5 Mart 2015 Perşembe

Dünyayı düzeltmek istiyoruz!




http://sanatatak.com/view/Dunyayi-duzeltmek-istiyoruz/1483

Boğaziçi Üniversitesi’nin misafir programı Boğaziçi Chronicles’ın konukları The Yes Men’in kurucularından Mike Bonanno ile mizah yoluyla Türkiye’de yepyeni bir haber dili yaratan Zaytung’un kurucusu Hakan Bilginer, Ömer Madra’nın yönettiği söyleşide biraz da bu sorunun yanıtı üzerine düşünmeye çağırdılar dinleyenleri. 
 
Bu ülkede bir şeylerin yanlış gittiğini düşünenler, merak etmeyin yalnız değilsiniz! Sabah kalktınız ve gazeteyi açtınız. O da ne? Türkiye’nin hiçbir kentine bundan sonra tek bir AVM daha yapılamayacağına dair Bakanlar Kurulu kararı çıkmış. Doğayı katleden HES’lerin bir daha asla ve kat’a yapılmamasına karar verilmiş. Kadına şiddet davalarında iyi hal indirimi uygulaması kaldırılmış. Kartopu oynayan insanları öldürecek kadar nefret duyanlar birdenbire aşka gelip insan, hayvan ve doğa sevgisiyle dolmuş. Mini etek giyenlerden Merkez Bankası’na azarlamadığı kimse kalmayan Cumhurbaşkanı artık insanları paylamaktan vazgeçmiş.
Olumlu diyebileceğimiz bu tür haberlerin listesini uzatmak mümkün. Peki böyle huzur dolu, aynı zamanda adrenalin yoksunu (!) bir ülkede yaşamak nasıl olurdu dersiniz? Kötü haberlere çok mu alıştık yoksa?
Boğaziçi Üniversitesi’nin misafir programı Boğaziçi Chronicles’ın konukları The Yes Men’in kurucularından Mike Bonanno ile mizah yoluyla Türkiye’de yepyeni bir haber dili yaratan Zaytung’un kurucusu Hakan Bilginer, Ömer Madra’nın yönettiği söyleşide biraz da bu sorunun yanıtı üzerine düşünmeye çağırdılar dinleyenleri.
Alıştığımız bu karabasan gibi dünya, atılacak bambaşka başlıklarla acaba başka bir yer olabilir miydi? Ve biz bunun böyle olmasını aslında ne kadar istiyoruz? Yaptıkları sahte New York Times gazetesiyle bir günlüğüne de olsa insanları pozitif haberlerin de olabileceğini gösteren The Yes Men’den Mike Bonanno, halkın isteklerini ve hayallerini gazeteye koyduklarını, haberlerde herhangi ütopik bir öğenin yer almadığını ve yazılan bazı durumların diğer ülkelerde yürürlükte olan şeyler olduğunu belirtti.
Mike, eylemlerindeki amaçlarını “İktidar ve otorite gibi alternatif duyurular yaparak hayal edilen bir dünyayı sunuyoruz.
Bahsettiğimiz şeylerin gerçek olması durumunda dünyada nelerin değişebileceğini insanlara gösteriyoruz. Onlardan aldığımız olumlu tepkiler ne kadar doğru bir iş yaptığımızı bize gösteriyor’’ diyerek anlattı.
İşte yaptıkları eylemlerle dünyayı sallayan The Yes Men’den Mike ile Zaytung’un kurucusu Hakan Bilginer söyleşisinden akılda kalanlar…
 
Mike Bonanno: "Biz Gülmeyi Seviyoruz"
• Yaptığımız işi ‘kimlik düzeltmesi’ olarak tanımlıyoruz. Politika yaparken eğleniyoruz çünkü bu ikisi birbirini kapsıyor. Yaptıklarımızı komik ve eğlenceli kılan politik içerikli olmaları…  Biz gülmeyi seviyoruz. Mizahın bulaşıcı olduğunu ve insanlara bir çeşit direnç virüsünü yaydığımızı düşünüyoruz .
• Bize açılan davalar uzun sürüyor. Bu sayede dikkat çekmek istediğimiz konuları pek çok kez gündeme taşıyabiliyoruz. Dünya Ticaret Örgütü bize açtığı davayı geri çekti. Çekmeseydi bu konuyu çok daha uzun süre tartışılmasını sağlayabilirdik.
• Dünyayı düzeltmek istiyoruz. Çeşitli kampanyalar yürüten örgütlerle bir arada çalışarak mevzuatta, devlet politikalarında yolunda gitmediğine inandığımız şeyleri değiştirmeye uğraşıyoruz. Dünya Ticaret Örgütü’nün iklim değişikliği politikası ile ilgili çalışmalarını etkiledik. Büyük şirketler bu örgütten ayrılmaya başladılar. Sonunda politikalarını değiştirmek zorunda kaldılar. Aktivist hareketlerin başarılı olana kadar çok uzun süre başarısız olma ihtimali var. Ama unutmayalım yıllar değişim yaratan hareketlere örnek olarak köleliğin kalkması ve kadınların seçme-seçilme hakkını kazanması gibi örnekler de var.
• Baskıcı dönemlerde insanlar arasında bir tür dayanışma gelişiyor. Bu tür dayanışmalar otoritenin baskısıyla yeraltına itilen fikirlerin sonucu olarak doğuyor. Örneğin, Polonya’da ve Rusya’da direniş döneminde böyle bir dayanışmanın ortaya çıkışını görüyoruz. Diğer sesler bastırıldığında ortaya çıkan ortak ses, kimsenin yüksek sesle dile getiremediği şeyleri mizah yoluyla söylenebilir hale getiriyor. Baskı ne kadar güçlüyse hiciv de o kadar güçlü oluyor.
 
  Zaytung’dan Hakan Bilginer: "Kuşkuya düşüyorsunuz"
• İnsanların Zaytung’da neyi komik bulduklarına dair kesin bir şey söylemem mümkün değil. Birçok okurdan aldığımız geribildirimler, insanların yaptığımız haberlerle rahatladığı ve olan bitenin absürtlüğü karşısında sessiz bir dayanışmanın parçası haline geldiklerini gösteriyor. Bir bakıma ‘Bunu saçma bulan bir tek ben değilmişim, bu ülkede bir şeylerin yanlış gittiğini düşünen başka insanlar da varmış’ diyor ve yalnız olmadıklarını hissetmekten hoşlanıyorlar.
• Gündeme yansıyan haberlerin absürtlüğü yaratıcılığı artırıyor. Biz kendimizi gazetelerle rekabet içinde görüyoruz. 90’larda da siyaset ve siyasi liderler vardı. Onlar da zaman zaman saçmalardı. O zaman da ülkede kötü bir şeyler olurdu ama işler biraz daha önemli ve ciddi havada yürürdü. Bütün o saçmalıklar o devlet ciddiyetinin çizgileri içinde kalırdı. Fikren en karşısında olduğunuz siyasetçiye bile karşısına geçip fikrinizi söyleme cesareti bulamazdınız. Bilgisiyle, eğitimiyle, vereceği bir yanıtla haklı bile olsanız sizi bastıracağını düşünürdünüz. Şimdi ise ‘bu insanlar söylediklerinde, yaptıklarında gerçekten ciddi mi diye kuşkuya düşüyorsunuz.

Uc-Iki-Bir-KAYIT

Hande Ortaç’tan unutmamak için …‘’Üç İki Bir KAYIT’’
Bir rehabilitasyon merkezindeyiz. Konuklarını ‘’bir aile gibi sıcacık kucaklayan’’ bir klinik burası. En azından iddiası öyle. Kliniğin yeni misafiri genç kadın başlangıçta burada bir aile sıcaklığı bulduğuna inansa da çok geçmeden başına gelecek kötülükleri sezip kendini oradan kurtarmaya çalışıyor.
Hande Ortaç’ın yeni kitabı ‘’Üç İki Bir Kayıt’’ın kanımca en çarpıcı hikayesi olan ‘’Kayıt,’’ rehabilite olmayı reddeden genç bir kadını anlatıyor. Rekabetin, hırsın, birbirinin ayağına basarak yükselmenin ayakta kalma stratejisi olarak benimsendiği iş ortamlarında bir tuzaktan diğerine savruluyor; genel geçer toplumsal kurallara nanik çekmek isterken o kurallar tarafından kıskıvrak yakalanıyor ve çareyi rehabilitasyon merkezine gönüllü olarak başvurmakta buluyor kahramanımız. Fakat heyhat! Kırılmış kanatlarını burada tamir edebileceğini umarken; tüm hoyratlığıyla üzerine çullanan ‘’rehabilitasyon’’ sürecinde çareyi yine kendisinde arıyor; gizli gizli kasetlere kayıt yapıp içini dökmeye başlıyor.
‘’Kayıt’’, yazarın tiyatro geçmişinin de katkısıyla kurguladığını sandığımız bir ‘’sahneleme’’ gibi okunabiliyor. Kayıt altına alınan her gün, her yeni tarih, birer perdelik performanslar şeklinde kurgulanmış.  Perdenin her açılışında ‘’tımarhane’’nin derinliklerine dalıyoruz yazarla beraber.
Aslında hepimiz bu ‘’tımarhane’’yi bir yerlerden tanıyoruz. TV ekranlarındaki ‘’Biri Bizi Gözetliyor’’ veya ‘’Yemekteyiz’’ benzeri; izleyicinin aklını iğdiş etmeye programlanmış berbatlıklardan tutun da değerleri altüst olan bir toplumda sınırları kısmen belirsiz ve çoğu kez bizim de gönüllü olarak içinde yer almayı kabul ettiğimiz türden bir tımarhane. Ve içimizden birileri bunun daha fazla farkında olduğunda bedelini ödemek zorunda kalıyor.
İşte bu bedeli göze alanlar için bunun nasıl ağır bir yük olduğunu bu hikayede son derece çarpıcı bir kurguyla örüyor yazar. Zaten pek de kadın dostu olmayan şu toplumda, kimi kez kadının en büyük düşmanının yine kadın olabileceğini gösterirken; gerçek hayatta da yaşanma ihtimali çok yüksek onlarca hikayeden birini anlatmış Ortaç.  Unutmamak için…

Hande Ortaç’ın Ayizi Kitap’tan çıkan yeni kitabı ‘’Kadın’’, ‘’Şehir’’, ‘’Savaş’’ gibi bölümlerle örülmüş hikayelerden oluşuyor. Dünyalı hikayeler. Çoğu buralı, bu coğrafyaya ve insanlarına ait. Belki daha çok da kadınlar için… Unutmamak için…