26 Nisan 2014 Cumartesi

Türkiye’de Sanat-İktidar İlişkisine Bakışlar

Niras ve BBC Media Action ortaklığında yürütülen Objective Araştırmacı Gazetecilik Programı kapsamında desteklenen ilk çalışmalardan biri olan ‘Türkiye’de Kültür Çatışması ve Son On Yılda Kültür ve Sanat Politikası’ başlıklı araştırma T24’te yazı dizisi olarak yayınlandı.
Özgür Duygu Durgun imzalı bu çalışmanın sunuş yazısı ile on beş ayrı söyleşinin tam metnini burada okuyabilirsiniz. http://www.platform24.org/objective/191/turkiye-de-sanat-iktidar-iliskisine-bakislar
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 12. iktidar yılında toplumsal ve kültürel ayrışmanın her zamankinden daha fazla hissedildiği bir dönem yaşanıyor. Bir Batılılaşma hareketi olan Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana toplumun muhafazakar ve modern kesimleri arasında kültürel değerler ve yaşam biçimi üzerinden cereyan eden kutuplaşma günümüz Türkiye’sinde sanat ve siyaset ilişkisini nasıl şekillendiriyor, nasıl bir ‘kültür iklimi’ oluşturuyor?
Toplumsal anlamda birbirinin meşruiyetini sorgulayan bu iki kesim kültürel değerler bağlamında da giderek bir ayrışma noktasına doğru mu ilerliyor? Toplumun bir kesimince ‘sembol’ olarak kabul edilen kültürel değerler, diğeri tarafından görmezden gelinip yok mu edilmek isteniyor?
Türkiye’de Niras /BBC Media Action ortaklığıyla başlayan Objective Araştırmacı Gazetecilik Programı kapsamında desteklenen ilk çalışmalardan biri olan ‘Türkiye’de Kültür Çatışması ve Son On Yılda Kültür ve Sanat Politikası’ başlıklı araştırmada bu sorular çerçevesinde Türkiye’de sanat ve iktidar ilişkisini ve kültür politikaları üzerinden yaşanan çatışmayı kültür-sanat, akademi ve medya dünyasından isimlere sorduk.
Ekim 2013- Ocak 2014 döneminde gerçekleştirdiğimiz araştırma kapsamında AK Parti iktidarının son on yılında uygulanagelen ve toplumun önemli bir kesiminde tepkiyle karşılanan kültür politikalarını Gezi olayları sonrasında yaşanan toplumsal kutuplaşmanın kültür-sanat hayatındaki etkileriyle birlikte ele almaya çalıştık.
10-24 Şubat 2014 tarihleri arasında bağımsız internet gazetesi T24.com.tr’de yazı dizisi olarak yayımlanan bu araştırmada (alfabetik sırayla), Beral Madra (sanat eleştirmeni), Prof. Besim Dellaloğlu (sosyolog), Cem Erciyes (gazeteci, Radikal Yan Yayınlar Yön.), Cem Mansur (Orkestra şefi), Cihan Aktaş (yazar), Ertuğrul Günay (Kültür ve Turizm eski Bakanı, bağımsız milletvekili), Prof. Hasan Bülent Kahraman (akademisyen, yazar), Hilmi Yavuz (şair, yazar), Prof. Mustafa İsen (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri), Prof. Murat Belge (akademisyen,yazar), Ömer Madra (Açık Radyo Yayın Yönetmeni), Özlem Ece (İKSV Kültür Politikaları Direktörü), Doç. Dr. Serhan Ada (Bilgi Üniversitesi Kültür Yönetimi Blm Bşk.), Tanıl Bora (yazar, İletişim Yayınları ) ve Doç.Dr. Yüksel Taşkın (siyaset bilimci) ile yapılan söyleşiler yer aldı.

'LGBTİ bir belediye başkanı toplumsal normalleşme açısından önemli’

HDP Beyoğlu Eş Başkanı Pişkin: Saldırıya uğrayan Kürtler, ikna odalarında psikolojik işkence yapılan başörtülüler, ayrımcılığa maruz bırakılmış Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve Süryaniler, katledilen Aleviler ve öldürülen translar artık biraradalar... T24 Özgür Duygu Durgun
SPoD (Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği) yaklaşan yerel seçimler öncesinde yerel yönetimlerin LGBTİ haklarının hayata geçirilmesindeki sorumluluklarını hatırlatmak üzere LGBTİ Dostu Belediyecilik Protokolü’nü Belediye Başkan adaylarının imzasına sundu.
Protokol metninde adaylardan LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans, intertrans) bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması ve iyileştirilmesi için somut adımlar atmaları, LGBTİ’lerin yerelde kamu hizmetlerine erişebilmeleri, sağlık hakkı, barınma hakkı, çalışma hakkına erişimlerinin sağlanması, belediye çalışanlarına LGBTİ hakları ve ayrımcılık konusunda meslek içi eğitimler düzenlemek gibi konularda taahhütlerde bulunmaları isteniyor.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) belediye başkanı adayları, LGBTİ Dostu Belediyecilik Protokolü'nü imzalayanlar arasında yer alıyor. HDP Beyoğlu, Fatih, Şişli, Beşiktaş ve Ankara’dan belediye başkanları adaylarıyla LGBTİ Dostu Belediyecilik Protokolü'ne en fazla imza veren siyasi parti olarak dikkat çekiyor. HDP’nin kapısını çalarak LGBTİ siyaseti konusundaki yaklaşım ve çalışmalarını HDP Beyoğlu Eş Başkanı ve LGBTİ aktivisti Levent Pişkin’den dinledik.
- LGBTİ Dostu Belediyecilik Protokolü’ne imza veren adaylar arasında HDP başı çekiyor. HDP’nin konuya yaklaşımını sizden dinleyebilir miyiz? Halkların Demokratik Partisi, etnik, dinsel ve cinsel azınlıkların bir arada özgürleşme mücadelesinin ürünü olan bir parti. Kongre sürecinde LGBTİ örgüt ve oluşumlarına çağrı yapılmış ve bu örgüt ve oluşumlar davete icabet edip kongre bileşeni olmuşlardı. Bunun yanısıra bağımsız LGBTİ aktivistlerini de içinde barındıran HDK/HDP’nin baştan beri çalışan bir LGBTİ Komisyonu mevcut.
Konuyla ilgili politikaların bizatihi özneler tarafından belirlendiği bir yapıdan söz ediyoruz aslında. Dolayısıyla protokolden evvel bu ilkeler ve bu siyaset içselleştirilmiş ve yerel seçim programında “LGBTİ Dostu Belediyecilik” şeklinde yer bulmuştu. Yukarıda bahsettiğimiz yerel yönetimler programında halihazırda bulunan LGBTİ hak ve talepleri seçim broşürlerine de yansıtıldı. Bunun yanı sıra, adaylara yönelik hazırlanan eğitim kitinde LGBTİ siyasi taleplerine yer verilerek adayların konuyla ilgili bilgilendirilmesi sağlandı. Aynı zamanda aday belirleme sürecinde geliştirilen kıstaslar arasında homofobik ve transfobik suç işlememiş olma şartı arandı.
Bizim için, HDK/HDP LGBTİ komisyonu açısından LGBTİ adayların çıkması önemliydi ve fakat bu aslına bakarsanız tali meseleydi. Aslolan tüm belediyeleri “LGBTİ Dostu” hâle getirmekti ve bunun için çalıştık. Ancak tabii ki aday olmak isteyen LGBTİ’lerin eşbaşkanlardan sonra meclis listesine girdiğini de belirtmekte fayda var. Zira adaylıklar ikincil olsa da görünürlük anlamında LGBTİ hareketine ciddi katkılar sunacağı malumun ilamı. Bahsi geçen görünürlülük "vitrin süsü" değil, doğrudan siyaset yapmaya muktedir özgür özneler olma hâlini ve bütün bileşenlerin birbiri ile etkileşime geçerek parti içerisinde birlikte dönüşmesini içeriyor. Bu da herhalde kimlik politikalarının sınırlarını ve kalıplarını aşmak adına varılabilecek en verimli dönemeçlerden biri olsa gerektir.
- 'LGBTi dostu belediyecilik' kavramını HDP nasıl yorumluyor?
Aslına bakarsanız burada öncelikle “belediyecilik” algısını tartışmak gerekir. HDP belediyeciliği bir mühendislik/mimarlık/şehir planlamacılığı olarak değil sosyolojik bir bakış açısıyla yorumluyor. Belediyecilik HDP için şehri yönetmek değil, şehirle ilgili belirlenen politikalarda herkesin söz hakkı sahibi olması demek. Yani doğrudan demokrasiyi ce mümkün olan en yüksek katılımcılığı hedefliyor. Dolayısıyla bu şu anlama gelmektedir: İhtiyaç haktır ve ihtiyaç sahibi kendi ihtiyacını kendisi belirleyecektir. LGBTİ özelinde bu şunları kapsamaktadır: Belediye bütçesi planlanırken planlamaya katılma, trans danışma merkezleri oluşturulması, LGBTİ sığınma evleri kurulması, toplu ulaşımda LGBTİ’lerin uğradığı tacizlerin önlenmesi için belediye personeline özel eğitim verilmesi, istihdamda LGBTİ’lere öncelik verilmesi, yerelde nefret ve ayrımcılıkla mücadele edilmesi, kurtarılmış mahalleler değil kentin tamamında LGBTİ’lerin güvenli barınma hakkının sağlanması ve bütün bu politikalar belirlenirken LGBTİ örgüt ve oluşumlarıyla işbirliği yapılması.
- HDP’ye yönelik son dönemdeki saldırılar da göz önüne alındığında LGBTİ hareketi ve siyasete dâhil olma talebi açısından siyasi ve toplumsal iklimi nasıl görüyorsunuz, iyimser misiniz? Kuşkusuz bu linç girişimleri karşısında iyimser olmak zor… Toplumsal şiddetin yükselmesi ve farklı olana yönelmesi tarih boyunca bu topraklarda tekerrür eden bir dinamik oldu. Bunda özellikle devletin ve iktidarların kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı dilinin etkisi çok büyük. Bununla beraber bu saldırı ve linç girişimlerine sessiz kalmak, Urla’da HDP’nin bürosunun olmasını “provokasyon” olarak addetmek bu saldırılardan çok daha tehlikeli. Öte yandan basının bu saldırı ve linç girişimlerini “normalleştirici” dili, “tehlikeli gerginlik, karşılıklı arbede, tatsız olaylar vs.” gibi nitelendirmelerinin de bu dümene su taşıdığı aşikâr. Fakat şu anlamda iyimserim; bu sistematik saldırılar karşısında farklı olanlar artık yalnız değiller. Düzce’de saldırıya uğrayan Kürt esnaflar, 28 Şubat’ta ikna odalarında psikolojik işkenceye maruz bırakılan başörtülüler, Cumhuriyet tarihi boyunca ayrımcı devlet politikalarına maruz bırakılmış Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve Süryaniler, Madımak’ta katledilen Aleviler ve Ülker Sokak’ta sürülüp öldürülen translar artık bir aradalar. Ve bu dayanışma bizi eskiye nazaran daha güçlü kılıyor. HDP bu anlamda kültürlerin ve kimliklerin eşit, özgür ve dayanışma içinde bir arada yaşayabileceğiniz minör bir kanıtı.
- LGBTİ hareketinin büyük şehirlerde organize olması daha kolay. Peki, Anadolu’da yaşayan ve siyasete katılma noktasında istek duyan LGBTİ bireyler için neler yapılabilir? HDP, Anadolu’da yaşayan LGBTi bireylerin siyasete aktif katılımı konusunda ne gibi çalışmalar planlıyor? Örgütlülüğün Anadolu’da giderek arttığını görüyoruz. Dersim, Antep, Adana, Mersin, Diyarbakır, Malatya, Edirne ve Trabzon gibi pek çok farklı ilde LGBTİ örgütlenmeleri filizlendi ve dahi yeşerdi. Dolayısıyla İstanbul dışında da pek çok farklı yerde bir LGBTİ hareketinin ve örgütlenmesinin olduğunu izliyor ve görüyoruz. HDP/HDK’nin bu konuyla ilgili ne yapmaya çalıştığını aslında ilk soruda anlatmaya çalıştık. Adaylıkların bu sebeple tali olduğunu aslolanın tüm belediyelerin LGBTİ dostu olması gerekliliği bundan kaynaklı bir durum Homofobi ve transfobiye karşı mücadele uzun erimli bir zihniyet mücadelesi, dolayısıyla seçim programı ve broşürlerine bu meselenin dahil olması gerekliydi ve bunu layıkıyla yerine getirdik. Bundan sonrasında her bir yerel LGBTİ örgütü bölgedeki HDP/HDK meclisleriyle bağlantıya geçerek kendi özel taleplerinin takipçisi olmalı ve bu başlangıcı dayanışmayla pekiştirmeli.
'İbne söyleminin dava konusu edilmesi trajik'
- Başbakan'ın “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben dört dörtlük bir Alevi’yim” açıklaması üzerine Twitter’dan yazdığınız cevap nedeniyle yargılanıyorsunuz. Dava süreci ile ilgili beklentiniz ne yönde? Öncelikle tabii ki beraatimi talep ediyorum. Zira daha evvel defaatle vurguladığım üzere ibnelik bir hakaret değil bir cinsel yönelimin ifadesidir. Kaldı ki bu davanın açılması bile trajiktir. İbne söyleminin dava konusu edilmesi LGBTİ varoluşunun toplum ve devlet nezdindeki konumunu ve tutumunu bir kez daha açık etmiştir. Burada bir yanıyla da vurgulanması gereken başka bir husus şudur ki, Erdoğan’ın “iyi biliriz” siyaseti. Farklı kimliklere yönelik her şeyi “dört dörtlük” bildiğini iddia edip bu kimliklerin asimilasyonuna hizmet etmek ve dahi faili olmak gayet eleştirilesi bir durumdur. Bu durumu eleştirmek ve anayasa çalışmalarındaki LGBTİ yaklaşımlarını da eleştirmek üzere bu tweeti attım. Beraatim bu anlamda bana dair değil, LGBTİ varoluşu ve mücadelesine dairdir. 25 Mart’ta gerçekleşecek ikinci duruşmada beraati bekliyorum.
- Medyanın bu davaya ilişkin kullandığı dili nasıl değerlendiriyorsunuz? Başlıklarda ‘İbne davası’, ‘İbne davasına buyrun’ gibi ifadelerin kullanılması örneğin? Ben birkaç hükümet gazetesi dışında olumsuz bir kullanım hatırlamıyorum. Bu tweetin ve benim suç duyurusunda bulunmamın amacı da tam olarak ibneliğin homofobiden kurtarılmasına işaret ediyordu. Davayla beraber medyanın en azından “i..e”den kurtulduğunu ve bir varoluş olarak tanındığını daha doğrusu varoluşun iadesini imlediğini belirtebiliriz. Bununla beraber yine “ibne davası” söyleminin davanın şahsi olmaktan çıkmasına ve mesele ettiği siyaseti vurgulamasına katkısı olduğunu düşünüyorum. 'LGBTİ Belediye Başkanı neden olmasın?'
- Melih Gökçek'in "İnşallah eşcinsel belediye başkanımız olmaz" sözlerine karşı, "İnşallah LGBTİ başkanımız olacak" demiştiniz... Kısa-orta vadede bunun bir temenni olmanın ötesine geçme şansı var mı? Bunu sadece Melih Gökçek değil, sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir partinin genel başkanı da çok yakın bir zamanda dillendirdi. Siyasetçilerin görevi toplumun neye hazır olup olmadığının tespitini yapmak değil, özgürleşme imkânlarını gözetmek olmalıdır. Ve bu imkânlar da toptan bir özgürleşme mücadelesine dair olmalıdır. Şöyle ki milliyetçiliği savunup homofobi ve transfobiye karşı mücadele etmek imkân dâhilinde değildir. LGBTİ hareket yirmi küsur senedir örgütlü bir biçimde mücadele ediyor. Ve bu mücadele en temel insan haklarından başlayıp toplumsal özgürleşmeyi göbeğine yerleştiren bir mücadeledir. LGBTİ belediye başkanının olması kuşkusuz görünürlük ve toplumsal alanda bir “normalleşme” sağlaması açısından önemlidir. Ancak bir başına her şey demek değil, bilakis yer yer “tek başına” LGBTİ belediye başkanımız olsun demek homonasyonal söylemi de destekleyebilir ki bizim açımızdan bu kabul edilemez. Yani neoliberal muhafazakâr milliyetçi kent politikaları izleyen bir LGBTİ belediye başkanı olmasa da olur, onlardan yeterince var ve sadece LGBTİ olması ona bir alternatiflik kazandırmaz. Zira LGBTİ hareketin geliştirdiği bir takım ilkeler var ve bu ilkeler sadece LGBTİ’leri değil, toplumun tamamının özgürlüğünü hedeflemektedir. Bu şartlarda tabii ki ibne bir belediye başkanı olacak ve devletin başına umarım dönme gelecek!