu dansçı. Ve yine süslü ifadelere devam edersek, aslında ‘’aklın karmaşasında varolmaya çalışan, bitmemişliğinde seyirciyle gözgöze gelmekten sakınmayan bir duruş arıyor’du…Ama ben aptal olduğum için bunlardan hiçbir şey anlamıyordum!!!


Seyirciyle hiçbir alışveriş kuramayan, her anlamda ‘solo’ düzeyde kalan bu gösteride benim ne işim vardı? On dakika geçti geçmedi benim gibi birkaç izleyicinin peşine takılıp salonu hızla terk ettim. Kendimi aldatılmış ve kızgın hissediyordum. Bir Cuma gecesi, İstanbul trafiğinde onca yolu aşarak, bilet alarak geldiğim her iki gösteri de izleyiciyi sanki aptal yerine koyarak, hatta daha da kötüsü onu hiç umursamayarak şarkısını kendi bildiği ‘dilden’ söylemeye devam etti.

Gösterileri izlerken eminim benim gibi pek çok insan şöyle düşündü : ‘Aman allahım acaba ben mi aptalım, niye hiçbir şey anlamıyorum?’

Oysa…

Çağdaş sanat bence her şeyden önce bir iletişim platformudur. Ve eğer irtifa kaybetmek istemiyorsa izleyiciyle nasıl bir bağ kurması gerektiği yönünde daha çok zihin çalışması yapmak zorunda. Günümüzde sanatta ‘avantgarde’ olmak halkın anlayamayacağı, yüksek sınıf (!) sanat yapmak gibi son derece tehlikeli bir karaktere bürünmeye başladı. Bu kanımca toplumsal etki açısından da son derece vahim bir duruma işaret ediyor. İnsanlar sanattan uzaklaştıkça çareyi bambaşka platformlarda arayabiliyor. Son yıllarda giderek yükselen milliyetçi söylemlere ve gruplaşmalara bakmak yeterli…

Ve artık seyircinin de kendisine sunulan her şeyi ‘yutmadığı’ bir dönemdeyiz. Artık sanat izleyicisi bireyler olarak bizler kendi bağımsız yargımızla haklı beklentilere sahibiz. Bu denli ‘sıkıcı ‘ bir gösteriden sonra artık zamanımızın ve paramızın çarçur edilmesine de seyirci kalmak istemiyoruz!

Bu yazı aynı zamanda asagıdaki linkte de yayinlanmaktadir

http://www.dynamic.diyalog-der.eu/index.php?id=437&L=1