26 Kasım 2015 Perşembe

'Sömürge çağına dönmüş gibiyiz, din savaşlarına gidiyoruz'



Ülkesinin en karanlık dönemlerine tanıklık etmiş, iç savaşın dehşetini bizzat yaşamış, evi kundaklanmış Lübnanlı bir sinemacı: Jocelyn Saab. Boğaziçi Üniversitesi'nin konuğu olarak bugün ve 1 Aralık'ta iki ayrı etkinliğe konuk olacak. Özgür Duygu Durgun, Saab ile son saldırıların ardından dünyanın gidişatını konuştu...
http://www.radikal.com.tr/kultur/somurge-cagina-donmus-gibiyiz-din-savaslarina-gidiyoruz-1479736/


RADİKAL - Gazeteci, savaş muhabiri ve belgesel sinemacı Jocelyn Saab Boğaziçi Üniversitesi’nin uluslararası misafir programı 'Boğaziçi Chronicles'ın konuğu olarak yaklaşık bir ay boyunca İstanbul’da olacak. Saab, üniversitenin kampüsünde yaşayacak ve burada geçirdiği dönemin günlüğünü oluşturacak.
Dört uzun metrajlı filme imza atan Saab belgesellerinde savaş, etnisite ve savaştaki kadınlık durumu gibi konulara yer veriyor. Özellikle kadın ve Ortadoğu ekseninde önemli belgesellere imza atan Saab; ilk olarak bugün (26 Kasım) gazeteci ve sinema eleştirmeni Cüneyt Cebenoyan'ın gerçekleştireceği bir söyleşi kapsamında İstanbul izleyicisi, öğrenciler ve akademisyenlerle buluşacak. Söyleşinin başlığı;
"Bir Görsel Sanatçı’nın 'kuşatma altındaki şehir'' Beyrut Üzerine Düşünceleri". Yönetmenin eserlerinden kısa bir kolaj gösterimini de kapsayacak program, bugün 16.00’da Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Konferans Salonu’nda ücretsiz olarak izlenebilir.
Jocelyne Saab’ın Boğaziçi Chronicles kapsamında katılacağı ikinci etkinlik ise 01 Aralık Salı günü saat 17.00’de gerçekleşecek 'Dunia'nın (Gözlerimden Öpme) gösterimi. Saab'ın 2006'da çektiği ve kadın sünnetini konu alan filmi 'Dunia'; hem çekildiği dönemde hem de sonrasında uluslararası platformda konu hakkında ciddi ses getirmiş bir eser.
Dunia
PARİS'TE OLANLARI LÜBNAN'DA SON 30 YILDIR HER GÜN YAŞIYORUZ 
Yaşamını Paris ile Beyrut arasında geçiren Jocelyn Saab söze, geçen hafta Paris’te yaşanan bombalı saldırılar esnasında Beyrut’ta olduğunu anlatarak başlıyor. Kendisine ilk sorumuz da saldırıların ardından dünyanın nereye gittiği  yönünde… "İnsanlar savaş içinde yaşarken bir süre sonra içinde yaşadıkları dehşeti umursamaz oluyor" diye cevap veriyor, Saab. "Düşünün, o yıllarda iPhone gibi aletler yoktu. Aynı katliamlar bugün tekrar tekrar yaşanıyor. 80’lerde biz Lübnan’da cehennemi yaşadık ve unuttuk. İnsan için unutmak iyi bir şey."
Ve devam ediyor: "Avrupa’nın dünyanın bu bölgesine olan ilgisine bakıyorum da sanki sömürge dönemine dönmüş gibiyiz. Kısa süre önce Ankara’da 100 kişi, Beyrut’ta ise tam 380 kişi bombalı saldırılarda öldü ve tüm dünya Paris’e ağladı. Fransız arkadaşlarımla da bunu konuşuyoruz ve anlamakta zorluk çektiklerini görüyorum. Paris’te yaşananları korkunç bulmadığım sanılmasın ama biz bunu son 30 yıldır her gün yaşıyoruz Lübnan’da. Bombalar patlıyor. İnsanlar her gün ölüyor."
İÇ SAVAŞIN İÇİNDEYKEN HAYAL BİLE KURAMAZ OLMUŞTUM
Jocelyn Saab sinemadan önce gazetecilik de yapmış ve Ortadoğu’nun en sorunlu bölgelerinde çalışmış bir kadın. Savaş muhabirliğinden ve savaşın insana verdiği o kayıtsızlık hissinden bir noktadan sonra o kadar yorulmuş ki bağımsız olarak kendi filmlerini çekmeye karar vermiş.  Bağımsız sinemaya geçişinin hikâyesini şöyle anlatıyor: "Aslında ekonomi okudum çünkü o yıllarda, yani 60’larda ailem sanatçı olmamı, Beyrut’tan ayrılmamı istemiyordu. O dönemin zihin yapısı çok farklıydı. Aslında şimdi bakıyorum da ekonomi okumuş olmaktan pişman değilim. Size sosyo-politik anlamda bir hayat görüsü veriyor ve dünyayı bu bilgiyle kavrıyorsunuz. Bugün genç filmcileri görüyorum, herkesin tek derdi kendisi. Herkes kendi hakkında bireysel şeyler yapıyor. Oysa dünyaya baktığınızda çok fazla acı var. İnsanların biraz da çevrelerine bakmaları gerekiyor."
Belgeseli bırakıp tamamen kurmaca filmlere geçişinin en önemli nedeninin savaş olduğunu söylüyor: "Lübnan savaşı sırasındaydı. 1973’de ilk sorunlar baş göstermişti. Zaten gerisi çok hızlı geldi. 1975’te iki büyük katliam yaşadık. 1976’da ise şehir tamamen yok edildi. Yok edilen sadece şehir değildi. Tüm hayatımız değişti. 1973 Ekim savaşında savaş muhabiriydim. 1975’te Fransız televizyonu için savaşı çektim. O yıl Beyrut’ta Filistinlileri taşıyan bir otobüs kaçırıldı ve herkes öldürüldü. Bir düğünden dönüyordu insanlar. İşte o zaman ilk belgeselimi çekmeye karar verdim; 'Lebanon in Turmoil'. O sırada çok gençtim ama Lübnan’ın, doğmuş olduğum ülkenin yok edildiğini ve artık bir daha asla eskisi gibi olmayacağını fark ettim. Bir iç savaşın içinde yaşamak çok zordu. Sürekli cephedeydim. Hayal bile kuramaz olmuştum. 1978’te belgeselciliği bırakmaya karar verdim. Artık savaşın katı gerçeğini göstermek değil insanların hislerini anlatmak istiyordum.  Bir süre ısmarlama projelerde çalıştım. Ancak kurmaca işlerde size bir bütçe veriliyor. Onun içinde hareket etmek zorundasınız. Film çekerken fazladan beş dakika bile önemli bir bütçe kaybı anlamına geliyor. Bu nedenle 1982’de tamamen bağımsız hareket etmeye ve kendi filmlerimi çekmeye karar verdim."
ÖNCE MÜSLÜMAN-HIRISTİYAN AYRIMI ŞİMDİ DE SÜNNİ-ALEVİ AYRIŞMASI...
Saab’ın hikâyelerinin çoğunda çıkış noktası savaş, özellikle Lübnan İç Savaşı. O dönemi şöyle anlatıyor: "Lübnan iç savaşı, biliyorsunuz Müslüman-Hristiyan savaşıydı ve ben bunun içinde yer almayı hiçbir zaman istemedim. Falanjistler, şehri Müslüman ve Hıristiyan olarak ortadan ikiye böldüler. Bizim şehrin öte yakasına geçmemizi istiyorlardı. Yaşadığımız binayı yaktılar ve oradan arkamıza bakmadan kaçtık… Her şey yavaş yavaş gelişiyor. Önce Müslüman-Hıristiyan ayrımıyla başladı, şimdi Sünni-Alevi ayrışması gündeme geldi.  Lübnan’dan sonra Libya, sonra Suriye ve şimdi de Türkiye’ye kadar geldi dayandı."
BU KİRLİ SAVAŞ HEPİMİZİ YOK EDİYOR
"Türkiye’ye yeni geldiniz ve henüz bir haftadır buradasınız. Fazla zaman geçirmediniz, biliyoruz ama sizce Türkiye’ye ne olacak? Ortadoğu’daki savaşın içine girmiş gibi mi görünüyoruz sizce?" diye soruyorum, Saab'a: "Dışarıdan biri olarak yaptığım analiz soyut olabilir. Ama buraya geldiğimde son derece güçlü ve modern bir ülke gördüm. Çıkarları olan ve bu doğrultuda gelişmekte olan bir ülke. Bu anlamda Lübnan’la Türkiye birbirinden farklı ama bir noktada bu kirli savaş hepimizi yok ediyor. Ankara, Beyrut, Paris’te olanlar ortada. Neler olacağını kestirmenin çok zor olduğu bir döneme giriyoruz, tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi. Din savaşlarına doğru gidiyoruz ve bu çok tehlikeli."
YAŞADIĞIMIZ ÇAĞDA HİÇBİR ŞEY GİZLİ KALMIYOR
Peki Lübnan’da durum nasıl şu anda? "Lübnan’ın ikinci büyük şehri Tripoli’ye gidin" diye devralıyor Saab sözü: "Savaş her yeri yok etmiş ama Tripoli’de savaşın ortasında yabancı iş adamları petrol ve arsa satın alma peşinde. Aldıkları arazilerde yeni yatırımlar yapıp sözüm ona ülkenin yeniden inşa edilmesine yardım ediyorlar. Oradaki halkı umursadıkları falan yok aslında. Sistem tümüyle kilitlenmiş durumda. Sokaktaki çöpler temmuzdan bu yana toplanmıyor. Bunun için basit bir karar bile alınamıyor. Ve şunu düşünüyorum sık sık; acaba doğu ve batı arasındaki ilişki tarih boyunca hep böyle miydi, böyle mi olmak zorunda ? Oysa insan bugün evrimin belki son noktasında ve bugün yaşadığımız bu çağda hiçbir şey gizli kalmıyor."
Saab'a son olarak Lübnan’da direktörlüğünü üstlendiği 'Kültürel Direniş Film Festivali'ni soruyoruz:
"Bu; hayatta kalmak için yaşadıklarımıza kültürle, müzikle, edebiyatla, müzikle, kadının toplumdaki yerinin altını çizerek direnmek için ortaya çıkan bir hareket. İçgüdüsel bir direniş. 2013’te Tripoli’de başladı ve ikinci yılında Lübnan’ın Saïda, Tyre, Zahlé ve Beyrut kentlerine uzandık. Araştırmacılar ve her disiplinden sanatçılar coğrafi kökenleri ne olursa olsun bu festivalin parçası olabilirler. 2016 yılı başvurularını şimdiden almaya başladık. Buradan Türkiyeli sanatçılara da aramızda görmek istediğimizi söylemek isterim. Uluslararası yarışmaya başvurular https://niemeyercompetition.wordpress.com/about/ üzerinden yapılabiliyor. Umarım bu vesileyle Türkiye’den de sanatçılara ulaşırız.