tag:blogger.com,1999:blog-44519822816877840482024-03-13T21:00:17.550-07:00Yazı İşleri'm...Yayınlanmış yazılarım. En tazeleri, en eskileri ve daha yazılacaklar ile kişisel bir arşiv ...Unknownnoreply@blogger.comBlogger196125tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-33466218443413613202016-11-24T00:05:00.002-08:002016-11-24T00:05:11.440-08:00Suriyeli sanatçı Ali Omar'ın Türkiye'deki ilk sergisi üzerine sanatçıyla söyleşimiz.<br />
<br />
<a href="https://www.blogger.com/%3Ciframe%20src=%22https://www.facebook.com/plugins/video.php?href=https%3A%2F%2Fwww.facebook.com%2Feksengaleri%2Fvideos%2F10154389945648351%2F&show_text=0&width=400" width="400" height="400" style="border:none;overflow:hidden" scrolling="no" frameborder="0" allowTransparency="true" allowFullScreen="true"></iframe>" target="_blank"><iframe allowfullscreen="true" allowtransparency="true" frameborder="0" height="400" scrolling="no" src="https://www.facebook.com/plugins/video.php?href=https%3A%2F%2Fwww.facebook.com%2Feksengaleri%2Fvideos%2F10154389945648351%2F&show_text=0&width=400" style="border: none; overflow: hidden;" width="400"></iframe></a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-24296649992465440562016-11-13T04:05:00.001-08:002016-11-13T04:05:16.017-08:00Ressam Dilek Demirci'den 30 Yıl sergisi<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-GRU4-5coV14/WChWvYoHB6I/AAAAAAAAFBw/MSYaRw30nRMpOShVfwGeE7g58e1fD9xLgCLcB/s1600/58258bcab83307.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="223" src="https://2.bp.blogspot.com/-GRU4-5coV14/WChWvYoHB6I/AAAAAAAAFBw/MSYaRw30nRMpOShVfwGeE7g58e1fD9xLgCLcB/s400/58258bcab83307.JPG" width="400" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-EW60mTrn3Po/WChWZGGCeKI/AAAAAAAAFBs/ipidPyX7QRAe3JB9cDxdAQmPzwio1c19ACLcB/s1600/58258bb4e64622.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="363" src="https://4.bp.blogspot.com/-EW60mTrn3Po/WChWZGGCeKI/AAAAAAAAFBs/ipidPyX7QRAe3JB9cDxdAQmPzwio1c19ACLcB/s400/58258bb4e64622.jpg" width="400" /></a></div>
<div class="lead" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.4em; line-height: 1.4; padding: 0.6em 0px;">
Boğaziçi Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü öğretim görevlisi, Ressam Dilek Demirci üniversitede geçirdiği 30 yılın hikâyesini kapsayan bir seçkiyle Boğaziçililerle buluşuyor.</div>
<div class="lead" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.4em; line-height: 1.4; padding: 0.6em 0px;">
<a href="http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/bogazicinde-resimle-dopdolu-30-yillik-bir-seruven" target="_blank">http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/bogazicinde-resimle-dopdolu-30-yillik-bir-seruven</a></div>
<div class="lead" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.4em; line-height: 1.4; padding: 0.6em 0px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
14 Kasım – 20 Kasım 2016 tarihleri arasında Albert Long Hall’da yer alacak sergide Demirci’nin 30 Yıl sergisine bir de kitap eşlik edecek. 1985 yılından beri Boğaziçi’ndeki atölyesinde dersler veren Demirci’nin resim üretimini farklı dönemlerden örneklerle izlemeye olanak sunan sergide natürmortlar, yollar, çocuklar gibi temaları yer alıyor. Demirci ile Boğaziçi’nde geçirdiği 30 yılı ve sergisini konuştuk.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Bu sergiyi açma fikri nasıl oluştu?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Benim için o kadar doyurucu yıllardı ki bunlar, bir an baktım ki ömrümün yarısı bu okulda geçmiş. 30 yılın hikâyesini Boğaziçi’ndeki öğrencilerimle, dostlarımla paylaşmak, bu sergi ve sergiye eşlik eden kitapla aynı zamanda kendime de kalıcı bir ödül vermek istedim.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">30 yıllık sanat birikiminiz bu sergide olacak, bir retrospektif olarak düşünebilir miyiz bu sergiyi?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Retrospektif ifadesini kullanmaktan hep çekindim, çünkü kendi yaptığım bir seçkiye bu ifadeyi vermek açıkçası çok doğru gelmiyor, ancak 1985’ten 2015’e her dönemden işlerimi kapsayan bir seçki diyebiliriz.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Natürmortlar, yol resimleri, portreler, doğa manzaraları resminizde </span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ö</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ne çıkıyor. Son d</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ö</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">nemde hangi konular üzerinde </span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ç</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">alışıyorsunuz?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Dünyada yaşanan savaşlar, göçler, dramatik olayların bendeki etkileriyle resimler yapıyorum. Doğaya bakmayı da seviyorum. Çocuklar savaştan en çok zarar gören varlıklar olduğu ve insanların onların gözünden dünyaya bakmasını istediğim için çocukları çiziyorum. 2009’da AÇEV ile birlikte Tatvan’da çocuklarla resim atölyeleri düzenlemiştik. O tarihten bu yana savaşın tahribatını en çok yaşayan çocukları çiziyorum.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">1985 yılındaki üniversite ortamına ve bugüne baktığınızda resim ve genel anlamda sanat faaliyetleri açısından ne gibi değişimler g</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ö</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">zlüyorsunuz?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Elbette 1985’ten bugüne çok şey değişti. Sosyolojik bir araştırma yapacak olursanız çok önemli veriler karşınıza çıkacaktır bu son 30 yıllık dönemde. O yıllarda okulumuzda çok daha az öğrenci vardı, tüm öğrencilerimin ismini teker teker bilirdim. Kardeş Türküler’in tüm üyeleri bizim resim atölyemizden geçtiler. Sanat kulüplerinin resim atölyemizle çok sıcak, organik bir bağı vardı. Şimdiyse daha farklı bir atmosfer söz konusu, daha iyi veya daha kötü olarak karşılaştırmak istemem. Bu dönem de sanatsal etkinlikler açısından zengin ve çeşitlilik gösteren bir dönem.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Albert Long Hall’da şu anda Kurumsal İletişim Ofisi olarak kullanılan mekân benim ilk atölyemdi. Büyüklüğü, ferahlığı, içinde bulunduğu binanın güzelliğiyle heyecan veren bu atölyede, pencereler, ışık, manzaralar, bahçeden peyzajlar gibi konular üzerinde çalıştım. Daha sonraki üretimimi Kuzguncuk’taki atölyemde de sürdürdüm. 2001 yılında üniversitemizde Güzel Sanatlar Bölümü için Hülya Atölyesi açıldı. Yeni atölyede resmime yeni konular girdi. Atölye’ye gidip gelirken Bebek Kapısı’nı kullanmaya başladım. Bu yeni yolda ağaçların arasından görünen deniz, Bebek Koyu, çatılar, yolun etrafındaki doğa ve kestaneler de resimlerime girmeye başladı.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Boğaziçi’nin doğal güzellikleri, muhteşem atmosferi ayrıca kişisel olarak resim dilime çok şey kattı. Manolyalar açınca manolyaları, erguvanlar açınca erguvanları resmettim. Boğaziçi’nde eylül ayında rastladığımız kestaneleri çizdim. Onlara bir şeyler öğretirken ben de öğrendim. </div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Atölyeye ilk kez gelen öğrencilerle desen çizerek başlıyoruz. Her dönem neredeyse 60 öğrenciye desen çizmeyi anlatmak benim de çizerek anlatmamı gerektiriyordu. Bu nedenle desen çizmeyi hep sürdürdüm denebilir. Onlara bir şeyler öğretirken ben de öğrendim. Çok desen çizen biri değildim ama öğrencilerle çalışırken desen çizmeyi sürdürdüm. Kısacası son 30 yıl benim için çok dinamik bir dönem oldu.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Konuşmamıza başlarken burada resim dersi vermekten </span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ç</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ok aynı zamanda resim hakkında kültürel altyapı oluşturmanın </span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ö</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">nemine değindiniz.</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Bu dersi vermeye başladığımda öğrencilerin iyi resim yapabilmeleri için sadece rehberlik ettim ama daha önemlisi onların bir resim görgüsüne sahip olmalarını sağlamaktı. Atölyede resim kitaplarına baktık, resimler üzerinden yorumlar yaptık, birlikte sergiler, müzeler gezdik. Onların yorum yapabilen, görüşlerini ifade edebilen sanat takipçileri olmalarını istedim.<br style="box-sizing: border-box;" /></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Boğ</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">azi</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ç</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">i </span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Ü</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">niversitesi’nde </span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ç</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ok farklı kariyerler se</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ç</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">en mezunların hikâyelerine rastlıyoruz. Önemli bir kısmı da sanata, yaratıcı alanlara y</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ö</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">nelen, sinemada, tiyatroda, müzikte </span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ç</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ok başarılı olan isimler. Sizin de resme veya g</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ö</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">rsel sanatlara y</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">ö</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">nelen öğrencileriniz var mı</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
1985’te Boğaziçi’nde resim öğretmeye başladım, geçtiğimiz 30 yıl boyunca bir yol alındığını düşünüyorum. Öğrencilerimle eğitimleri sonrasında karşılaşmalarımızda bunun sonuçlarını görüyorum. Bazıları ressam oldular, bazıları resim koleksiyonu yaptılar. Aralarında görsel sanatlar ve tasarım gibi farklı meslek alanlarına yönelen öğrencilerimiz oldu. Ayrıca okulu bitirdikten sonra yüksek lisansa sanatla ilgili konularda devam eden çok sayıda öğrencimiz oldu.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Peki, yeni sergi projesi var mı yakın tarihte?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Kuzguncuk’ta gelecek yıl Mayıs ayında Harmony Sanat Galerisi’nde bir sergim olacak. Boğaziçi’nde 30. yılı kutladıktan sonra orada da 60. yaşımı kutlayacağım. Önümüzdeki sene de bu çalışmalar devam edecek.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: "Titillium Web", sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<br /></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-36321718156075998432016-10-22T07:56:00.002-07:002016-10-22T07:56:13.206-07:00Kadın sorunlarını anlatan diziler artık rating yapmıyor; ekrana erkek hikâyeleri egemen oldu<div class="lead">
<b><br /></b></div>
<div class="lead">
<b><br /></b></div>
<div class="lead">
<b><br /></b></div>
<div class="lead">
<b><a href="http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/diziler-toplumun-yansimasi" target="_blank">http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/diziler-toplumun-yansimasi</a></b></div>
<div class="lead">
<b><br /></b></div>
<div class="lead">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-8oPWcIj-qkE/WAt9WeS6xII/AAAAAAAAEy8/ujvV7MPhGIQc8tokyy3qlvQ0pn6AM6Y6gCLcB/s1600/57f2b7a5719422.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-8oPWcIj-qkE/WAt9WeS6xII/AAAAAAAAEy8/ujvV7MPhGIQc8tokyy3qlvQ0pn6AM6Y6gCLcB/s320/57f2b7a5719422.jpg" style="cursor: move;" width="320" /></a><b>Dünyada en çok televizyon izlenen ülkelerin başında Türkiye geliyor. Yapılan araştırmalara göre her gün yaklaşık 4-5 saatimizi televizyon karşısında geçiriyoruz. Geçtiğimiz yıl T.C. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü tarafından yayınlanan verilere göre Türkiye’deki yapım şirketleri her yıl 100’ün üzerinde yeni yapım üretiyor. Türkiye’de yapılan dizilerin bir bölümü ise aynı zamanda Ortadoğu, Balkanlar ve Latin Amerika ülkelerinde de izleyicilerle buluşuyor. Senaryosundan oyuncusuna, yönetmeninden kostümcüsüne çarpan etkisiyle on binlerce insan için önemli bir ekonomi yaratan diziler aynı zamanda kendi ‘fan’ kitlelerini de oluşturuyor.</b></div>
<div class="lead">
<br /></div>
<br />
Diziler son yıllarda akademik araştırmaların da konusu oluyor. <b>Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Nükhet Sirman</b>, 2000’lerin başından bu yana ağırlıklı olarak bu alanda çalışan akademisyenlerden biri. <br />
<br />
Sirman, geçtiğimiz aylarda Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü tarafından düzenlenen <b> ''Türkiye'de Yerli Diziler: Bir Temsil Sorunsalı'' </b>başlıklı söyleşiye akademisyen <b>Feyza Akınerdem </b>ile birlikte katılarak, yerli dizilerdeki temsil sorunsalını masaya yatırdı. <br />
<br />
Sirman ile bu alanda nasıl çalışmaya başladığını konuştuk ve diziler üzerinden değerlerin değişimini anlamaya çalıştık.<br />
<br />
<b>Dizilere dair akademik çalışma yapmaya ne zaman başladınız?</b><br />
<b></b><br />
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-8oPWcIj-qkE/WAt9WeS6xII/AAAAAAAAEy8/ujvV7MPhGIQc8tokyy3qlvQ0pn6AM6Y6gCLcB/s1600/57f2b7a5719422.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"></a><b>Nükhet Sirman</b> : Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi'nde profesör olarak çalışan meslektaşım Ayşe Öncü sayesinde başladım. Ayşe Öncü, Bizimkiler dizisi üzerine beraber çalışmayı teklif etti ve ben de öyle başladım. Bizim<a href="https://1.bp.blogspot.com/-8oPWcIj-qkE/WAt9WeS6xII/AAAAAAAAEy8/ujvV7MPhGIQc8tokyy3qlvQ0pn6AM6Y6gCLcB/s1600/57f2b7a5719422.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-8oPWcIj-qkE/WAt9WeS6xII/AAAAAAAAEy8/ujvV7MPhGIQc8tokyy3qlvQ0pn6AM6Y6gCLcB/s320/57f2b7a5719422.jpg" style="cursor: move;" width="320" /></a>kiler, 1989-2002 yılları arasında 13 yıl kesintisiz olarak yayınlanan, Türk televizyonculuk tarihinin en uzun süren dizisiydi. Zaman içerisinde, yine bu alanda çalışan Feyza Akınerdem'in Asmalı Konak dizisi üzerine yazdığı tezin danışmanı oldum. Akınerdem, daha sonra Londra King's College'da evlenme programları üzerine yazdığı doktora tezinde 90'lar ve 2000'lerde TRT'den bu yana değişen televizyon üzerinde önemli saptamalarda bulundu. Biz de dizileri bu dönüşüm içinde yorumlamaya çalışıyoruz.<br />
<br />
Yaklaşık 10 yıl kadar edebiyat üzerinden Türkiye’deki toplumsal cinsiyet üzerine çalışmaktaydım. Bu çalışmayı <b>Kınalı Yapıncak, Çalıkuşu, Yaprak Dökümü</b> gibi televizyon dizisi yapılmış romanlar üzerinde de çalıştım. 1970’ler ve sonrasında Türkiye’de toplumun anlam dünyasını oluşturmak adına Yeşilçam çok önemliydi. Bu çerçevede romanlar üzerinden yaptığım çalışma, aşk kavramının yeni Türkiye'nin toplumsal cinsiyet rejimini nasıl şekillendirdiği ile ilgiliydi. Araştırmamda Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişi, çekirdek ailenin ortaya çıkışı üzerine çalıştığım için dizileri de bu çalışmanın bir devamı olarak okuyabiliyorum. Dolayısıyla bu konu ilgimi çeker oldu ve çalışmaya devam ettim. <br />
<br />
Türkiye’de insanlar pek çok diziyi izliyorlar. İzleyici genellikle çok iyi bilmediği konularda çekilen dizileri, ki bir dönem çekilen Doğu dizileri ve son dönemde yapılan Osmanlı dizileri buna örnek gösterilebilir, daha büyük bir beğeniyle izleyebiliyor. Feyza yüksek lisans tezinde izleyicinin bildiği konuları gerçeğe uygun mu değil mi ölçütüne göre değerlendirdiğini gösteriyor. Bilmediği konulardaki dizilerin ise gerçeği yansıttığını varsayıyor.<br />
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-8oPWcIj-qkE/WAt9WeS6xII/AAAAAAAAEy8/ujvV7MPhGIQc8tokyy3qlvQ0pn6AM6Y6gCLcB/s1600/57f2b7a5719422.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"></a><a href="https://1.bp.blogspot.com/-8oPWcIj-qkE/WAt9WeS6xII/AAAAAAAAEy8/ujvV7MPhGIQc8tokyy3qlvQ0pn6AM6Y6gCLcB/s1600/57f2b7a5719422.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"></a><img border="0" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-8oPWcIj-qkE/WAt9WeS6xII/AAAAAAAAEy8/ujvV7MPhGIQc8tokyy3qlvQ0pn6AM6Y6gCLcB/s320/57f2b7a5719422.jpg" style="cursor: move;" width="320" /><br />
<b>Diziler, akademik çalışma açısından hangi bağlamda ilginizi çekiyor?</b><br />
<b></b>Bir dizi Türkiye hakkında ilginç bir şey söylüyorsa, anlatı tekniğinde farklı bir şeyler yapıyorsa ve özellikle toplumsal cinsiyet rollerinde bir bükülme yapıp stereotiplerin dışına çıkabiliyorsa ilgimi çekiyor. <br />
<br />
<b>Bu tanıma uyan bir örnek var mı?</b><br />
<b></b>‘’Poyraz Karayel’’ dizisini bu anlamda takip ediyorum. Feyza Akınerdem ile çalışırken ve bu konuda düşünürken bu dizinin Oğuz Atay ile metinlerarası bir köprü kurduğunu düşündük. Hatırlayacak olursak, dizide bir albay karakteri var. Bu bize biraz eski Türkiye’yi çağrıştırdı. <b>Oğuz Atay’ın ‘’Tehlikeli Oyunlar’’ı </b>üzerinden düşünmeye başladık. Oğuz Atay bu kitapta eski Türkiye’nin kültürel fukaralığına dayanamaz ve ‘’Eski Türkiye’ye yönelik modernist bir eleştiri yapar. Poyraz Karayel ise Yeni Türkiye’yi anlatırken Oğuz Atay’ı alt üst ediyor. Atay’ın metninde bir sahne vardır, bir de sahnenin dışında temsil edilenler vardır. Ancak sahnenin dışında olan o kadar kötü ve pespayedir ki, Atay bu yüzden aslında hiçbir gerçekliği olmayan ve sahnede sahneleneni gerçek olarak görmeyi tercih eder. Poyraz Karayel’de ise artık herkes sahnededir ve sahne dışında bir gerçeklik aranmaz. Atay'daki oyun ile gerçek arasındaki farklılık bu dizide tamamen yok olmuş gerçek artık oyunun ta kendisi olmuştur. Yine dizideki bir sahneden anlatacak olursam, Poyraz Karayel’deki mafya babası (Bahri Umman karakteri) günümüzdeki yeni kuşak mafya düzenini eleştirir. Ona göre eskiden düşman kimdir bellidir, lokantada düşmanını öldürür, arkasından helvasını dağıtırsın. Bu aslında eski Türkiye’dir. Oyun yok, strateji yok, kim daha akıllı rekabeti yok. Düşman yok edilir, nokta.<br />
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-8oPWcIj-qkE/WAt9WeS6xII/AAAAAAAAEy8/ujvV7MPhGIQc8tokyy3qlvQ0pn6AM6Y6gCLcB/s1600/57f2b7a5719422.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-8oPWcIj-qkE/WAt9WeS6xII/AAAAAAAAEy8/ujvV7MPhGIQc8tokyy3qlvQ0pn6AM6Y6gCLcB/s320/57f2b7a5719422.jpg" style="cursor: move;" width="320" /></a><br />
<b>Diziler üzerine akademik çalışma yapmak hala biraz ayrıksı sayılıyor mu? </b><br />
Genelde evet. Ben ders verirken öğrencilere bir şey anlatmak istediğimde ortak bir alan olarak dizilerden çok yararlanıyorum aslında. Zira günümüzde hayat o kadar parçalı oldu ki, artık bu ortak alanı bile bulmak çok zorlaştı. Öğrenciler Türkiye’de yapılan dizileri izlemekten imtina ediyorlar ve çoğunlukla <b>Game of Thrones </b>gibi dizileri tercih ediyorlar. Bu açından da ortak alanlar azalıyor. <br />
<br />
<b>Peki, sizce dizilerle toplum arasında nasıl bir ilişki var? Toplum mu dizileri etkiliyor, diziler mi belli bir yaşam biçimini mi empoze ediyor?</b><br />
Buna tek bir cevap vermek mümkün değil, rating elbette çok önemli. Bildiğiniz gibi çok iyi dizi rating yüzünden gösterimden kaldırıldı. Buna en son ve en güzel örnek Hatırla Gönül. Burada Türkiye’de televizyonun seyredilme biçimleri üzerine düşünmekte fayda var sanıyorum. <br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-8oPWcIj-qkE/WAt9WeS6xII/AAAAAAAAEy8/ujvV7MPhGIQc8tokyy3qlvQ0pn6AM6Y6gCLcB/s1600/57f2b7a5719422.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"></a></div>
Ancak şunu söylemek mümkün; kadın sorunlarına odaklanan dizilerin rating’i genellikle düşük oluyor. Ama erkeklikle ilgili diziler çok izleniyor. <b>Karagül </b>gibi bir diziden örnek verecek olursak, kötü olsalar bile, erkeklerin toplumda nasıl bir ağır yük taşıdığı anlatılıyor. Yine en çok izlenen diziler arasında <b>Paramparça, Kırgın Çiçekler </b>örnekler var. Bu dizileri insanlar acı çekerek, ağlayarak izliyorlar. Bunlar aslında içimizdeki acının bir temsili olarak izleniyor ve çok beğeniliyor. Dizilerde eskiden adalet arayışı öne çıkarken şimdi oyunlarla kimin daha iktidarlı, güçlü ve akıllı olduğunu gösteren diziler öne çıkıyor. Mafya temalı dizilerde de bu değişim görünüyor.<br />
<br />
<b>Öte yandan muhafazakâr değerlerin öne çıktığı bir Türkiye’den bahsedilirken mafya hikâyeleri, şiddet sahneleriyle giderek daha sertleşen diziler çıkıyor. Ya da muhafazakâr hayat tarzına aykırı bazı hikâyeler bile geniş kitlelerce beğeniyle seyrediliyor. Bu, çelişkili bir duruma işaret etmiyor mu?</b><br />
Bir antropolog olarak konuşacaksam, gerçekten bir Fransız’mışız gibi bakıyoruz. Hepimiz bir anlamda Oğuz Atay’ız, hepimiz sahnenin gerisine bakıyoruz ve korkunç olduğunu düşünüyoruz. Hâlbuki daha muhafazakâr bir yerden bakan birinin çelişkileri görememesi için çok çeşitli nedenler olabilir. Onu biz çelişki diye tarif ediyoruz. Oysa başkaları başka türlü anlamlar, mantıklar ileri sürüp, başka biçimlerde yorumlayabilir. Mesela <b>Kırgın Çiçekler </b>ahlaki olarak daha korkunç bir dizi. Çok ekstrem şeyler gösteriyor sürekli olarak. Karagül’de de o dizideki gibi bir kötülük anlayışı var. <br />
Bütün bu kötülüklerin gösterilmesinin ciddi bir etkisi var. İnsanı kendi içine dönmeye, “Aman biz iyiyiz” demeye itiyor. ATV’nin günlük programına bakarsanız haberlerle başlıyor, ardından Müge Anlı ekrana çıkıyor. <b>Müge Anlı’nın </b>programında olan her şey dizilerde olanlardan her an daha ağır. Akşam da bunların senaryolaştırılmış hali ekranlarda oluyor. Bunlar benim izlemediğim şeyler, hakkında çok da detaylı konuşamam. Araştırma yapmak için girdiğim evlerde bütün kadınlar bunlar izliyordu. Televizyonla kendisi arasındaki mesafeyi azaltan programlar bunlar. Ekranla izleyici arasında samimiyet kuruyor. Hikâyedeki detaylar izleyiciyi içine çekiyor ve seyirci yorumlarda bulunarak kendi bildiği gündelik hayatın normlarıyla bu detayları okuyarak bu durumdan zevk alıyor. Kendi bildikleri kötülükleri izlemek iyi geliyor insanlara. Ders almak açısından, hayatı anlamak açısından, şükretmek açısından veya empati kurmak açısından. Dolayısıyla bu programlarla kadınlar konuşuyor. Bazı programlar ise izleyiciyle mesafe kuruyor. Benim sevdiğim diziler mesafe kuran, bu ahlakı altından oymaya çalışan diziler. <b>Poyraz Karayel, Kış Güneşi </b>ve <b>Hayat Şarkısı </b>bunları yapıyor mesela. <br />
<br />
<b>Dizilerde örnek gösterilen tiplerin gerçek hayatta etkisini görebiliyor muyuz? Mesela Kiralık Aşk’taki uç giyim tarzı, upuzun topuklu ve mini şortlarla işe gidilmesi gerektiğini lanse eden bu durum günlük hayatı ne kadar etkiliyor? </b><br />
<br />
<br />
Bence Türkiye’de herkes giyim konusunda birbirinden etkileniyor. Diziden etkilenmekle, komşudan etkilenmek arasında çok büyük bir fark yok. Magazin bizde çok fazla izleniyor, bu da düşünülebilir. Ben bunun tek başına dizilerin sebep olduğu bir durum olarak görmüyorum. Bu olayı kullanıyorlar diyebiliriz. Diziler de bir ürün oluyor bu noktada. Ne ev dekorasyonunda ne kıyafetlerde insanlar aslında kendine güvenmiyor. Kimse modanın dışında giyinmiyor. Dizilerin yarattığı bir şey değil bence. Diziyi izleyenlerin dizinin ana fikri dediğimiz şeyle çok ciddi olarak ilgisi olduğunu düşünüyorum. Şimdi böyle bir oyun –strateji dizileri geldi. Ben bu kısmıyla ilgileniyorum, bu Yeni Türkiye. Diziler oyunları yoktan üretmiyor, Türkiye böyle olduğu için ortaya bu tarz diziler çıkıyor. Çünkü dünyayı böyle anlıyorlar. Diziler aslında toplumun son döneminin kısmen bir yansıması oluyor. Daha önceleri soru “Oyunu kim yenecek?” değildi, “Adalet nedir?” etrafında diziler dönüyordu. <b>Kara Para Aşk,</b> <b>Merhamet</b> ve <b>Poyraz Karayel’</b>in ilk zamanlarında bu soru soruluyordu.<br />
<br />
<b>Çoğunlukla dizilerde </b><br />
<b>karakterleri boyutsuz görüyoruz. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?</b><br />
Senaristlerin son dönem dizilerinde bunun üstüne çok gittiklerini düşünüyorum. Karakterlerin psikolojik derinliği üzerine ciddi anlamda çalışılıyor. <b></b><i></i><u></u><sub></sub><sup></sup><strike></strike>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-10074832459292579732016-07-18T04:58:00.002-07:002016-07-18T05:06:49.675-07:00İzmir’den mülteci portreleri: Bize barışı verin!<h2>
Yaşamak için hamallık yapan Suriyeli şair: Ailem bir kez parçalandı, bir daha parçalansın istemem</h2>
<div class="story-banner">
<a href="http://t24.com.tr/haber/izmirden-multeci-portreleri-verin-bize-barisi-verin,348547" target="_blank">http://t24.com.tr/haber/izmirden-multeci-portreleri-verin-bize-barisi-verin,348547</a></div>
<div class="banner-tag">
</div>
<br />
<div class="story-content">
<aside class="left"><div class="author-block">
<a href="http://t24.com.tr/muhabir/ozgur-duygu-durgun"><img alt="Özgür Duygu Durgun" src="http://media-cdn.t24.com.tr/media/authors/page/ozgur-duygu-durgun.jpg" /> </a> <br />
<div class="author">
<span class="name" itemprop="author"><a href="http://t24.com.tr/muhabir/ozgur-duygu-durgun">Özgür Duygu Durgun</a> </span></div>
<div class="story-date">
05 Temmuz 2016 00:00 </div>
<div class="share-vertical">
<div class="share-item">
<div class="fb-like fb_iframe_widget" data-action="like" data-href="http://t24.com.tr/haber/izmirden-multeci-portreleri-verin-bize-barisi-verin,348547" data-layout="button_count" data-share="true" data-show-faces="true" data-width="140" fb-iframe-plugin-query="action=like&app_id=232148700181828&container_width=140&href=http%3A%2F%2Ft24.com.tr%2Fhaber%2Fizmirden-multeci-portreleri-verin-bize-barisi-verin%2C348547&layout=button_count&locale=tr_TR&sdk=joey&share=true&show_faces=true&width=140" fb-xfbml-state="rendered">
<span style="height: 20px; vertical-align: bottom; width: 151px;"><iframe allowfullscreen="true" allowtransparency="true" frameborder="0" height="1000" name="f15e9999120a4e4" scrolling="no" src="https://www.facebook.com/plugins/like.php?action=like&app_id=232148700181828&channel=http%3A%2F%2Fstaticxx.facebook.com%2Fconnect%2Fxd_arbiter%2Fr%2Fbz-D0tzmBsw.js%3Fversion%3D42%23cb%3Df14579a01f5680a%26domain%3Dt24.com.tr%26origin%3Dhttp%253A%252F%252Ft24.com.tr%252Ff115b7c87ec898e%26relation%3Dparent.parent&container_width=140&href=http%3A%2F%2Ft24.com.tr%2Fhaber%2Fizmirden-multeci-portreleri-verin-bize-barisi-verin%2C348547&layout=button_count&locale=tr_TR&sdk=joey&share=true&show_faces=true&width=140" style="border-image: none; border: currentColor; height: 20px; visibility: visible; width: 151px;" title="fb:like Facebook Social Plugin" width="140"></iframe></span><br /></div>
</div>
<div class="share-item">
</div>
<div class="share-item">
</div>
</div>
</div>
</aside><strong style="line-height: 1.5;">Suriyeli mülteciler İzmir’de 150 bin kişilik bir nüfusa ulaştı. Avrupa’ya geçiş umutları olanlar için bir transit merkezi olarak en fazla tercih edilen şehir olan İzmir, tarihin bu döneminde farklı bir kimliğe bürünüyor mülteci hikayeleriyle...</strong><div class="right">
<div itemprop="articleBody">
<strong>İzmir’de Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği’ni kuran Muhammed Salih, 17 yıl önce Türkiye’ye nasıl yerleştiğini anlatırken ‘’İzmir’de artık Buca’ya gittiğinizde Kamışlı’yı, Kadifekale’de Haseki’yi görmeniz mümkün diyor. Sınırdaki Türkmen köyünde yaşarken ailesinin yarısını bırakıp IŞID’den kaçan Türkmen genç kadın ise İzmir’deki mültecilerin dertlerine tercüman olarak çare bulmaya çalışıyor. Suriyeli şair Hael Helmi Srour tüm bu yaşanan acıların ardından ülkesini ‘’Çılgın bir şarkı’’ ifadesiyle tanımlıyor ve bir gün barış geldiğinde Suriye’ye dönme umudunu taşıyor.</strong><br />
Suriyeli mülteciler artık Türkiye toplumunun bir parçası. Bu gerçeği kabullensek de kabullenmesek de Türkiye’de resmi ve gayri resmi çeşitli kaynaklardan elde edilen rakamlar ortada: Suriyeli mültecilerin sayısı 3 milyona yaklaşıyor. Bir başka deyişle Türkiye, nüfusu Panama, Uruguay ya da Ermenistan gibi ülkelerin nüfuslarına neredeyse eşit oranda Suriyeli mülteciyi barındırırken ‘’ülke içinde ülke’’ olma yolunda hızla ilerliyor.<br />
<div id="hicidiv" style="float: left; height: 250px; margin-bottom: 20px; margin-left: -150px; margin-right: 20px; width: 300px;">
</div>
<br />
<br />
Rakamları tekrar hatırlayalım;<br />
Geçtiğimiz ay Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen "Suriye’nin Entelektüel Sermayesinin Ayakta Tutulması: Değişimin Aktörleri Olarak Akademisyenler" konulu yuvarlak masa toplantısında Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi’nden Doç. Dr. Murat Erdoğan’ın aktarımına göre Türkiye’de kayıt altına alınmış 2.733.284 Suriyeli sığınmacı bulunuyor. Bu sayının yaklaşık % 10’u değişik illere dağılmış 26 barınma merkezinde misafir ediliyor. 2.460.614 kişi ise 81 ilin tamamına değişik sayılarda dağılmış durumda.<br />
En fazla sığınmacı barındıran ilk dört ilimiz; Şanlıurfa (399.481), İstanbul (391.698), Hatay (386.313) ve Gaziantep (324.827) olarak karşımıza çıkıyor. Bu dört ilin haricinde Adana(148.788), Mersin(137.407) ve Kilis(128.539) 100 binin üzerinde sığınmacı barınıyor. Kilis’te 90 bin olan yerli il merkezi nüfusu uzun zamandır; 128.000 Suriyeli sığınmacı ile azınlık durumunda. <br />
Suriyeli mülteci nüfusun önemli bir bölümü ise Avrupa’ya geçiş hayalleri açısından transit konumda bulunan İzmir’i seçmiş durumda. İzmir’de son beş yıl içinde Suriye’deki savaştan kaçarak gelenlerin sayısının 150 bin olduğu belirtiliyor. Basmane başta olmak üzere Kadifekale, Buca gibi semtler ise birer mülteci gettosuna dönüşüyor hızla.<br />
Türkiye’deki Suriyeli mültecilere vatandaşlık gibi belirsiz vaatlerin verildiği, İsrail ve Rusya ile yeni bir dönemece girilen dış politikayla Türkiye’nin Suriye politikasında da 180 derece değişim olacağı yönünde tahminlerin yapıldığı bir yaz günü İzmir’deki mültecilerin yaşamlarına konuk olduk. Neden İzmir’deler? Nasıl geldiler? Türkiye’den neler bekliyorlar? Ülkelerine geri dönmek istiyorlar mı?<br />
<div class="image-caption-wrapper to-left" style="margin-top: 20px;">
<a class="fancyBox" href="http://t24.com.tr/files/20160704201949_muhammed-salih.jpg"><img alt="Muhammed Salih" class="to-left" src="http://t24.com.tr/files/20160704201949_muhammed-salih.jpg" height="225" style="float: left;" width="400" /></a></div>
<div class="clear" style="margin-top: 20px;">
<span class="caption">Muhammed Salih</span></div>
İzmir’de Suriyeli mültecilerin sayısı arttıkça kentteki sorunlar da ağırlaşmış. Ancak bir yandan da bazı belediyelerin kurduğu Kent Konseyleri’nde bu konu gündem olmaya; mülteciler için çalışan sivil toplum kuruluşlarının sayısı artmaya başlamış. Bunlardan biri de geçen yıl İzmir’de kurulan <a href="https://www.facebook.com/Izmirde-suriyeli-m%9Fltecilerle-dayani_ma-derne_i-646585155366750/?fref=ts">Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği</a>. Derneğin başkanlığını 17 yıl önce Suriye’den siyasi nedenlerle göç ederek İzmir’e yerleşen <strong>Muhammed Salih</strong> üstleniyor.<br />
Salih, Türkiye’deki Suriyeliler için en büyük sorunun ekonomik istikrarsızlık olduğunu, sağlık ve eğitim alanında da çok büyük sorunlar olduğunu; mülteci toplumunun bu sorunlar ile baş edilemez ise entegrasyonun çok sancılı olacağını belirtiyor.<br />
<br />
<h3>
<strong>Buca’da Kamışlı’yı, Kadifekale’de Haseki’yi bulmak</strong><br /> </h3>
Öte yandan sohbetimiz boyunca bize Kordon’u, Alsancak’ı, rakısı-balığı, çiğdemiyle ünlü, Batılı ve laik yaşam biçimiyle Anadolu kentlerinden bariz biçimde farklılaşan İzmir’e dair yepyeni bir hikâyeden bahsediyor. Muhammed Salih’e kulak veriyoruz:<br />
<ul>
<li>‘’Ben 17 sene önce Suriye’den çıktım. Siyasi nedenlerle ülkemi terk ettim. Orada sınıf öğretmenliği yapıyordum. Buraya geldim. Evlendim. Eşim Mardinli. Bir evim, bir arabam oldu. Spor ayakkabı imalatı yapmaya başladım. Şimdi İstanbul’a bile satıyorum. Yani anlayacağınız halim vaktim yerinde.’’<br /> </li>
<li>‘’Ben ülkemi her zaman sevdim. 17 yıldır gurbette yaşıyorum. Suriye Savaşı başladığında İzmir’e göçler olmaya başladı. İnsanlarıma yardım etmek istedim. Özellikle 2011 yılından itibaren İzmir’e Suriye’den akın halinde gelenler oldu. Kimisi büyük şehirde belki iş bulurum diye geldi. Kimisi Avrupa’ya geçmek için. Geçen sene biliyorsunuz İzmir’de sokaklarda yatacak yer kalmadı. Avrupa’ya kaçmaya çalışıp da denizde boğulan yüzlerce insanın cenazesini kaldırdım İzmir’de…’’<br /> </li>
<li>‘’Suriye’de bir mahalleden kalkıp İzmir’e, Buca’ya veya Kadifekale’ye gelmiş bir aile varsa o mahallenin geri kalanı da aynı mahalleye geldi. Şimdi İzmir’de Buca’daki Suriyeliler Kamışlı’dan gelmiştir, Kadifekale’de ise Haseki’den gelenler yaşar. Golan Tepeleri’nden bile gelen oldu buraya.’’<br /> </li>
<li>‘’Haliyle mülteci insanların arasında iyiler de var kötüleri de. Her toplumda olduğu gibi. Çoğunlukla ucuz kira verebilecekleri semtlerde kalıyorlar. Kalkıp da Karşıyaka’ya yerleşecek durumda değiller. Çimentepe, Limontepe gibi semtlerde, 300 TL kira verip 10-11 kişi aynı evde kalıyorlar.’’</li>
</ul>
<div style="margin-left: 18pt;">
</div>
<h3>
<strong>‘’Türkiye’de siyaset ne zaman gerilirse biz de geriliyoruz’’</strong><br /> </h3>
<ul>
<li>‘’Biz buradaki Suriyelilere, derneğimiz kanalıyla iş bulmaya çalışıyoruz. 150 bin kişilik bir nüfus var. Derneğimizin <a href="https://www.facebook.com/Izmirde-suriyeli-m%9Fltecilerle-dayani_ma-derne_i-646585155366750/?fref=ts">Facebook sayfasını</a> takip ediyorlar. Herkesin elinde bilgisayar olmasa bile her aileden en az biri derneği takip ediyor, diğerlerine haber veriyor. Biz her ay mültecilerle toplantılar yapıyoruz. Sorunlarını dinliyoruz. Cenazeleri varsa kaldırıyoruz. İzmir’deki Suriyeli toplumu kontrol altında tutuyoruz. Bu nedenle burada Urfa’da veya Gaziantep’teki gibi mültecilerle ilgili kavgalı dövüşlü gerginlikler pek olmuyor. Çünkü biz onları her an kontrol ediyoruz.’’<br /> </li>
<li>‘’Evet, Suriyelilerin hepsi güzel davranışlarda bulunmuyor olabilir. Ama bu her toplumda böyledir. Türkiye’de insanlar arasında Suriyeliler için ‘’İşimizi elimizden alacaklar’’, ‘’şehrimizi kirlettiler’’ diyen de var, ‘’Biz komşuyuz, bu bizim de başımıza gelebilirdi’’ diyen de… Bu nedenle kesin bir ayrım yapmak zor insanlar için. Ancak Türkiye’de siyaset ne zaman gerilirse biz de geriliyoruz."<br /> </li>
<li>‘’Suriye insanı toprağa bağlı bir insandır. Geçimini topraktan sağlar. Tek bilgisi budur. Bu yüzden ‘’topraklarımız ne zaman güvenli olursa geri dönüp kendi ülkemizde yaşamak isteriz’’ diyen insanlar var. Biz iki sene önce mülteci toplumuna sorduğumuzda yüzde 90’ı Suriye’ye dönmek istiyordu, ama şimdi geri dönmek daha zor çünkü bölge çok daha karmaşık bir hal aldı. Öte yandan insanlar Geçici Koruma Belgesi diyerek verilen kimliklerle daha ne kadar yaşamak isterler, o da meçhul.’’</li>
</ul>
<h3>
<strong>İzmir’de son beş yılda 70 bin mülteci bebek doğdu</strong></h3>
<strong>İzmir’deki Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği kadın ve çocuklar için çalışmalarını, derneğin Çankaya’da açtığı, üç katlı gecekondudan bozma bir evde Waha isimli uluslararası bir sivil toplum örgütüyle beraber yürütüyor. Afrika ülkelerinde özellikle Ebola gibi sağlık sorunları alanında çalışan Waha’nın Türkiye-Irak sınırında ve Yunan adalarında mobil sağlık klinikleri bulunuyor.</strong><br />
<div class="image-caption-wrapper to-left" style="margin-top: 20px;">
<div class="clear">
</div>
<span class="icon"></span><span class="caption">Dr. Hatice Karahan</span></div>
İzmirli doktor <strong>Hatice Karahan</strong>, Waha’da kadın doğum uzmanı olarak çalışıyor. Almanya’da tıp eğitimi almış. Aynı zamanda Psikoterapi eğitimi de alarak Almanya’da göçmen politikaları üzerine uzun yıllar Sosyal Demokrat Parti’de çalışmış. 2000’lerde Türkiye’ye gelerek memleketi İzmir’e yerleşen Karahan, İzmir’in varoş bölgelerinde kadın ve çocuklara yönelik ilgilendirme toplantıları ve saha çalışmaları yapıyor. Konak Kent Konseyi’nin iki sene önce kurduğu mülteci çalışma grubunda yer alan Doktor Karahan İzmir’de Çankaya semtinde açılan Kadın ve Sağlık Merkezi’nde Suriyeli mülteci kadın ve çocuklara danışmanlık ve aile planlaması konusunda saha çalışmaları yapıyor. İzmir’deki merkezini gerçek anlamda bir kliniğe dönüştürmek istediklerini söyleyen Doktor Karahan’ı dinliyoruz:<br />
<ul>
<li>‘’Almanya’da sosyal politikalar ve göçmenler üzerinde çalışan bir Türk olarak bugün burada Suriyeli mültecilerin içinde bulunduğu durumu gözlemliyorum. Ben Almanya’da Türk göçmenler için çalışırken oradaki Alman arkadaşlarıma hep şunu söyledim, ‘’Bu insanlar (Türkler) buradalar ve geri dönmeyecekler. Bu insanları topluma ne kadar çabuk entegre edersek o kadar doğru bir iş yapmış oluruz. Almanya göçmen politikalarında başarılı olamadı. Bugün 3.4. kuşak Türkler, kendilerinden önceki kuşaklara göre daha fazla sorunla boğuşuyor. Bu yüzden bizim çok dikkatli olmamız lazım.’’<br /> </li>
<li>‘’ TÜİK’in verilerine göre 1 milyona yakın okul çağında Suriyeli çocuk okula gitmiyor. Bu çocuklar okuma yazma bilmeden büyüyecek. Şu anda İzmir’de, savaştan bu yana, 70 bin mülteci bebek doğmuş, ki bu kayıt altına alınan rakam. Düşünün 70 bin bebek aramıza katıldı. Öte yandan buradaki Suriyeli çocukların okula erişimi çok önemli. Eğer bu imkânı veremez isek bu çocuklar gelecekte birer bomba olarak yetişecekler.''<br /> </li>
<li>İzmir’deki yaklaşık 150 bin Suriyeli mültecinin yaklaşık yüzde 80’ini kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Merkezde bulunduğumuz sürece gelip giden ziyaretçilerin hepsi kadın veya çocuklardan oluşuyor. Suriyeli mülteciler çoğunlukla Basmane ve çevresinde yaşadıkları için merkezin kentin bu noktasında olmasına karar verildiğini belirten Dr. Karahan ‘’Burası yani İzmir transit bir nokta. Herkes bir şekilde Avrupa’ya geçmek için İzmir’e gelmeyi seçti. Erkekler bir şekilde gitti, geride kadınlar ve çocuklar kaldı. Şimdi AB ile geri kabul anlaşmasının da geleceği meçhul olduğu için kadınlar ve çocuklar sadece bekliyor’’ diyor.</li>
</ul>
<h3>
<strong><div class="image-caption-wrapper to-left" style="margin-top: 20px;">
<a class="fancyBox" href="http://t24.com.tr/files/20160704201846_waha-izmir-saglik-taramasi-cocuklar.jpg"><img alt="WAHA, çocuk sağlığı taraması" class="to-left" src="http://t24.com.tr/files/20160704201846_waha-izmir-saglik-taramasi-cocuklar.jpg" height="223" style="float: left;" width="400" /></a><br />
<div class="clear">
</div>
<span class="icon"></span><span class="caption">WAHA, çocuk sağlığı taraması</span></div>
Hayatı boyunca ev hanımıydı,<br />savaştan kaçtı tercüman oldu</strong><br /> </h3>
Waha, henüz Türkiye tarafından resmi olarak tanınmadığı için sosyal yardım merkezi olarak çalışmalarına devam ediyor. Gelen mültecilerin sağlık sorunlarına ancak danışmanlık niteliğinde destek verilebiliyor. Ciddi sağlık sorunları olanlar İzmir‘deki devlet hastanelerine yönlendiriliyor. Merkezdeki Arapça ve Türkçe bilen çevirmenler ise mültecilere hastane başvurularında bizzat destek oluyorlar. Öte yandan merkezde mültecilere Türkçe dersleri de veriliyor. Merkezi ziyaretimiz esnasında kadınlardan oluşan küçük bir grup Türkçe kursu alıyordu. Kursun ardından, mültecilere çevirmenlik yapan bir Waha çalışanından bu işe nasıl başladığını soruyoruz.<br />
İsmini vermek istemeyen genç kadın, Türkmen olduğu için Türkçeyi bildiğini söylüyor. Genç kadın, Türkiye-Suriye sınırındaki Çobanbey köyünden. Hayatında hiç çalışmamış. 3 çocuk annesi olarak ev hanımlığından başka elinden iş gelmeyen bu genç kadın savaştan sonra ailesiyle beraber İzmir’e gelmiş. Hayatında ilk defa bir işte çalıştığını, saklamaya çalıştığı gurur ifadesiyle anlatıyor.<br />
<br />
<h3>
<strong>IŞİD, Türkiye ile sınır köylerde<br />yaşayan sivillere eziyet ediyor</strong><br /> </h3>
Suriye’den üç yıl önce kaçmış. Anne ve babasını ise köyde bırakmak zorunda kalmış. Köylerinin 2,5 yıldır IŞİD hâkimiyeti altında olduğunu söyleyen genç kadın Türkiye sınırının çok tehlikeli olduğunu, sınırı aşmanın artık çok zor olduğunu anlatıyor:<br />
‘’Geçmişte Kürt, Arap, Türkmen hep birlikte huzur içinde yaşardık. Şimdi herkes birbirine düşman oldu. IŞİD eğer sınırı geçmeye çalışan olursa köylüleri çok kötü cezalandırıyor. Taş üstünde taş bırakmadılar. Köyde insanlar çok zor şartlarda yaşıyor. Kimisi bir ağaç kovuğunda kimisi saklanabileceği bir yer bulursa orada yaşamaya çalışıyor. Köylerden, oradaki sivil insanlardan ne istiyorlar? Aileler parçalandı, benim ailemin yarısı orada kaldı.’’<br />
Temiz bir Türkçeyle konuşan genç kadın şimdi eşi ve üç çocuğuyla İzmir’de yeniden hayata tutunmaya çalışıyor. İzmir’e geldikleri ilk sene kimliksiz yaşadıklarını, 8. sınıfa gitmesi gereken kızının 5. Sınıftan okula başlamak zorunda kaldığını ancak bu sene kendilerine verilen ve kimlik belgesi yerine geçen Geçici Koruma Belgesi ile hayatlarının eskiye göre daha iyi olduğunu söylüyor ve ekliyor; ‘’Memleketime dönmeyi isterim elbette, ailemin yarısı orada. Ama gün gelir çocuklarım buraya alışır, buradan birini sever ve evlenirse ben nasıl döneyim? Ailem bir kez parçalandı, bir daha parçalansın istemem.’’<br />
<strong></strong><br />
<strong><h3 class="image-caption-wrapper to-left" style="margin-top: 20px;">
<a class="fancyBox" href="http://t24.com.tr/files/20160704201907_suriyeli-sair-hael.jpg"><img alt="Suriyeli Şair Hael Helmi Srour" class="to-left" src="http://t24.com.tr/files/20160704201907_suriyeli-sair-hael.jpg" height="400" style="float: left;" width="368" /></a><br />
<div class="clear">
</div>
<span class="icon"></span><span class="caption">Suriyeli Şair Hael Helmi Srour</span></h3>
</strong><h3>
<strong>
Yaşamak için hamallık yapan Suriyeli şair: Verin bize barışı verin!</strong><br /> </h3>
<h3>
Waha’nın İzmir’deki merkezini ziyaret ederken, geçtiğimiz 20 Haziran’da Mülteciler Günü etkinlikleri yaptıklarından söz ediyor oradaki çalışanlar. İçlerinde Suriyeli bir şairin de olduğunu; etkinlikte ülkesine adadığı şiirler okuduğunu anlatıyorlar. Suriyeli şair <strong>Hael Helmi Srour</strong> ile tanışıyoruz. Hael hikayesini anlatmaya başlıyor. Çok az Türkçe bildiği için bu kez başka bir tercüman aracılığıyla konuşuyoruz.</h3>
İzmir’e gelmeden önce Suriye’nin Lazkiye kentinde, uluslararası bir taşımacılık şirketinde çalıştığını anlatıyor. Siyasi nedenlerle ülkesini terk etmek zorunda kalıyor. Ülkeyi terk etmesinin bir başka önemli nedeni de çocuklarını savaş ortamından uzaklaştırmak isteği.<br />
Üniversitede iktisat okuyan Hael her zaman edebiyatla içli dışlı olduğunu, şiir yazdığını ve şiirlerinin Suriye’de çeşitli dergilerde basıldığını anlatıyor. İzmir’e geldiğinde ilk 1,5 sene işsiz kalan Hael, ara sıra yevmiyeli işler yaparak ailesinin geçimini sağlamış. Daha sonra bir ahşap fabrikasında hamallık yapmış. Bir yıl sonra aynı fabrikada kesim ustası olarak çalışmış. 2016 yılının Mart ayından itibaren ise bir okulda çalışmaya başlamış.<br />
<br />
<h3>
<strong>‘’Dalgalar taşıyor acılarımı kıyıdan kıyıya, kaybolan insanlığa’’</strong></h3>
‘’1982 yılından bu yana şiir yazıyorum. İnsanlığı ilgilendiren her şey hakkında yazıyorum. Arjantin’de, Afrika’da dünyanın neresinde olursa mazlum insanlar hakkında onların acıları hakkında yazıyorum. Kalbimdeki acıyı yazıyorum: Hael her şeye sıfırdan başladığını anlatıyor. Bu öyle böyle bir zorluk değil. <em>Bir dağın zirvesinden aşağıya düşmek gibi,</em> onun deyişiyle. Şimdilerde ‘’Vatanın Sesi’’ isimli bir tiyatro oyunu yazıyor. İzmir’de bir grup tiyatrocu bu oyunu önümüzdeki aylarda sahnelenecek. Oyunda rol alacak tüm sanatçıların ise Türk olacağını ekliyor.<br />
Körfez’in sularını dalgalandıran o eşsiz, yumuşak İzmir imbatını içime çekerek kente veda ederken İzmir’in tarihinde açılan bu yeni döneme Hael’in mısralarıyla not düşüyoruz.<br />
‘<strong>’Bütün dünyaya haykırmak istiyorum </strong><br />
<strong>Benim ülkem yanmış</strong><br />
<strong>Benim ülkem bir çılgın şarkı</strong><br />
<strong>Verin bize çocukluğumuzu verin</strong><br />
<strong>Verin bize barışı verin’’ </strong><br />
<strong>***</strong><br />
<strong>‘’Alın denizlerinizi, nehirlerinizi ve papatya çiçeğini</strong><br />
<strong>Daha ne olsun </strong><br />
<strong>Ölülerimiz, özgürlüğe açılan yolda ruhlarımız yüzüyor.</strong><br />
<strong>Hayatımın yarısını orada bıraktınız.</strong><br />
<strong>Dalgaların sırtında kıyıya vuran bir çocuk kadar ürkek bir yabancıyım</strong><br />
<strong>Açıl kapı açıl diyorum biz gaziyiz.</strong><br />
<strong>Satmayan ve satılmayanlar arasında, </strong><br />
<strong>İnsanlık dalgalarında hala vuruluyoruz sırılsıklam</strong><br />
<strong>Ulaşmalıyız bülbülün son şarkısına</strong><br />
<strong>Ben mülteciyim, ben yabancıyım </strong><br />
<strong>Damgalanmış vücudumda</strong><br />
<strong>Dalgalar taşıyor acılarımı, kıyıdan kıyıya kaybolan insanlığa</strong><br />
<strong>Utanç içinde sessizlik, utanç içinde kimlikler, pasaport ve çit</strong><br />
<strong>Ben yabancıyım, ben mülteciyim</strong><br />
<strong>Ama olsun bir gün uyanacağım bu rüyanın kenarından</strong><br />
<strong>Ve bir gün toprağımda hayat ve bütün çiçekler</strong><br />
<strong>Atlar ve ölüler, umutlar, çocuklar, yaşlı gemiler</strong><br />
<strong>Bizi ölümsüzleştiren tuz</strong><br />
<strong>Kimliksiz, pasaportsuz ve çitsiz</strong><br />
<strong>Vatanında yeniden doğacak mülteciler</strong><br />
<strong>Kendi toprağının esmer güneşinde </strong><br />
<strong>Mülteciler’’</strong><br />
<br />
<strong><em>(Arapça’dan Çeviri: Ümit Yaşar Işıkhan)</em></strong><br />
<strong><em>Haber: 4 Temmuz 2016</em></strong></div>
</div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-33993543993771777592016-05-19T08:57:00.001-07:002016-05-19T08:57:36.695-07:001+1 Hayatlar ya da Yeni İstanbul’da Hayatta Kalabilmek
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-dfQEBGSJQ8E/Vz3gOnrHOtI/AAAAAAAADn0/5e8lMnTRukIxrVHGNf-7iOWfsGG6t3TiQCKgB/s1600/1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" border="0" height="290" src="https://2.bp.blogspot.com/-dfQEBGSJQ8E/Vz3gOnrHOtI/AAAAAAAADn0/5e8lMnTRukIxrVHGNf-7iOWfsGG6t3TiQCKgB/s400/1.jpg" title="Perfect Life without windows ;-)" width="400" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;"><strong><em></em></strong></span></span> </div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;"><strong><em></em></strong></span></span> </div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;"><strong><em></em></strong></span></span> </div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;"><strong><em></em></strong></span></span> </div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;"><strong><em></em></strong></span></span> </div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;"><strong><em>Hayli kişisel bir iç döküm ...</em></strong></span></span></div>
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;"><em></em> </span><div class="separator" style="clear: both; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: center;">
<em></em> </div>
</span><div class="separator" style="clear: both; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: center;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;"><em><strong>Dikkat
ettiniz mi bilmem, son dönemde İstanbul’daki emlak piyasasında telaffuz edilen
rakamlar dudak uçuklatıyor. Yıllarca kendi evinde oturup kiracı olma derdi
çekmemiş ancak oluşan yeni şartlar gereği kurtlar sofrasında ev arayan çiçeği
burnunda bir kiracı adayı olarak doğrusu son bir ay içinde gördüklerim,
duyduklarım en azından beni fazlasıyla şaşırtmış durumda. Ben de içimi dökeyim dedim , en fazla kendi kendime söylenmekten kurtulurum ;-))<o:p></o:p></strong></em></span></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;">Öncelikle
şunu kestirmeden koyalım, kent merkezinde yaşam artık aslanın ağzında
arkadaşlar!<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Şöyle ufak tefek, akmaz
kokmaz, eli yüzü düzgün bir daire bakayım diyor emlakçıları dolaşıyorsunuz.
Telaffuz edilen minimum kira 2.000 TL. Faturalar hariç dememe gerek var mı? <o:p></o:p></span></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;">Yalnız
yaşayacağımı söyleyince bazıları bana apartlara bakmamı öneriyorlar. Yani
bildiğiniz ruhsuz, zevksiz mobilyalarla doldurulmuş otel odalarına. Apart
odalar da 800 TL’den başlıyor. Bazılarında mutfak ve banyo ortak. <o:p></o:p></span></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;">İstanbul’da hasbelkader
bir veya iki daire sahibi olmuşsanız sizden keyiflisi yok. Hemen birini kiraya
verip rantıyla geçiniyorsunuz. Geçenlerde baktığım evin sahibesi, bana üst
katın boş olduğunu, tutmak isteyip istemediğimi sordu. Tarihi bir bina, şahane bir
atmosfer. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Ufak bir balkonu da var. Açıkçası
ağzımın suyu aktı. Dairede iki ayrı yatak odası olmasını ilginç buldum. Ortak
girişli, ikinci katında bir başkasının yaşadığı, dairelerin herhangi bir
kapıyla filan da ayrılmadığı evin sahibesi sadece o kat için 2.500 TL
istiyordu. </span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;">‘’E, ama bu çok fazla değil mi?’’ diyecek oldum, iki odadan birini
Airbnb’den kiraya vereceğini, eğer aynı dairede bir başkası ile yaşamak
istersem kirayı biraz daha geriye çekebileceğini söyledi. ‘’Anlaşıldı, pek iştahlı
bir hanımsınız’’ dedim içimden. Gülümseyerek oradan çıktım. </span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;">Bir başka sefer ise şehrimizin müstesna semti Moda'da bir ''stüdyo''yu görmeye gittim. Yerden ısıtmalı, eşyalı, güvenlik kameralı 1+0 pek minik pek güzel bir daire. 2.500 liracık! Artı depozit artı emlakçı artı bilmem ne...Hadi onları geçtim dairenin dört tarafı da duvara bakıyor. Gel de otur o konforun içinde şimdi! </span></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;">Hayır,
istenen rakamları veremeyecek durumda mıyım? Pekala da veririm. Yıllarca işinde gücünde, yapabildiği kadarıyla
ufak ufak birikim yapıp bir kenara koyan bir insanım sonuçta. Belli bir yaşam
standardım var. Ve fakat buna mukabil hem bu inanılmaz rakamlara içim yanıyor ve kendimi aptal yerine konmuş hissediyorum. Hem de şöyle bir gerçek de var ki </span></span><span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;">20 yıllık çalışma hayatımda ilk defa alım gücümü ciddi ölçüde
sınırladığım bir dönemdeyim. Maaşlar belli ama hayat belli değil ve orta halli geliri olup da mutlu olan varsa şapka çıkartırım doğrusu!</span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;"> Neyse ki artık çal
çaput, kıyafete para vermiyorum. Bu da fena bir tasarruf değil hani ;-) En
önemli yaşamsal giderlerimi yol, faturalar ve mutfak harcamaları oluşturuyor. Sistem
seni <b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="color: red;">Homo Economicus</span></b><span style="color: red;"> </span>olmaya zorluyor. <o:p></o:p></span></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;">Peki şikayetçi
olduğum ne ? </span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;">Emeğimizin bir çırpıda eridiği bu yeni hayat düzeni aslında. 1+1’lere
hatta o da yetmiyor 1+0’lara mahkum edilen bu düzenin parçası olmak benim
derdim. Bu yeni düzende geniş oturma salonları, büyük sofralar ve arkadaşlık- komşuluk
ilişkilerine pek yer yok. Herkes kendi küçük bireysel dertlerinin peşinde başı
önde, gözleri telefonunda öylece yaşayıp gidiyor işte. Bazen düşünüyorum, bir
ben miyim şikayetçi olan diye. Sanmam. Öyleyse nedir bu çapraşık düzende var olma
çabası? Kime, neyi kanıtlama derdindeyiz? <o:p></o:p></span></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: Calibri;">Korkarım ki
bir balonun içinde yerleştik, içerideki hava bitene kadar da orada yaşamayı
sürdüreceğiz. Balon dedim de aklıma geldi, TÜİK 2015 yılına ait bir endeks
yayınlamış, başlığı İllerde Yaşam Endeksi. Bu endeks </span></span><span style="color: black; font-size: 12pt; line-height: 107%; mso-bidi-font-family: Arial;"><span style="font-family: Calibri;">konut,
çalışma hayatı, gelir ve servet, sağlık, eğitim, çevre, güvenlik, sivil
katılım, altyapı hizmetlerine erişim, sosyal yaşam ve yaşam memnuniyeti olmak
üzere yaşamın 11 boyutunu kapsıyor. Endeks 0 ile 1 arasında değer alıyor ve 1’e
yaklaştıkça daha iyi bir yaşam düzeyini ifade ediyor. </span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="color: black; font-size: 12pt; line-height: 107%; mso-bidi-font-family: Arial;"><span style="font-family: Calibri;">Şimdi bakınız; </span><strong><span style="font-family: "Calibri",sans-serif; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-font-family: Arial; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Yaşam endeksinde
ilk sırayı Isparta almış. Yaşam memnuniyeti endeksinde ilk sıra Sinop’un olmuş.
Eğitim endeksinde ise ilk sırayı Tunceli almış. Gelir ve servet, sosyal yaşam
ve altyapı hizmetlerine erişimde ise İstanbul ilk sıradaymış. </span></strong></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="color: black; font-size: 12pt; line-height: 107%; mso-bidi-font-family: Arial;"><strong><span style="font-family: "Calibri",sans-serif; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-font-family: Arial; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Detaylı
açıklamaları <a href="http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=24561"><span style="font-weight: normal;"><span style="color: #0563c1;">burada</span></span></a> var ama beni en çok şu cümle bitirdi:
</span></strong></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="color: black; font-size: 12pt; line-height: 107%; mso-bidi-font-family: Arial;"><strong><span style="font-family: "Calibri",sans-serif; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-font-family: Arial; mso-hansi-theme-font: minor-latin;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>‘’</span></strong><span style="font-family: Calibri;">Güçlü toplumsal
ilişkilere, çeşitli sosyal faaliyetlere sahip olma yoluyla bireylerin sağlık,
çalışma hayatı gibi diğer yaşam boyutlarını da olumlu etkileyen sosyal yaşam
endeksinde ilk sırayı 0,6747 ile İstanbul aldı’’. ‘’Balon’’un içinden görünen tablo
buysa, bu işte bir gariplik yok mu Allaşkına ?</span></span><span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p></o:p></span></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-51756722643431973162016-05-14T04:12:00.001-07:002016-05-14T04:13:24.229-07:00“Kendi kendini yiyen bir şehir oldu İstanbul; bir cinayet gibi”<strong>Boğaziçi Üniversitesi'nde Perihan Mağden ile bir araya gelen E. Sevgi Özdamar: “Eskiden İstanbul’a geldiğimde bile şehre hasret duyardım. Şimdi şehirde hiçbir yere gitmek istemiyorum. Kendi kendini yiyen bir şehir oldu İstanbul. Bir cinayet gibi."</strong><span class="art-date"> </span><br />
<span class="art-date"></span><br />
<span class="art-date"> 13.05.2016</span> <br />
<h3 class="journel-name">
<a class="all-articles" href="javascript:WebForm_DoPostBackWithOptions(new WebForm_PostBackOptions("ctl00$ContentPlaceHolder2$lnkMuhabirAra", "", false, "", "../../makaleara/%C3%B6zg%C3%BCr-duygu-durgun", false, true))" id="ContentPlaceHolder2_lnkMuhabirAra">ÖZGÜR DUYGU DURGUN</a> </h3>
<div class="journel-name">
<a href="http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/kendi-kendini-yiyen-bir-sehir-oldu-istanbul-bir-cinayet-gibi-434165" target="_blank">http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/kendi-kendini-yiyen-bir-sehir-oldu-istanbul-bir-cinayet-gibi-434165</a></div>
<h3 class="journel-name">
</h3>
<div class="art-top">
<div class="newsImg">
<img alt="“Kendi kendini yiyen bir şehir oldu İstanbul; bir cinayet gibi”" src="http://kitap.radikal.com.tr/Posts/655x350/2016/05/13/fft1_mf24173.Jpeg" height="170" width="320" /></div>
<div class="art-social">
<div class="art-s-box">
<div class="fb-share-button fb_iframe_widget" data-href="http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/kendi-kendini-yiyen-bir-sehir-oldu-istanbul-bir-cinayet-gibi-434165" data-layout="button" fb-iframe-plugin-query="app_id=274298505942235&container_width=0&href=http%3A%2F%2Fkitap.radikal.com.tr%2Fmakale%2Fhaber%2Fkendi-kendini-yiyen-bir-sehir-oldu-istanbul-bir-cinayet-gibi-434165&layout=button&locale=tr_TR&sdk=joey" fb-xfbml-state="rendered">
<span style="height: 20px; vertical-align: bottom; width: 62px;"></span> </div>
</div>
<div class="art-s-box">
<iframe allowtransparency="true" class="twitter-share-button twitter-share-button-rendered twitter-tweet-button" data-url="http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/kendi-kendini-yiyen-bir-sehir-oldu-istanbul-bir-cinayet-gibi-434165" frameborder="0" id="twitter-widget-0" scrolling="no" src="http://platform.twitter.com/widgets/tweet_button.6f0f2e104cd4fbbafb16bbad6813f68d.tr.html#dnt=true&hashtags=radikalkitap&id=twitter-widget-0&lang=tr&original_referer=http%3A%2F%2Fkitap.radikal.com.tr%2Fmakale%2Fhaber%2Fkendi-kendini-yiyen-bir-sehir-oldu-istanbul-bir-cinayet-gibi-434165&size=m&text=%E2%80%9CKendi%20kendini%20yiyen%20bir%20%C5%9Fehir%20oldu%20%C4%B0stanbul%3B%20bir%20cinayet%20gibi%E2%80%9D&time=1463224184112&type=share&url=http%3A%2F%2Fkitap.radikal.com.tr%2Fmakale%2Fhaber%2Fkendi-kendini-yiyen-bir-sehir-oldu-istanbul-bir-cinayet-gibi-434165&via=Radikal_Kitap" style="height: 20px; position: static; visibility: visible; width: 70px;" title="Twitter Tweet Button"></iframe> </div>
<div class="art-s-box">
</div>
<!-- Place this tag after the last +1 button tag. -->
<br />
<div class="art-s-box fr">
<a class="print-this" href="http://kitap.radikal.com.tr/Preview/434165-yazdir"></a> </div>
<br />
<div class="art-s-size fr">
Çocuk kulakları önce kadın seslerini duydu. Ninni sesleri, atların sesleri, kadınların kendi aralarındaki dertleşmeleri, fısıltıları kaldı büyürken zihninde. Üç aylıkken Anadolu’dan İstanbul’a geldiler ailece. İstanbul onun dünyayla tanıştığı ilk mekân oldu. Vapurlarla da tanıştı büyürken. Vapura her bindiğinde kendine sordu; “Deniz mi kollarında tutuyordu bu şehri yoksa vapurlar mı?”<br />
<br />
Anne ve babasını çok sevdi, hayatı boyunca sevdi. Annesiyle yıllar boyu uzun telefon konuşmaları yaptı ülkeler ötesinden. Öyle ki, anne bir beden olmaktan öteye geçti bir ses oldu onun için… Durup durup “Ah o Ermeni gelinlere nasıl kıydılar?” diye ağlayan babaannesini ise onunla cennete gitmek isteyecek kadar sevdi.</div>
<div class="art-s-size fr">
</div>
</div>
</div>
<div class="art-content">
Sonra filmlerle tanıştı. Sonra şairlerle, yazarlarla, rejisörlerle. Muhsin Ertuğrul, Yaşar Kemal, Brecht, Arendt, Turgut Uyar, Beklan Algan… Kimiyle birlikte nice masalar paylaştı, kimiyle aynı sahneyi ve dünyayı. Ece Ayhan ona “Emine” adını verdi dönemin ünlü Mısırlı şarkıcısı Ümmü Gülsüm’ü hatırlattığı, onun kadar güçlü ve karizmatik genç bir kadın olduğu için.<br />
<br />
Yıllar sonra Boğaziçi Üniversitesi’nin uluslararası misafir programı Boğaziçi Chronicles’ın konuğu olarak, senelerce yaşadığı Almanya’dan İstanbul’a gelen E. Sevgi Özdamar “Ülkeler arasında ilk değiş tokuş edilenler film yüzleridir daha sonra da ölüler” diye anlatacaktı sanatla, dünyasını oluşturan o insanlarla, kitaplarla, filmlerle tanıştığı günleri. Ne yazık ki öyle dönemlerden geçmişti ki film yüzlerinden sonra ise ölülerin yüzleriydi değiş tokuş edilen…<br />
<br />
Boğaziçi Üniversitesi’nin 2013 yılında başlatmış olduğu Boğaziçi Chronicles programı çerçevesinde mayıs ayı sonuna dek İstanbul’da kalacak ve buradaki günlerini yazacak olan E. Sevgi Özdamar bir başka yazar arkadaşı Perihan Mağden ile birlikte katıldığı söyleşide buluşmasına olağanüstü bir metinle başladı.<br />
<br />
Yukarıdaki satırlarda bahsi geçen çocukluğunu, gençliğini ve hayat öyküsüyle birlikte bir ülkenin son 50-60 yılında başından geçenleri bir hikâye gibi anlattı. Anlatırken resimler çizdi. Bir oyun sahneler gibi, anlattıklarının cismine büründü. Hüzünlü ama bir o kadar mizah doluydu. Mizahı sevdiğini anlattı çünkü “Mizahın içinde bir mesafe var ve o mesafe acıyı da anlatmanın en iyi yolu” olmuştu onun için.<br />
<br />
“Çocukluğumda yıldızlara yemin etmiştim, oyuncu olacaktım” diye devam etti konuşmasına Özdamar. Brecht çalışabilmek uğruna 20’li yaşların başında Almanya’ya giderken ardında bıraktığı Türkiye gerilim dolu, cinayet ve ölüm dolu bir ülkeydi. Almanya ise onu savaşın ardından süren yorgunluğuyla karşılamıştı. Savaş sonrası Berlin hâlâ harabelerin görülebildiği bir kentti. Ölülerin dirilerden fazla olduğu bir kent ve o kentin sokaklarında yüksek sesli konuşmaları duyulan Yunan, Türk, İspanyol işçiler…<br />
<br />
Ardından bir süreliğine yine İstanbul’a attı kendisini. O dönemin Tan gazetesi için Hakkâri’ye gidip röportajlar yaptı. “Hakkâri Türkiye’yi Arıyor” başlığıyla çıkan o röportaj dizisi Sansaryan Han’da üç haftalık gözaltı ile sonuçlandı. Türkiye hastaydı o yıllarda. Faşizm ortamında daha fazla hastalanmamak için yine Almanya’nın kollarına attı kendini. Brecht aşkıyla gittiği Almanya’da Türkiye’de hastalanan kelimelerini iyileştirmeye çalıştı. Sonra hayatına bir dönem Paris girdi. Almanya ile Türkiye arasında tercih yapmak zorunda kaldığı o zor dönem adeta, “Kocayla sevgili arasında tercih yapmak” gibiydi. O da tercihini üçüncü bir yoldan kullanarak Paris’te tiyatro yaptı.<br />
E. Sevgi Özdamar, Boğaziçi Üniversitesi’nde Perihan Mağden eşliğindeki söyleşisinde sıklıkla geçmişe döndü. Ece Ayhan’la geçirdiği Üsküdar dönemini anlattı. Minimalist bir insan adam olan Ece Ayhan’ın Üsküdar’daki evinde bir paltoyla geçirilen soğuk geceleri anımsadı. Hatta bir parantez açarak öldükten sonra edebi mirasıyla birlikte Ece Ayhan’ın ona yazmış olduğu mektupları da Berlin Akademi’ye bağışlayacağını söyledi.<br />
<br />
Perihan Mağden’in güncel meselelere dair sorularıyla ise yaşadığımız ‘an’a döndü Özdamar; İstanbul’a dair gözlemlerini, tiyatro yapmakla yazar olmak arasındaki farklılıkları, tiyatro yaparken zamanı durdurduğunu; yazarken yaşadığı çileyi anlattı: “Eskiden İstanbul’a geldiğimde burada olduğum halde şehre hasret duyardım. Şimdi şehirde hiçbir yere gitmek istemiyorum. Kendi kendini yiyen bir şehir oldu İstanbul. Bir cinayet gibi. 60’larda olduğu gibi kalsaydı bugün bir Venedik olabilirdi.”<br />
<br />
Sonra, zor zamanlardan geçtiğimizi söyledi yazar. Ama böyle anlarda, bir lokmacık da olsa iyi hissetmek için, yapabileceğimiz en güzel şeyin bir hayalimizi gerçekleştirmek olduğunu ekledi. Özdamar’ın doyumsuz sohbetinden bize ise birkaç satır Brecht kaldı… Sahi, “İnsan neyle yaşar?”</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-21296072365573841062016-04-23T11:53:00.000-07:002016-04-23T11:56:02.851-07:00Nükleer Alaturka: Türkiye’nin nükleer ile imtihanı <a href="https://lh5.googleusercontent.com/proxy/uMEpNK6YKbacfPG-8RMF1aOX6V7Eu7qdBF07d8Th1HBJYLYv3WU2czP7SFp5m8mptcH07RAqRPAhkUe5WyuqhEnIfLIM--pRF05vvv3ammNs2cZYMJbm9oB-HSCS34s6fuPa" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img alt="" border="0" class="mid-banner" src="http://t24.com.tr/files/20160422213501_a16d9e6a-6aac-4969-96ed-b9ac4b83f11f.gif" height="333" width="400" /></a><em><strong>Atom’u ilk keşfeden emekli öğretmen Sıtkı Bey miydi? İzmir Çiğli’deki ‘’İbrahim’’ füzeleri dünyayı nasıl bir krizin eşiğine getirdi? Çernobil sonrası halının altına neler süpürüldü? Türkiye’nin trajikomik ve absürt nükleer hikâyeleri tekmil-i birden bu belgeselde olacak…</strong></em><br />
<br />
<a href="http://t24.com.tr/yazarlar/ozgur-duygu-durgun/nukleer-alaturka-turkiyenin-nukleer-ile-imtihani,14396" target="_blank">http://t24.com.tr/yazarlar/ozgur-duygu-durgun/nukleer-alaturka-turkiyenin-nukleer-ile-imtihani,14396</a><br />
<br />
ÖZGÜR DUYGU DURGUN<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://lh3.googleusercontent.com/proxy/a0xdDFmvbljoTKmABG-wxP4F_0rJZDBvqv-vtuoupiYOCoo6QAqqmmvffvGMELOPMFzgqhVpwtflqdxQh30sl0l-BENyglTDDmzIhncMoMZBVFa4n5WP6ExmmlH9spUUCj3u" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img alt="" border="0" class="mid-banner" src="http://t24.com.tr/files/20160422213524_8d4f4535-25ca-46c0-8e6b-050117b50c0b.jpg" height="110" width="200" /></a></div>
<br />
<br />
<em><strong>23 Nisan 2016 / T24</strong></em><br />
<em></em><br />
Belgesel sinemacı ve akademisyen Can Candan, ‘’Benim Çocuğum’’dan sonra yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendiği yeni bir projeyle ile yola çıktı.<br />
<br />
Türkiye’nin nükleer hikâyelerini derleyerek, bugüne dek kamuoyu önünde şeffaf bir biçimde tartışılma imkânı bulamamış nükleer meselesini farklı boyutlarıyla toplumun önüne koymayı amaçlayan film, Türkiye’den Japonya’ya, Avusturya’dan Ermenistan’a farklı coğrafyalara uzanarak nükleere dair hikâyeleri ana odak Türkiye gözünden anlatacak.<br />
<br />
<em>‘’Türkiye nükleer tarihi boyunca ilk kez bu kadar keskin bir yol ayrımında: Ya nükleer enerji üreten bir ülke olacak ya da Almanya gibi ileri teknoloji sahibi bir ülkenin yaptığı gibi nükleer sevdadan vazgeçecek’’. </em>‘’Nükleer Alaturka’’nın çıkış noktası işte bu yol ayrımı. Bugün, Çernobil’in 30. , Japonya’daki Fukuşima kazasının ise beşinci yıldönümünde Türkiye’de şimdiye dek etraflıca konuşulmayan ancak hayati önemiyle konuşulması elzem olan bir konuda bellekleri tazelemek istediklerini anlatan Can Candan’dan ‘’Nükleer Alaturka’’nın hikâyesini dinledik.<br />
<br />
<strong>‘’Nükleer Alaturka’’ projesi nasıl oluştu?</strong><br />
<strong>Can Candan: </strong>Bu filmi ilk defa 1995’te hayal etmeye başlamıştım. O yıl Akkuyu’da bir nükleer karşıtı festivale katılmıştım. Türkiye’deki nükleer karşıtı hareketin güçlenmesi de o döneme rastlar ki ben bu konuyla ilgilenmeye o yıllarda başlamıştım. Sonrasında da sosyal medyada Nükleer Alaturka Film Projesi adlı bir grup kurarak bu projenin adını koymuştum.<br />
<br />
Akkuyu önemli bir örnek, çünkü Türkiye’deki ilk ve tek santral lisansı 1976’da Akkuyu’ya veriliyor. <strong>Büyükeceli</strong> kasabası halkı o tarihte buna hayır diyor. Yani Türkiye’de nükleer karşıtı hareket ilk defa orada başlıyor. Bu hareketi başlatanlar bugün hala hayattalar.<br />
<br />
Akkuyu dışında, Sinop ve İğneada şu anda Türkiye’de nükleer santral kurulması planlanan yerler. Akkuyu’da inşaat devam ediyor. Aslında bu bölgede yaklaşık 40 yıldır bir nükleer santral kurulmaya çalışılıyor. Tam 40 yıldır farklı hükümetler Türkiye’de bir nükleer santral inşa etmeye çalışmış ama başaramamışlar. Fakat bugün itibariyle bu hedefe hiç bu kadar yaklaşılmamıştı. Bildiğiniz gibi, Rusya ile yapılan anlaşma sonrasında, bundan tam bir yıl önce Akkuyu’da bir temel atma töreni yapıldı ve o dönemde korkunç bir tanıtım kampanyası hazırlandı.<br />
<br />
Biz şimdiye kadar hep bir nükleer santral lafı duyuyorduk ama ilk defa bu kampanya ile Türkiye’nin her yerinde, reklam panolarında, internette, sinema salonlarında, televizyonlarda gözümüze sokulan bir kampanya halini aldığını gördük. Bu kampanyanın ‘’Enerji ihtiyacı, güçlü Türkiye, nükleer enerji güç demek, istihdam demek’’ mesajları eşliğinde toplumsal algıyı belli bir şekilde yönlendirmeyi amaçladığı açıktı.<br />
<br />
Dolayısıyla bu noktada bizim de buna karşı muhalefetimizi artık daha yoğun olarak dillendirmemiz gerektiğine karar verdim ve bu filmi pişirmeye 2015 Ekim başı itibariyle basladık. O günden bu yana araştırma sürecimiz ve kaynak yaratma arayışımız sürüyor.<br />
<br />
<h3>
<a class="fancyBox" href="http://t24.com.tr/files/20160422213414_bb0b2c35-3a1d-4943-9653-895e7d977b2d.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img alt="" class="to-left" src="http://t24.com.tr/files/20160422213414_bb0b2c35-3a1d-4943-9653-895e7d977b2d.jpg" height="320" style="float: left;" width="304" /></a><strong>Muallim Sıtkı Bey’in atom kuramının izinde</strong><br /> </h3>
<strong>Türkiye’nin Nükleer Hikâyeleri alt başlığını okuyoruz fragmanda. Film ne anlatacak, biraz içeriğe dair konuşalım…</strong><br />
Önce Türkiye’de nükleerin tarihine bakmamız gerekiyor. Burada da akla ilk gelen soru nükleer ya da o zamanki deyişiyle ‘’atom’’ kelimesi dilimize ne zaman girdi? Araştırmalarımızda şunu keşfettik; 1933 yılında henüz atom bombası ortada yok iken Cumhuriyet Gazetesi’nde bir haber yayınlanmış. Habere göre Atatürk, çıktığı bir yurt gezisinde Bursa’da Sıtkı Bey isimli bir emekli muallim ile görüşüyor. Sıtkı Bey bu görüşmede Atatürk’e kendisinin keşfettiğini iddia ettiği atom kuramlarını anlatıyor.<br />
Filmin adından da anlaşılacağı gibi nükleere nükteli bir yerden bakmaya çalışıyoruz aslında. Sıtkı Bey gibi bir isimle karşılaşmış olmamız çok ilginç. Sıtkı Bey, Atatürk’ten atom üzerine kitap yayınlamak üzere destek istiyor, hatta Atatürk onu dönemin fizik profesörleriyle tanıştırıyor. Profesörler Sıtkı Bey’e yeni bir şey keşfetmemiş olduğunu anlatmaya çalışıyorlar ama Sıtkı Bey cesaretini yitirmiyor ve kitabını bir şekilde bastırıyor. Hatta Nobel ödülüne başvurmaya girişiyor. Ancak biz hikâyenin şimdilik bu kadarını biliyoruz. Dolayısıyla şimdi Sıtkı Bey’in hikâyesinin peşinden gideceğiz. Ailesine, arşivine ulaşmaya çalışacağız.<br />
<strong>Filmin saha çalışmasında başka neler olacak?</strong><br />
Akkuyu, Sinop ve İğneada’da çekimler olacak, nükleer karşıtı hareketten insanlarla görüşeceğiz. Bölgenin doğal hali ve zenginliğini göstermek istiyoruz. Ayrıca İzmir, Manisa civarında çekimlerimiz olacak. İzmir’in konuyla nasıl bir ilgisi var diye merak edilebilir, şöyle;<br />
İzmir’deki Çiğli Askeri Hava Üssü’ne 1962 yılında, NATO kapsamında 15 adet nükleer başlıklı Jüpiter füzeleri getiriliyor ve orada bir eğitim ve kumanda merkezi kuruluyor. Bu füze başlıklarının her biri 100 Hiroşima bombası gücünde. Bunlar daha sonra Çiğli başta olmak üzere beş yere konuşlandırılıyor. Bunlara IRBM (Intermediate Range Balistic Missiles) füzesi deniliyor. Yerel halk bu füzeleri ‘’İbrahim’’ diye adlandırıyor. Bu füzeler yönleri Rusya’ya hedeflenmiş biçimde bir yıl boyunca o bölgede bekliyorlar.<br />
Kamuoyu çok bilmez, bundan sonraki gelişmeler ise şöyle seyrediyor; Kruşçev Kırım’da tatildeyken bu füzelerin varlığından haberdar oluyor ve misilleme olarak Küba’ya nükleer füze koymaya karar veriyor. Dolayısıyla 1962 yılında Sovyetler Birliği ile ABD arasında bir füze krizi baş gösteriyor. ABD Küba’ya donanmasını gönderiyor. Bir 3. Dünya Savaşı’na saatler kala kriz çözülüyor. ABD bu füzelerden sonra Polaris denizaltılarını Türkiye civarına konuşlandırıyor. Bu arada Soğuk Savaş döneminde İtalya’da da nükleer füzeler yerleştiriliyor ancak onların başına son derece trajik bir şey geliyor; füzelerin üstüne yıldırım düşüyor ve mekanizma çalışmaya başlıyor. Neredeyse tamamen kaza sonucu bir nükleer savaş çıkma ihtimalinin kıyısına geliniyor. Neyse ki kaza önleniyor. Türkiye de bu faciayı kıyısından atlatıyor.<br />
<a class="fancyBox" href="http://t24.com.tr/files/20160422213430_a298ccc1-0c84-4df0-946e-38e5be1a207c.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img alt="" class="to-left" src="http://t24.com.tr/files/20160422213430_a298ccc1-0c84-4df0-946e-38e5be1a207c.jpg" height="320" style="float: left;" width="226" /></a><strong>Bu hikâyeler ne kadar kırılgan ve hayati bir meseleden bahsettiğimize işaret ediyor. Şu anda bazı ülkeler de bu yüzden nükleerden vazgeçiyor değil mi?</strong><br />
Nükleer ile başa çıkılamayacağını anlayan ülkelerden Almanya 2011’de yani Fukuşima’dan hemen sonra, bir enerji dönüşümü politikasına geçeceğini açıkladı. Bu şu anlama geliyor, Almanya’daki 17 nükleer santralin hepsi 2022’ye dek kapatılacak.<br />
Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘’Akkuyu’yu yapmayın diyorlar ama Avrupa’da 135 nükleer santrali var onları ne yapalım?’’ diye sordu geçenlerde. Sorunun cevabı belli. Almanya bu santralleri kapatıyor. Avusturya da bu açından ilginç bir örnek. 1978’de Avusturya’da ilk nükleer santral kuruluyor. Her şey hazır, içinde yakıtı da var ama insanların tepkisi sonucunda çalıştırılamıyor ve ülkede bir referandum yapılıyor. Referandum sonucunda ‘’Avusturya nükleer enerji üretmeyecektir’’ diye bir kanun çıkıyor. Avusturya yakın zamanda da bu santrali güneşten enerji üreten bir tesis haline getiriyor. Belçika ise kömürden elektrik üreten termik santralini kapattı. Çevre bilinci yükseldikçe ve doğaya verilen zarar anlaşıldıkça nükleerden vazgeçiliyor.<br />
<br />
<br />
<h3>
<strong>‘’Anlamak istiyorsanız gidin mezar taşlarına bakın’’</strong><br /> </h3>
Demokratik ülkelerde insanlar kendi gelecekleri ile ilgili kararlara müdahil oluyorlar. Bu coğrafyada yaşayan insanlar olarak nasıl bir gelecek istiyoruz, nükleer enerjili bir gelecek mi yoksa nükleer enerjisiz bir gelecek mi? Bunu tartışmak zorundayız. Biz de bu filmle konuyu kamuoyunun gündemine getirmeyi, kamuoyunda tartışılabilir hale getirmeyi amaçlıyoruz.<br />
Nükleer dediğimiz şey sınır tanımıyor. Bu ay Çernobil’in 30 yıldönümü. Karadeniz bölgesi başta olmak üzere Çernobil’in etkileri ile 30 yıldır uğraşıyoruz biz. Özellikle Doğu Karadeniz’de kanser oranlarının bu kadar yüksek olmasının Çernobil ile ilgisi olduğunu uzmanlar söylüyor.<br />
O dönemde haberler çıkmaya başlar başlamaz YÖK’ten üniversitelere radyasyon ile ilgili çalışmaları kesinlikle yayınlamayacaksınız talimatı geliyor. Etkilenen bölgelerde ise insanlar bunu kendi içlerinde yaşıyorlar. Müzisyen Kazım Koyuncu ‘’Anlamak istiyorsanız gidin mezar taşlarına bakın’’ demişti. Ancak Çernobil’den 30 yıl sonra yaşananlar bugün Türkiye’de hala tartışılamıyor. Çernobil sırasında hamile olan kadınların çocuklarındaki doğuştan sakatlıklar araştırılmış değil. Günümüzde de bu tür hikâyeler devam ediyor.<br />
<br />
<h3>
<strong>‘’Nükleer silahımız yok ama ev sahipliği yapıyoruz’’</strong><br /> </h3>
<strong>Ne gibi hikâyeler geliyor?</strong><br />
Örneğin İzmir’de bir hastanede tıbbi amaçlı kullanılan radyoaktivite içeren sıvıların işleri bittikten sonra lavaboya döküldüğü bilgisi geliyor. Radyoaktivite içeren atığın lavaboya dökülmesi kanalizasyon yoluyla yeraltı sularına, çevreye radyoaktivite yayılması anlamına geliyor.<br />
Biz nükleer enerji üretmiyoruz diye atığımız olmadığı sanılıyor oysa Türkiye’ye gayri resmi kanallardan nükleer atık geliyor. Yine İzmir Gaziemir’de bir kurşun fabrikasına radyoaktif atık gömüldüğü haberlerini okuduk yakın geçmişte. Gelen bu atıklar, geçen yıl Aliağa’da sökülen radyoaktif yüklü Kuito gemisi, Manisa’daki uranyum madenciliği, nükleer politikalar, nükleer silahlar bu meselenin ayaklarını oluşturuyor.<br />
Şu anda İncirlik’te nükleer başlıklı silahlar mevcut olmasına rağmen ‘’Türkiye’nin nükleer silahı yok’’ deniliyor ama aynı raporun bir sonraki cümlesini okuyorsunuz ‘’Nükleer silahımız yok ama Türkiye NATO kapsamında nükleer silahlara ev sahipliği yapıyor’’ deniliyor.<br />
Nükleer Alaturka’da bu pek bilinmeyen yerel ve küresel hikâyeleri birebir yaşayanlardan, tanıklardan, uzmanlardan, aktivistlerden, politikacılardan dinleyeceğiz. Görsel-işitsel arşiv malzemeleri, Cem Dinlenmiş’in animasyonları ve Mozart'ın mehter marşından esinlenerek bestelediği söylenen "<em>Rondo Alaturka</em>”sı ya da "<em>Türk Marşı</em>" ile seyirciyi kâh düşündüren, kâh güldüren, kâh hayret ve dehşet içinde bırakan bir belgesel olarak tasarlıyoruz filmi.<br />
<br />
<strong>Akkuyu için son alınan bu kamulaştırma kararı santralin inşaatını hızlandıracak mı dersiniz?</strong><br />
AKP Hükümeti’nin bir önceki Enerji Bakanı Hilmi Güler ‘’Nükleer santral yapımı bizim için namus meselesi haline geldi’’ gibi bir cümle kurmuştu. Dolayısıyla bu konuda ilerleniyor. Ancak nükleer istemeyenlerin de seslerini çıkartmaları gerekiyor ki tartışma fırsatı bulalım. Demokrasiler böyle işliyor, sizin sesinizi çıkarmanız ve geleceğiniz ile ilgili söz hakkı talep etmeniz gerekiyor ki yönetenler sizi dinlesin.<br />
<br />
<strong>Peki, bundan sonra nasıl ilerleyeceksiniz?</strong><br />
Henüz yolun başındayız. Bu süreçte ekip olarak üç koldan ilerliyoruz: Araştırma ve arşiv taraması, senaryo ve yaratıcı hikâyeleştirme (grafik ve animasyon) çalışması, maddi kaynak arayışı. Bir yandan da araştırmaya yerelde devam etmek ve ön çekimler yapabilmek istiyoruz. Hedefimiz, ilk çekimleri ve araştırma-arşiv malzemelerini kullanarak bir fragman hazırlamak ve böylece film yapım fonlarına başvurabilmek. Akkuyu’daki inşaat bitmeden bu filmin bitmesi lazım, dolayısıyla şu anda inşaat süreci ile rekabet halindeyiz.<br />
<hr />
Bağımsız bir belgesel olarak çekilecek film kitlesel <a href="https://www.indiegogo.com/projects/nuclear-alla-turca-documentary-film#/story" target="_blank">fonlama kampanyası ile destek bekliyor. </a><br />
<br />
<h3>
<strong>Nükleer Alaturka film ekibi</strong><br /> </h3>
<strong>Can Candan (yönetmen, yapımcı)</strong><br />
Ayşe Çetinbaş (yapımcı)<br />
<strong>Christian Bergman (yapımcı)</strong><br />
Filiz Yavuz (danışman ve araştırmacı, ’Beni Akkuyu’larda Merdivensiz Bıraktın: Türkiye’nin Nükleerle İmtihanı’ kitabının yazarı)<br />
<strong>İlke Ercan</strong> (bilimsel danışman, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Bölümü öğretim üyesi)<br />
Arda Çiltepe (yardımcı yapımcı, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu)<br />
<strong>Saadet Özen (arşiv araştırmacısı, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü doktora öğrencisi)</strong><br />
Selen Çatalyürekli (yönetmen yardımcısı)<br />
<strong>Cem Dinlenmiş (çizer)</strong><br />
Özcan Vardar (kurgu, Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü mezunu)<br />
<strong>Meryem Yavuz (görüntü yönetmeni) </strong>
<!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2Ft24.com.tr%2Ffiles%2F20160422213501_a16d9e6a-6aac-4969-96ed-b9ac4b83f11f.gif&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://lh5.googleusercontent.com/proxy/uMEpNK6YKbacfPG-8RMF1aOX6V7Eu7qdBF07d8Th1HBJYLYv3WU2czP7SFp5m8mptcH07RAqRPAhkUe5WyuqhEnIfLIM--pRF05vvv3ammNs2cZYMJbm9oB-HSCS34s6fuPa" --><!-- Blogger automated replacement: "https://lh5.googleusercontent.com/proxy/uMEpNK6YKbacfPG-8RMF1aOX6V7Eu7qdBF07d8Th1HBJYLYv3WU2czP7SFp5m8mptcH07RAqRPAhkUe5WyuqhEnIfLIM--pRF05vvv3ammNs2cZYMJbm9oB-HSCS34s6fuPa" with "https://lh5.googleusercontent.com/proxy/uMEpNK6YKbacfPG-8RMF1aOX6V7Eu7qdBF07d8Th1HBJYLYv3WU2czP7SFp5m8mptcH07RAqRPAhkUe5WyuqhEnIfLIM--pRF05vvv3ammNs2cZYMJbm9oB-HSCS34s6fuPa" --><!-- Blogger automated replacement: "https://lh3.googleusercontent.com/proxy/a0xdDFmvbljoTKmABG-wxP4F_0rJZDBvqv-vtuoupiYOCoo6QAqqmmvffvGMELOPMFzgqhVpwtflqdxQh30sl0l-BENyglTDDmzIhncMoMZBVFa4n5WP6ExmmlH9spUUCj3u" with "https://lh3.googleusercontent.com/proxy/a0xdDFmvbljoTKmABG-wxP4F_0rJZDBvqv-vtuoupiYOCoo6QAqqmmvffvGMELOPMFzgqhVpwtflqdxQh30sl0l-BENyglTDDmzIhncMoMZBVFa4n5WP6ExmmlH9spUUCj3u" --><!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2Ft24.com.tr%2Ffiles%2F20160422213524_8d4f4535-25ca-46c0-8e6b-050117b50c0b.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://lh3.googleusercontent.com/proxy/a0xdDFmvbljoTKmABG-wxP4F_0rJZDBvqv-vtuoupiYOCoo6QAqqmmvffvGMELOPMFzgqhVpwtflqdxQh30sl0l-BENyglTDDmzIhncMoMZBVFa4n5WP6ExmmlH9spUUCj3u" -->Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-35271324838578100942016-04-04T05:22:00.002-07:002016-04-04T05:22:28.338-07:00Kayp kadınlar tarihini yazmak istiyorumArnavutköy Amerikan Kız Koleji’ndeki orta ve lise eğitiminin ardından 1979’da Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden lisans, 1983’te Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden yüksek lisans, 1989’da Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden doktora dereceleri aldı. 27 yıl boyunca Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde ders verdi. 2002-2011 yılları arasında bölüm başkanlığı görevini yürüten, bu yıl itibariyle ise emekliliğini kazanan Prof. Dr. Nüket Esen, önümüzdeki dönemde Boğaziçi’ndeki lisansüstü derslerine devam edecek. <br />
<br />
Prof. Dr. Esen’in aralarında ‘’Türk Romanında Aile Kurumu’’ (1990), “Kara Kitap Üzerine Yazılar” (1992) ‘’Modern Türk Edebiyatı Üzerine Okumalar’’ (2006), ‘’Orhan Pamuk’un Edebi Dünyası’’ (2008), ‘’Beliyat-ı Mudhike ve Karı Koca Masalı ve Ahmet Mithat Kaynakçası’’ (2011), “Hikâye Anlatan Adam: Ahmet Mithat (2014) olmak üzere pek çok edebiyat incelemesi bulunuyor. <br />
Prof. Dr. Nüket Esen ile Boğaziçi’nden Haberler okurları için görüştük.<br />
<br />
<b>Bugüne dek incelediğiniz yazarlara baktığımızda temel izleklerden birinin Batı-Doğu kültürleri arasında kalmışlık olduğunu görmek mümkün. Bu alanda çalışan bir bilim insanı olarak böyle karmaşık bir kültürel coğrafyada edebiyat çalışmak üzerine neler söylemek istersiniz?</b><br />
<strong></strong><br />
<b>Nüket Esen:</b> Batılılaşmış bir ailede büyüdüm, ancak anneannem oldukça dindar bir insandı. 11 yaşından itibaren Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde okudum. Evde aldığım kültür ile okulda gördüğüm Amerikan odaklı Batı kültürü hayatım boyunca gayet güzel bir arada oldu. Daha sonra sosyolojide Master yaptım. Bir dönem İngiliz Edebiyatı’nda doktora yapmak istedim ancak bu ülkede yaşadığımı düşününce Türk Edebiyatı’nda doktora yapmaya karar verdim. Doktora yaparken Türk edebiyat tarihini öğrenmek çok keyifliydi. Bunun ardından Türkçe edebiyat metinleri ile ne yapacağımın cevabını ise Batı Edebiyatı’na dair aldığım eğitimde bulmuştum zira bizim edebiyat tarihimiz çok keyifli olmakla birlikte edebi metinlere genel yaklaşım yazarın hayatı, eserlerinin listesi, eserlerin özetleri gibi klişelerden oluşmaktaydı. Dolayısıyla ben de Türk edebiyatı metinlerine yaklaşırken tamamen Batı kaynaklı öğrendiklerimi kullandım. <br />
Boğaziçi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden okurken bir dönem Amerika’dan Prof. İlhan Başgöz ders vermeye gelmişti. Ondan aldığımız Halk Edebiyatı dersinden ne kadar etkilendiğimi anlatamam. İlhan Başgöz bize köylerdeki saz sairlerinin kayıtlarını dinletirdi. Bunlar anlatının, hikâye etmenin çeşitlemeleriydi. Anadolu toprağındaki çeşitlemeler beni her zaman ilgilendirdi. İngiliz Edebiyatı okurken bir de seçmeli ders olarak Osmanlıca vardı, o dersi alan 5-6 kişiden biriydim. Dolayısıyla ilk gençliğimden bu yana hep Batı-Doğu kültürlerinden aldıklarımı çalışma alanlarıma da taşıdığımı düşünüyorum.<br />
<b>Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde 27 yıldır ders verdiniz. Bu bölümü Türkiye’deki diğer edebiyat bölümlerinden farklılaştıran temel özellikler nelerdir?</b><br />
<strong></strong><br />
Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü<b> </b>oldukça farklıdır. Bizde İngilizce bilme zorunluluğu vardır ki bu Türk edebiyatı okuyanlar için bir süs değildir. Edebiyat kuramları ve eleştiri ile anlatıbilim üzerine çalışabilmek için mutlaka üç yabancı dilden (İngilizce, Fransızca, Almanca) birini biliyor olmanız gerekir. Edebiyat ile ne yapacağınızı öğrenmek için İngilizce bilmek çok büyük fayda sağlar. Bizde uzun yıllar akademide edebiyat metinlerine daha çağdaş yaklaşımlarla yaklaşanlar Batılı eğitim almış hocalar olmuştur. Türk Edebiyatı üzerine ilk defa onlar yeni gözlüklerle eğilmiştir. Örneğin Berna Moran, Jale Parla, Sibel Irzık, Nazan Aksoy, Nurdan Gürbilek’i saymam mümkün… Bu insanlar İngiliz ve Amerikan Edebiyatı metinlerinden sonra Türk edebiyatı metinleri üzerine çalıştılar. Kuram ve eleştiri bildikleri için de edebiyatımıza çok önemli yaklaşımlar getirdiler. <br />
<br />
Bu iki kaynağı birleştirmeye çalışan biraz da ben oldum. Hem Türkçe edebiyat tarihi öğrenmek durumundaydım hem de geleneksel yaklaşıma az da olsa ayak uydurmak zorunda kaldım. Ama bunların yanında Batı kökenli yaklaşımlardan yararlanabildim. Bugün artık Boğaziçi Üniversitesi’nde yeni edebiyat hocaları, yani 19. yy. ortası ve 20. yy. dönemini çalışan hocalarımızın hepsi bu çizgidedir. Öğrencilerimizin bir kısmı da Boğaziçi’ndeki Türk Dili ve Edebiyatı eğitiminin farklı olduğunu bilerek geliyorlar. İngilizce de öğrendikleri veya bildikleri için buradaki öğrenci profili de diğer üniversitelerdeki bölüm öğrencilerine göre bir hayli farklı.<br />
<br />
<b>Peki, yukarıda Batı kültürüyle yetişmiş olarak saydığınız bu isimler eski edebiyat ile yani 19. yy öncesinde yazılmış metinlerle nasıl bir ilişki kuruyor?</b><br />
Bu saydığım kişiler eski edebiyat metinlerini çalışmıyorlar. Ama eski edebiyat metinlerine daha çağdaş yaklaşımlar da başladı. Yeni yaklaşımlarda metinlerin sadece anlamı çıkarılıp, imajları üzerinde durulup geçilmiyor. Metinler bazı edebiyat kuramları ışığında ele alınıyor ve bu metinlerin şimdiye kadar fark edilmemiş yönleri ortaya çıkıyor. <br />
<br />
<b>Eski edebiyattan söz açılmışken son dönemde gündeme gelen Osmanlıca tartışmalarını nasıl yorumluyorsunuz?</b><br />
Osmanlıca ve Arap alfabesinin birbirinden farklı olduğunu hatırlamak gerekiyor. ‘’Osmanlıca öğretelim kültürümüz kayboluyor’’ yaklaşımını kişisel olarak doğru buluyor ve katılıyorum. Ancak bugünkü kutuplaşmış dünyada bu konuda da bir konsensüse varmak çok zor. Ben örneğin ortaokulda Osmanlıca öğrenmiş olmayı isterdim. Bu sayede yeni yeni eski dilden çevrilmeye başlanan Ahmet Mithat’ı orijinalinden okuyabilirdim. Gayet basittir dili aslında, eski yazıyı bilirseniz çok rahat okuyabilirsiniz. <br />
<br />
<b>Ahmet Mithat demişken sizin çalışmalarınızda ayrı bir yeri olduğunun altını çizerek sormak istiyoruz; Ahmet Mithat ‘tan Orhan Pamuk’a- ki Pamuk da sizin özel çalışma alanlarınızın başında geliyor- Türkiye’de sürüp giden bir Batılılaşma –Doğulu kalma ikilemi var edebiyatta da. Bu probleme dair neler söylemek istersiniz?</b><br />
Ahmet Mithat bu arada kalmışlığı çözümlemeye çalışıyor. Hem gelenekseli korumak istiyor hem de Batılılaşmayı istiyor ve bu ikisinin gayet güzel birlikte yaşayabileceğini savunuyor büyük bir gayretle. Batı medeniyetine hayran bir Abdülhamitçi olarak Doğu ve Batının bir arada uyumlu bir biçimde gidebileceğine inanıyor. Orhan Pamuk ise sonuca, gelinen duruma bakıyor ve ‘’Evet her şey bir arada gidiyor ama bakın halimize karmakarışığız, belki de zenginliğimiz budur’’ diyerek meseleyi orada olduğu gibi bırakıyor. Ahmet Mithat gibi bir savunuda bulunmuyor. <br />
<b> </b><br />
<b>Orhan Pamuk’un son romanına dair ilk izleniminizi merak ediyoruz. Kimilerine göre Kırmızı Saçlı Kadın bir siyasi dönem romanı, kimilerine göre bir kadın romanı olarak tanımlanıyor… </b><br />
İki bölümlü bir roman, ilk bölümü bambaşka bir yerde duruyor. Ondan sonrası ise bir önceki bölümün çözümlemelerinden oluşuyor. Kadın konusunda bence önemli bir roman çünkü başkarakterlerden biri olan kadın romanın taşıyıcısı konumunda. Erkekler arasındaki ilişkiler onun aracılığı ile kurulmuş durumda. Kadının bu kadar merkezi bir yerde durması açısından hayli farklı bir Orhan Pamuk romanı. Rahat okunan, hızlı yazılmış bir roman. <br />
<br />
<b>Son olarak, ilerleyen döneme dair yeni bir çalışmanız var mı? </b><br />
Fatma Aliye üzerine çalışmak istiyorum. Biliyorsunuz Fatma Aliye ilk Türk kadın romancı olarak kabul ediliyor. Edebiyatta kadın çizgisine bakmak gerekiyor diye düşünüyorum. Kadın yazarların eserleri edebiyatta hep ikinci sınıf olarak kabul edilmiş, nitekim Fatma Aliye’nin beş romanı olduğu halde uzun yıllar edebiyat tarihlerinde hiç adı geçmemiştir. Böyle olunca kim bilir kimler göz ardı edilmiş diye düşünüyorsunuz. 1970’lere gelene kadar kimler yok sayıldı diye açıkçası çok merak ediyorum ve edebiyatta kayıp kadınlar tarihine Fatma Aliye ile başlamak istiyorum.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-LiOhNsyK4LY/VwJcR-Mxu7I/AAAAAAAADlQ/09ZS5nhWx5Etl7T1bRYV_hj2OD6RvUc9Q/s1600/IMG_6227.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-LiOhNsyK4LY/VwJcR-Mxu7I/AAAAAAAADlQ/09ZS5nhWx5Etl7T1bRYV_hj2OD6RvUc9Q/s320/IMG_6227.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<a href="http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/edebiyatta-kayip-kadinlar-tarihini-yazmak-istiyorum" target="_blank">http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/edebiyatta-kayip-kadinlar-tarihini-yazmak-istiyorum</a><br />
<br />
<b><i>Söyleşi: Duygu Durgun </i></b>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-32395855416332244592016-02-24T07:25:00.002-08:002016-02-24T07:25:12.558-08:00Akdeniz: ''Kara mı denizi çevreliyor, deniz mi karayı?''<div class="lead">
<strong><em>Osmanlı döneminde Akdeniz’in bağlantılar, ağlar ve zenginlikler alanı olan ve aynı zamanda çatışmalar, savaşlar ve sınır anlaşmazlıkları ile dolup taşan güney ve doğu kıyılarındaki ticaret kentlerinin sosyolojik ve ekonomik tarihi kapsamlı bir kitapla okurların karşısında. ‘’Osmanlılardan Günümüze Doğu Akdeniz Kentleri’’ kitabını Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Biray Kolluoğlu ile Tarih Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Meltem Toksöz yayına hazırladı</em></strong>.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-zX0oBLOMpHg/Vs3LSuKBFII/AAAAAAAADjc/NgZE0QwSzDk/s1600/resized_187df-d5c32fc9osmanlinindoguakdenizkentleri.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-zX0oBLOMpHg/Vs3LSuKBFII/AAAAAAAADjc/NgZE0QwSzDk/s320/resized_187df-d5c32fc9osmanlinindoguakdenizkentleri.jpg" width="279" /></a></div>
<div class="lead">
</div>
<div class="lead">
<a href="http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/akdeniz-kara-mi-denizi-cevreliyor-deniz-mi-karayi" target="_blank">http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/akdeniz-kara-mi-denizi-cevreliyor-deniz-mi-karayi</a></div>
<div class="lead">
</div>
<br />
İş Bankası Kültür Yayınları arasından kısa süre önce yayımlanan <b>‘’Osmanlılardan Günümüze Doğu Akdeniz Kentleri’’</b>, Türkiye ve dünyadan 14 yazar ve akademisyenin makalelerini bir araya getiriyor. Kitabı Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi <b>Prof. Dr. Biray Kolluoğlu</b> ile Tarih Bölümü öğretim üyesi <b>Doç. Dr. Meltem Toksöz</b> yayına hazırladı. Kitabı dilimize İngilizce aslından <b>Neyyir Berktay</b> çevirdi.<br />
<br />
Yüzyıllar boyunca, dünyanın en işlek ve canlı ticaret yollarının bulunduğu bölge olan Akdeniz’in sosyal tarihini ticaret kentleri üzerinden okumaya davet eden bu çalışmayı yazarlar Toksöz ve Kolluoğlu, 2008 yılında aramızdan ayrılan bilim insanı <b>Faruk Tabak</b> ve geçen yıl yitirdiğimiz Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümünün değerli öğretim üyesi <b>Vangelis Kechriotis</b>’e ithaf ediyorlar. <br />
Kitap, 1350’lerden 1850’lere kadarki uzun dönem boyunca Doğu Akdeniz’in ekonomik ve toplumsal yapısında yaşanan büyük ölçekli değişimleri konu alırken ‘ticaret kentlerinin toplumsal, kültürel ve siyasal düzlemlerdeki olaylarla karşılıklı ilişkisi nasıldı?’’, ‘’Akdeniz’in sosyal tarihini liman ve ticaret kentleri üzerinden okuyabilir miyiz?’’, ‘’ Bir bütün olarak Akdeniz bölgesi, siyasal iktidarlardan ve kültürel kimliklerden görece bağımsız yapısal bir birlik sunuyor mu?’’ gibi sorulara cevaplar sunmaya çalışıyor.<br />
<br />
Yazarların ortak perspektifi, kentleri ekonomik yapıya bağlayan dünya sistemi analizi çerçevesinde düşünmeleri ve sorgulamalarını, "kozmopolitizm kavramını ulus-devlet imgeleminden ve Avrupa hegemonyasından özgürleştirme" hedefi etrafında geliştirmeleri olarak göze çarpıyor. Bu ortak çabanın ağırlık noktasını İzmir, Selanik, Beyrut, İskenderun ve İstanbul gibi 19. yüzyıl küreselleşmesinin kapıları ve düğüm noktaları olan liman kentleri ve onların artalanları oluşturuyor.<br />
Prof. Dr. Biray Kolluoğlu ve Doç. Dr. Meltem Toksöz kitabın başında, Akdeniz’in tarih boyunca önemine dair şöyle bir girizgâh yapıyorlar:<br />
<br />
<i> ‘’Dünyayı zihnimizde kıtalar üzerinden haritalarız. Bunun altında, geniş su kütlelerinin insan, mal, haber ve bilgi akışının önünde sınırlar, kısıtlar, engeller oluşturduğu, karasal alanların ise kavuşma ve aidiyet olduğu algısı yatar. Belki de Akdeniz, tarihsel ilişkileri ve birliği temsil eden tek su kütlesidir. Burada, en azından 19. yüzyıla kadar deniz, onu çevreleyen toprakları gölgede bırakarak, ‘’kara mı denizi çevreliyor, deniz mi karayı?’ sorusunu anlamlı kılmıştır. Akdeniz bu önemini geçen yüzyılda kaybetmiş görünmektedir. Modern dünyanın görülmemiş dinamizmi ve sersemleştirici hızı önceki dünyaları yok edip sisli anılara dönüştürmüştür, öyle ki günümüzde egemen coğrafya söyleminde kıtaların batılarından, ortalarından ve doğularından söz ediliyor. Akdeniz’in kapitalist toplumsal değişim girdabından yüzeye çıktıktan sonra en fazla kuzey ve batı kıyılarında ışıldamasının nedeni belki de budur.</i><br />
<i>Gerçekten de, değişimin göz kamaştırıcılığının imgelemimizi şekillendirdiği koşullarda, tarihsel sürekliliğin sıkıcı olarak algılanıp bir kenara atılması şaşırtıcı değildir. Akdeniz’in, özellikle de doğu kıyılarının oynadığı rolün yüzyıllara uzanan sürekliliği heyecan verici toplumsal değişim katmanları altına gömülmüştür’’.</i><br />
Kitabı oluşturan akademik üretim sürecinin aynı zamanda ‘’Doğu Akdeniz ticaret kentlerinin kartografisini oluşturmaya doğru bir haritalama’’ çabası olduğunu belirten Kolluoğlu ve Toksöz ile bu kapsamlı çalışma üzerine konuştuk. <br />
<b>Kitabı hazırlarken hareket noktanız neydi?</b><br />
<b>Biray Kolluoğlu: </b>Meltem Toksöz ile 2003-2004’te Almanya’da doktora sonrası araştırma yapıyorduk. Bu kitabı hayal etmeye 2004’te Berlin’de bulunan Wissenschaftskolleg’de başladık. ‘’Osmanlı liman kentleri’’ araştırmacıların ilgi alanına Fernand Braudel Center’dan yayılan dünya sistemi perspektifine gireli 10 yılda fazla olmuştu o sırada. Bir süredir araştırmacılar, 19. Yüzyıl Akdeniz ticaret kentlerine veya diğer adıyla liman kentleri üzerine çalışmalar, konferanslar artıyordu. Bu araştırmacılar tek başına liman kentleri ile ilgilenmiyorlar, periferileşme süreçlerine de odaklanıyorlardı. Biz de bir anlamda bu grup içindeydik. 21. yüzyılın başında milli devlet modelinin zorlandığı, toplumsal gerginliklerin çoğaldığı, etnik çatışmaların arttığı bir dönemde, nasıl oluyordu da insanlar 19. Yüzyılda bu karmaşık, farklı dillerin, etnik kimliklerin, dini kimliklerin farklı kültürlerin olduğu şehirlerde bir arada, göreceli olarak barışçıl, ticaretin yükseldiği alanlar yaratmışlardı? Biz de bugünden bakarak biraz bu temalar üzerinde düşündük ve geriye dönüp bakmak istedik. Bu yollar yeni yollar değildi, bu şehirler ilk defa bağlanmıyordu birbirine. Bu çerçevede araştırmacıları bir araya getirerek liman kentlerini bağlayan bu yolların ortaya çıkmasını ve Akdeniz’in tarihsel olanaklılığını yeniden düşünmemizi amaçlayan bir atölye yapalım dedik. Konferans için yine bir liman ve ticaret kenti olan Beyrut’u seçtik. Elinizdeki kitap bu çalışmaya özel olarak davet ettiğimiz araştırmacıların makalelerinden ortaya çıktı.<br />
<b> </b><br />
<b>Meltem Toksöz: </b>Biray’ın anlattıklarına ekleyecek olursam; önümüzde Braudel’den çıkan ve ona eklemlenen Osmanlı tarihi çalışmaları içinde bir periferileşme sürecinin ana ögesi olarak liman kenti çalışmaları yapılıyordu ve bu bir gündem yaratmıştı. Tarihçiler arasında da şehir tarihçiliği gündemi vardı. Biz bu ikisinin birbirinden çok ayrı gittiğini öğrenciliğimizden bu yana gözlemliyorduk. İkimiz de teorik olarak baktığımız ve benzer eğitimlerden geldiğimiz için bu iki yolu birleştirmeye, tek tek şehirlerin tarihini ele alarak değil de başka bir gündemden bakmaya çalıştık. Berlin’e sadece liman kentleri değil liman kentleri ve ötesiyle ilgili çalışmalar sunmaya gitmiştik. <br />
Örneğin benim daha önceki çalışmalarımdan olan Mersin konulu çalışmada Mersin bir liman kenti olarak aslında son noktaydı. Benim için asıl başlangıç tarımsal kapitalizmin hinterlandının oluşması ve bu birikimin liman kenti ile olan ilişkisiydi. Keza, Biray‘ın İzmir ile ilgili çalışması mevcut liman kentleri çalışmalarından farklılaşıyordu. İzmir’i bir liman kenti olarak ele alan değil; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçerken milli devlet sürecinde mekâna ve nüfusa dair bir çalışmaydı. <br />
Dolayısıyla her ikimiz de liman kentleri üzerine diğer çalışmalarından ve bakış açılarından farklılaşıyorduk. Bu kitap da liman kentlerini aşmaya çalışan bir bakışın ürünü oldu. Kitapta liman kenti kavramını da aşan, hinterland veya port city yerine adına ‘’ticaret kenti’’ diyebileceğimiz yeni bir kavram ürettik. Ticaret kenti deniz kıyısında olmayan ama Akdeniz’in önemli bir parçası olan başka kentler de olduğunu düşünerek bu kitabı kurguladık.<br />
<br />
<b><u>Ulus devlet yereldeki kozmopolitliği yok etti</u></b><br />
<strong><u></u></strong><br />
<b>19. yüzyıl Akdeniz’inde yaşanan kozmopolitlik ile bugün çağımızın kozmopolitliğini karşılaştıracak olursak neler söylenebilir?</b><br />
<strong></strong><br />
<b>Biray Kolluoğlu</b>: 19. yüzyıl kozmopolitliğinde ticaret kentlerine veya başka kentlere baktığımızda aslında bu kentler tamamen yerel kentlerdi. Yani köklerini, oradaki ilişkilere, ağlara, değerlere, dillere bağlamış yerlerdi. Örneğin İzmir’de konuşulan İtalyanca veya Fransızca ayrı bir İtalyanca, Fransızcaydı. Katolik inançlar çok İzmirliydi. Farklı gruplar İzmirlilikleri çerçevesinde bir arada durabiliyorlar ve yerele olan hakimiyetlerinden, buradaki bağlantı ve ilişkilerinin gücünden güçleniyorlardı denebilir. Bir anda yerellerine kapalı kentler bunlar. Tam da bu güçlü yerellik kozmopolitliği mümkün kılmaktaydı. Milli devlete geldiğimizde ise yerelliklerin çözülüp merkezileştirildiğini görüyoruz. Yerellik bağının çözülmesi bugün 19. yüzyılda mümkün olduğu şekilde farklı grupların bir arada yaşamasını, kozmopolitliği imkânsız hale getirdi. Araya ulus devlet girdiğinde aradaki bağlar da kesilmiş oldu<br />
<br />
<b>Meltem Toksöz:</b> Bugünkü kozmopolitlik ile 19. Yüzyıldaki kozmopolitliği çok bağdaştırmıyoruz. Biz kozmopolitliği yerele bağlıyoruz. Bugün ise kozmopolitlikten çok farklı bir şey anlıyoruz, ki bunu kitapta da örneklerle anlatmaya çalıştık. <br />
19. yüzyıl kozmopolitliğine baktığımızda yereldeki bağlar olmasa yerelden Londra’ya veya Trieste gibi uluslararası merkezlere açılımlar olmayacaktı. Bugün ulus-devletteki kozmopolitlik tersten bir hareket, yani dünyadan ulus merkezine, ulus merkezinden yerele gidiyor. Oysa bizim kurgulamamızda yerelden çıkan ve devlet merkezini de aradaki bağlardan sadece bir tanesi yapan farklı bir kozmopolitlik söz konusu. Benim Mersin- Çukurova üzerine yaptığım çalışmada da bu yaklaşım vardı. Bu çerçevede uluslararası ortam, yerel ortam, merkezi ortam üçü eş zamanlı bir kozmopolitlik yaratıyordu. Tek başına ulus devlet veya tek başına kapitalist merkez olarak Avrupa ya da yerel değil, bu üçünün bir arada olması öne çıkıyor. <br />
<br />
Tanzimat tarihçiliğine yani modern devletin kurulma sürecine bakacak olursak, ulus devlete benzer şekilde merkezi olarak bir yapı kurulur ve yerelde bu merkezin replikaları olur. Bu bağlamda Beyrut’a bakan biri Beyrut’ta küçük bir Osmanlı devleti replikasını görür ve İstanbul ve Beyrut ilişkisini kurar. Bu Tanzimat tarihçiliğinde hala geçerli bir görüştür. Bizim için ise, bu ilişki çok temel bir ilişki değildi. Yerellik çok önemliydi. Biz modern devleti hep merkezi algılamışızdır ancak 19. yüzyıla bakacak olursak merkezi devlet mekanizmalarının kurulması aslında yerel mekanizmalarla mümkün olmuştur. Modern devletin kurgusunun mutlaka ulus-devlet üzerinden olması gerekmiyor. Osmanlı’da da bu böyle değildir aslında. Osmanlı’nın ulus-devlete ne kadar hazırlanmış olduğu, hala Osmanlı tarihçiliği anlamında da önemli bir tartışma olmaya devam ediyor. Biz kitapta da bu bakış açısını yansıtmaya çalıştık. Kitap, bu anlamda bu teorik çerçeveyi yansıtan çalışmaları bir araya getiriyor. 16. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan tarihsel süreçte ticaret kentlerinin altyapısal ilişkilerinden, Akdeniz haritalarına uzanan farklı bakış açılarına yer veren makalelerden oluşuyor.<br />
<br />
<b><u>Bugünkü savaş ortamında Akdeniz her zamankinden daha önemli</u></b><br />
<br />
<b>Kitapta Edmund Burke III tarafından dile getirilen, büyük siyasal dönüşümlere, savaşlara ve yarattığı yıkımlara rağmen Akdeniz’in ‘’derin bir yapısal birliği’’ olduğu düşüncesinden hareketle soracak olursak, günümüzde yaşanan bu savaş ortamında Ortadoğu yeniden şekillenirken Akdeniz’de hala bir ‘’derin yapısal birlik’’ten söz edilebilir mi?</b><br />
<b>Biray Kolluoğlu: </b>Akdeniz’de bugün ölüm yolları var. Akdeniz’deki o yolların tarih boyunca devam eden birbirine bağlılığı ve geçişkenliğinin engellememesi bugün de göç yollarıyla ortaya çıkıyor. Her ne kadar Avrupa kapılarını kapatsa da bizim kartografisini yaptığımız o yollar açık ve devam ediyor. Bugün tüyler ürpertici bir şekilde Akdeniz’in kıtalararası herhangi bir su olmadığını, kendisinin başlı başına bir alan olduğunu, Akdeniz kıyılarının birbirinden kopamadığını görüyoruz. <br />
<b>Meltem Toksöz:</b> İçinde yaşadığımız dehşet bize zor gelir ama tarihçiler bilirler ki dehşet her zaman vardı. Akdeniz hiçbir zaman barış içinde olmadı, üzerinde pek çok savaşın ve trajedinin yaşandığı bir bölge oldu. Bugün yaşanan büyük bir trajediymiş gibi görünüyor çünkü buna yine ulus-devlet gözlüğünden bakıyoruz. Bugün göçün yolları aslında Akdeniz’i Atlantik’e bağlayan eski ticaret yolları. Dolayısıyla bugün Akdeniz’in varlığı daha da anlamlı. Akdeniz olmadan Atlantik olmuyor, hiçbir zaman da olmamıştı. Bugün yaşanan insanlık dramında da bunu görüyoruz.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-55777064776866362662016-02-09T02:14:00.001-08:002016-02-09T02:16:22.899-08:00Sultanların değil aşçıların, liderlerin değil küçük insanların tarihi<br />
<br />
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-po6M9cv4GYA/Vrm8KysmseI/AAAAAAAADic/sa43010jR7Y/s1600/eskizamanlareskiinsanlar.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://4.bp.blogspot.com/-po6M9cv4GYA/Vrm8KysmseI/AAAAAAAADic/sa43010jR7Y/s320/eskizamanlareskiinsanlar.jpg" width="195" /></a><br />
<strong>Osmanlı İmparatorluğu dönemi İstanbul sokaklarındaki işportacıların, delilerin, çocukların, kadınların, arzuhalcilerin kısacası ‘’küçük insanların’’ hikâyelerinin peşinde koşan bir tarihçi Yavuz Selim Karakışla.</strong> <br />
<br />
Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi olan Yrd. Doç. Dr. Karakışla, otorite tarafından önemseyen, hatta neredeyse görülmez olan ‘’marjinal’’ hayatların tarihini yazıyor. Sultanların savaş zaferlerini nasıl kazandığını yazmak yerine, sultanın yanında sefere katılan aşçının yaşam serüvenini merak ediyor. Karakışla’nın Doğan Kitap’tan çıkan iki yeni kitabı <i>‘’Eski Zamanlar, Eski İnsanlar’’</i> ve ‘<i>’Eski Hayatlar, Eski Hatıralar’’</i>, Osmanlı toplumunun günlük hayatına, toplumsal yaşamına ışık tutuyor.<br />
<br />
<a href="http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/sultanlarin-degil-ascilarin-liderlerin-degil-kucuk-insanlarin-tarihi" target="_blank">http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/sultanlarin-degil-ascilarin-liderlerin-degil-kucuk-insanlarin-tarihi</a><br />
<br />
<br />
<b>Osmanlı üzerine çok sayıda yayınınız var. Toplumun bugüne dek göz ardı ettiği ‘’marjinal’’ denilebilecek insanları araştırıyor olmak mevcut tarih yazımına bakıldığında çalışmalarınızı oldukça farklı bir yere koyuyor. Öncelikle ‘’küçük insanların tarihi’’ diye tanımladığınız bu alana ilginiz nasıl başladı, sizden dinleyebilir miyiz?</b><br />
<strong></strong><br />
Ben Boğaziçi’ne Kimya Mühendisliği okumak üzere geldim. Ancak dersleri almaya başladığımda sonuç felaket oldu, zira sadece iki dersten başarılı olduğumu gördüm. Bunlardan biri Teknik Resim dersiydi, diğeri ise Engin Deniz Akarlı ve Selim Deringil’den seçmeli aldığımız tarih dersiydi. Mühendis olamayacağımı anladığımda Tarih Bölümü’ne girdim. Bölümde Zafer Toprak hocayı rol model olarak aldım. Zafer Hoca etrafındaki öğrencileri iktisat tarihine yönlendiriyordu. Master’ı burada bitirip doktoraya başvurduğumda Zafer hocanın yönlendirmesiyle State University of New York / Binghamton’a Donald Quataert’in yanına gittim. İkisi tanışırlardı ve birbirlerinin çalışmalarını beğenirlerdi. Donald, bir iktisat tarihçisiydi ama emek ağırlıklı çalışırdı. Ben de Donald ile emek tarihi çalışacağım diye başladım ve sonunda onun ilgi alanlarına yöneldim. Bu da beni kadın tarihine, avam dediğimiz kesimin tarihiyle ilgilenmeye, emeğiyle yaşamak zorunda olan aşağı sınıfların tarihini çalışmaya yönlendirdi. Sonunda tarihçilerin gözünde kaybedilmiş olarak düşünülen, kadınlar, .çocuklar, işçiler, hamallar, hatta diğer marjinal sayılmış insanlarla ilgilenmeye karar verdim.<br />
Şu anda üniversitenin web sayfasında kendimi tanıtan yazıda da belirttiğim gibi, benim alanım ‘<i>’History of Losers in the Ottoman Empire’’</i> (Osmanlı İmparatorluğu’nda Kaybedenlerin Tarihi). Aslında bu insanlar kaybeden değiller. Bu insanlar tarihçilerin ilgisizliği yüzünden kenarda köşede kalmış insanlar. <br />
<br />
<b>Türkiye’de tarih öğretiminde kuşaklar boyunca devam eden bir resmi söylem ve resmi tarih olgusu söz konusu. Resmi tarih bize liderleri ön planda tutan bir tarih algısını aşıladı. Bu sizce Türkiye’ye özgü mü bir durum mu?</b><br />
<strong></strong><br />
Bu topraklarda Osmanlı’dan başlayarak tarihçilik vakanüvis geleneğinden etkilenmiştir. Vakanüvis, yani tarihçi aslında sultanın yanında olan bir devlet görevlisidir. Dolayısıyla vakaları kaydederek olan bitenleri sarayın gözünden aktarmasından daha doğal bir durum olamaz. Bu gelenek Cumhuriyet kurulduktan sonra da devam etmiştir. Tek adam kültü bize Osmanlı’dan mirastır. <br />
Bizde Orta Asya’dan kalma bir ataya tapınma kültürü vardır. Bir örnekle anlatayım; Türkiye Müslüman bir ülkedir, ama Kurban Bayramı veya Ramazan Bayramının arife veya ilk gününde mezarlık ziyareti yapan tek Müslüman toplum biziz. Bu da bizim Orta Asya’dan taşıdığımız bir gelenek. Bu kültür bizim tarihçilik anlayışımızı da etkilemiştir. <br />
Tarihi büyük adamlar yapar diye düşünüyoruz. Brecht’in meşhur şiirini Can Yücel çevirisiyle hatırlarsak; ‘<i>’Yavuz Sultan Selim Mısır’ı fethederken yanında bir aşçı olsun yok muydu?’’</i><br />
Ben, Yavuz Sultan Selim gibi sultanların değil, aşçılarının peşine düşmeyi Mısır’ın fethedilmesinden daha kıymetli bulurum. Bu, tarihe yeni bir açılım getiren bir yaklaşımdır aynı zamanda. Devletin tarihini yaparak o toplumu tarihini anlattıklarını iddia edemiyor artık tarihçiler. Bunu artık toplumun bünyesi kabul etmiyor. Tarih, Osmanlı sultanlarının savaşları, barışları, aşkları, meşklerinden ibaret değil. <br />
<b>Türkiye’de tarihin yeniden yazımında popüler kültür de çok etkili değil mi, özellikle televizyon dizilerini düşünecek olursak?</b><br />
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-x9iVrvyJ8yU/Vrm8MJGCx2I/AAAAAAAADig/oafQU5Fm07Q/s1600/eski%2Bhayatlar.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://4.bp.blogspot.com/-x9iVrvyJ8yU/Vrm8MJGCx2I/AAAAAAAADig/oafQU5Fm07Q/s320/eski%2Bhayatlar.jpg" width="320" /></a>Tarihle romantizm arasında çok net bir bağlantı var. Tarihçilik ve tarih maalesef ülkenin milliyetçilerinin ihtiyaçlarına hitap eden bir araştırma alanı haline gelmiş. Şimdiye dek Osmanlı tarihçilerinin pek çoğu milliyetçi kökenlerden geldiler. Tarihteki başarılar, savaşlar ve egemenliklere baktılar. Son 40-50 yılda yazılmış olan Osmanlı tarih kitaplarına bakıldığında hep ilerleme ve fetihler döneminin veya 19. yüzyıldaki modernleşme çağının öne çıktığını görüyorsunuz. Ancak aradaki 17. ve 18. yüzyıllar pek çalışılmamış. Böyle olunca tarih bir tüketim maddesi haline getirilmiş oluyor. <br />
Televizyonda da izledik. Muhteşem Süleyman (1520-1566) 46 yıl iktidarda kalmış, müthiş bir fetihler dönemine imza atmış. Ancak sinema sektöründe savaş tarihi çekmek zordur, pahalıdır ve çok meşakkatlidir. Öyle olunca bu projeyi hazırlayan ekip Sultan’ı hareme hapsedip, onu aşk hayatıyla ele almayı tercih etmiş olabilir. Çok başarılı, çok görkemli bir diziydi, ama dönem açısından ne öğrendik derseniz maalesef çok fazla bir şey göremedik.<br />
<br />
<b><u>Televizyon dizilerinde bir sultan literatürü yaratılıyor</u></b><br />
<strong><u></u></strong><br />
Öte yandan, Osmanlı’ya merak duyulması güzel bir şey. Bu durum, Osmanlı dönemi kitaplarına ilgiyi ve kitapların satışını artırıyor. Ancak yaratılan bir sultan literatürü var. Şu anda Muhteşem Süleyman dizisinin devamı gibi ekrana gelen, aynı mekânları kullanan bir dizi daha var. Aradan 100 küsur yıl geçmiş, ama dizide sanki hiçbir şey değişmemiş gibi. Kıyafetler bile aynı. <br />
<br />
Bunun altında bizde bir ecdat arama ve hatta ecdatta da zafer ve başarı arama eğilimi var. Seyirci açısından, o soydan, Osmanlı soyundan geldiğini düşünme hali, izleyicinin tarih ile olan ilişkisinde çok sorunlu bir duruma işaret ediyor. Romantik bir ilişki bu, çünkü kimse geçmişte gerçeği aramıyor. Bizim milliyetçiliğimiz de çok romantik bir milliyetçilik aslında. Siz bugünün ihtiyaçlarına cevap olarak tarihten belli alanlar veya belli konular seçerseniz, kaçınılmaz olarak, bu ihtiyaçlara siyasi olarak cevap vermiş olursunuz. Örneğin şu anda T.B.M.M.’de 1970’lerde Kara Murat, Tarkan filmleriyle filan büyümüş milliyetçi muhafazakâr bir kuşak var. Onlar Kara Murat filmlerindeki Bizans prenseslerini gerçek zannedebiliyorlar. Romantizm bu açıdan milliyetçiliğin en zayıf noktalarından biri maalesef.<br />
<br />
<b>Peki, bu tür bir milliyetçiliğin tuzağına düşmeden, küçük insanların büyük tarihini anlatmak nasıl mümkün olabiliyor, siz örneğin bu kitapları yazarken hangi kaynaklardan yararlanıyorsunuz? </b><br />
<strong></strong><br />
Ben bu bahsettiğimiz romantizm ve ideolojik tarih tüketimi oyununa düşmeden, bu oyunun dışına çıkmaya çalıştım. <br />
Osmanlı’nın toplumu nasıl gördüğüne bakalım önce; bu imparatorluk üç kıtaya yayılmış çok dinli, çok kimlikli kocaman bir devlet. Bizim zannettiğimiz gibi Ermeniler bir mahallede Rumlar başka bir mahallede, Müslümanlar ile birbirlerine dokunmadan bir hayat yaşamıyorlar. Yine Yavuz Sultan Selim örneğine dönecek olursak, Yavuz Sultan Selim bu fetihleri yaparak Osmanlı toplumunda Müslümanların çoğunluk hale gelmesini sağlamıştır. Bundan dolayı çok önemlidir. Daha da ilginci, bu fetihler öncesinde Alevilerin oranı belki de Sünnilerden daha yüksekti, bilmiyoruz. Osmanlı Devleti bütün bu unsurları bir arada idare etmeyi başarabildiği için bence Osmanlı Devleti olmuştur. <br />
Burada bir sorun yok. Sorun tabana indiğinizde, bugünün düşünce biçimiyle geçmişteki o dönemi yorumlamaya çalıştığınızda ortaya çıkıyor. Bugün benim öğrencilerim ‘’Osmanlı içki içmezdi, çünkü Müslümandı’’ diye düşünüyorlar. Hayır, 1914 yılında İstanbul’da 21 ayrı şirketin rakı sattığını biliyoruz. <br />
‘’Osmanlı hep at sırtında fetihlere giderdi’’ zannediyorlar. Hayır, bu insanlar barış zamanında da bir arada yaşayan insanlardı. Rum bakkaldan alışveriş yapan, Ermeni fırıncıdan ekmek satın alan, Musevi kasaptan et alan insanlardı bunlar. Bu arada, komşunun kızına abayı yakmamış olmaları ihtimali hiç yok! Bizim hiç tahmin etmediğimiz kadar birbirleriyle iyi geçinen ve bir arada yaşayan bir toplumdu Osmanlı. Bizim bugünkü milliyetçi beklentilerimiz sokak seviyesindeki o küçük insanlara indiğinde, orada farklı bir gerçeklik ortaya çıkıyor. İşte bu gerçeği çalışmaya başladığınızda kaynak sıkıntısı önemli oluyor, çünkü bu “küçük” insanlar okuma yazma bilmiyorlar. Dolayısıyla size yazılı kaynak bırakmamışlar. <br />
<br />
<b><u>Küçük insanların tarihini yazmak aslında delilik!</u></b><br />
<strong><u></u></strong><br />
Osmanlı İmparatorluğu’nda nüfusun yüzde ikisinin okuma yazma bildiğini düşünürsek, küçük insanların tarihini yazmaya çalışmak aslında biraz delilik. Ancak, Osmanlı aynı zamanda ceberut bir devlet; her şeyi kontrol ediyor, her şeyi kaydediyor. Devletin arşivlerine girdiğinizde küçük insanları hemen bulamıyorsunuz. Küçük insanlar devletin belgelerinde ancak arıza çıktığında var oluyorlar. Örneğin, ne zamanki bir fabrikada arıza çıkar, işçiler sokağa çıkıp gösteri yapar, makineleri kırarlar; işte o zaman devletin belgelerine girmeye başlarlar. Yukarıdan üretilmiş devlet belgelerinden bakıp tabanın tarihini yapmaya çalışırken, devletin gözünden değil aşağıdaki insanın gözünden bir şeyler çıkartmaya çalışmanız lazım. Bu da samanlıkta iğne aramak misali, epeyce meşakkatli… <br />
Eskiden tarihçilerin işi daha kolaymış, devletin belgelerine bakıp, devletin tarihini yazmışlar. Siz Osmanlı devlet arşivindeki bu dokümanlara akla gelmemiş farklı sorularla gittiğinizde, aynı belgeler size bambaşka cevaplar vermeye başlıyor. Osmanlı arşivi 400 milyon belgeden ibaret, bunun 120 milyonu tasnif edilmiş ve içinde aklınıza gelebilecek her konuda her şey var. Benim Doğan Kitap’tan çıkan <i>Eski Hayatlar, Eski Hatıralar</i> kitabım örneğin, 84 ayrı arşiv dosyasından yola çıkılarak yazılmıştır. Şu sıralarda da benim Osmanlı toplumsal yaşamını ve çeşitli örgütlenmeleri ele aldığım “<i>Eski İnsanlar, Eski Cemiyetler” </i>adlı üçüncü kitabımı da yayına hazırlıyorlar. Bu kitaplardan bazı parçaları çeşitli derslerdeki okuma listesine koymayı planlıyorum…<br />
<br />
<b><i><b><i><br /></i></b><br />
Söyleşi: Duygu Durgun </i></b>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-27494504848744560342016-02-04T03:33:00.000-08:002016-02-04T03:36:28.822-08:00''İnsanca yaşam’’ için siz de gönüllü olun!<div class="lead">
<strong></strong> </div>
<div class="lead">
<strong></strong> </div>
<div class="lead">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-6-RHRfNt4uk/VrM3n6zn70I/AAAAAAAADiI/RQJ--5EmYK0/s1600/bodrum.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="247" src="https://1.bp.blogspot.com/-6-RHRfNt4uk/VrM3n6zn70I/AAAAAAAADiI/RQJ--5EmYK0/s400/bodrum.jpg" width="400" /></a><strong>Başlangıçta bir grup gönüllünün Bodrum’da sığınmacılara yardım etmek amacıyla oluşturduğu bir platform olarak yola çıktılar. Sekiz ay içinde yaklaşık 50 bin insanın hayatına dokundular. Üstelik sadece Bodrum’daki sığınmacılara değil Türkiye’nin farklı yerlerinde yardıma muhtaç insanlara da ulaşıyorlar. Son olarak üniversite öğrencilerine yönelik yeni bir program da başlatan Bodrum’da İnsanca Yaşam Derneği’nin çalışmalarını dernek başkanı Ayça Kubat’tan (BÜ ’09) dinledik.</strong></div>
<div class="lead">
</div>
<div class="lead">
<a href="http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/insanca-yasam-icin-siz-de-gonullu-olun" target="_blank">http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/insanca-yasam-icin-siz-de-gonullu-olun</a></div>
<div class="lead">
</div>
<br />
Bodrum’da İnsanca Yaşam Derneği 2015 Ekim ayında Bodrum'da yaşayan Türkiye vatandaşı ve yabancı gönüllüler tarafından kuruldu. Geçen yaz başında bir araya gelen bir grup Bodrumlu’nun Bodrum'daki mülteci krizine çare bulmak amacıyla hayata geçirdiği bu oluşum, sığınmacıların en temel ihtiyacı olan gıda, temizlik, ve giyecek ihtiyaçları üzerine yoğunlaşarak önce ufak adımlarla bir yardım ağı meydana getirdi. Derneğin başkanlığını bir Boğaziçili olan Ayça Kubat üstleniyor.<br />
Gönüllü sayısı giderek artarken potansiyel sorunlara hızlı çözümler üretebileceklerini görüp daha somut çalışmalar yapabilmek ve başka projeler üretebilmek adına dernekleşmeye karar veren gönüllüler, sığınmacılara destek projelerini halen sürdürüyorlar. Üstelik tamamen gönüllü çabalarla kurulan yardımlaşma ağı sayesinde sadece sığınmacılara değil; Bodrum’da veya başka bir yerde yaşayan yardıma muhtaç kişilere de destek oluyorlar. Geçtiğimiz sekiz ay içinde yemek, hijyen paketi ve kıyafet yardımlarıyla 50 bin kişiye ulaştılar.<br />
<br />
Bodrum’da İnsanca Yaşam Derneği’nin başkanlığını bir Boğaziçili olan <b>Ayça Kubat</b> üstleniyor. 2009 yılında Ekonomi Bölümü’nden mezun olan Ayça Kubat, başta Boğaziçi camiası olmak üzere, katkı sunabilecek herkesi Bodrum’da İnsanca Yaşam Derneği’ne el vermeye çağırıyor ve Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine şöyle sesleniyor: ‘<b>’</b><b>Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin dünyanın kanayan yarası olan mülteci sorununun çözümüyle ilgili bizim gibi dayanışmalara katılıp gönüllü olarak çalışmalarını başka üniversitelerin öğrencilerine örnek olmalarını çok isterim’’.</b><br />
<strong></strong><br />
<strong></strong><br />
<b>Bodrum’da İnsanca Yaşam Derneği nasıl ve ne zaman kuruldu? Derneğin oluşum öyküsünü kısaca dinleyebilir miyiz?</b><br />
<strong></strong><br />
Aslına bakarsanız derneğimizin de diğer tüm organizmalar gibi bir resmi doğum tarihi var, bir de gönüllülerin ilk bir araya geldiği tarih. Resmi kuruluşumuz Ekim 2015, fakat Bodrum’a mülteci akını başlayıp gözlerin Bodrum’a dikildiği günlerde yani 2015 yazının başında çalışmaya başlamıştık. Elbette en başta herkesin birbirinden habersiz bir şeyler yapmak için canla başla çalıştığı o ilk birkaç haftanın sonunda, önce sahada ardından da sosyal medyada bir araya geldik ve daha organize çalışmaya başladık. Bireysel yardımlar önce çekirdekten başladı, herkes evinde giymediği, yemediği ne varsa yüklenip getiriyor ve ihtiyacı olanlara dağıtıyordu. Fakat düşünsenize, bir ara öyle bir hale geldi ki, akşam sıcak yemek dağıtımında 350-400 kişiyle karşılaşır olduk. Dolayısıyla bireysel yardımlar tıkandı, yetememeye başladık ve dernekleşme kararı aldık, iyi ki de öyle yaptık, şimdi çok daha fazla insana elimiz uzanıyor. Ve böylece artık bağış alabiliyor ve sürdürülebilir çözümler için çalışıyoruz. Başka ulusal/uluslararası dernek ve kurumlarla birlikte projeler üretiyoruz. <br />
Derneğimiz, imece usulü çalışıyor. Örneğin, akşamları sığınmacıların da içinde olduğu Bodrum’daki evsizlere çorba dağıtma kararı aldığımızda sosyal medyadan bir yardım çağrısı yaptık. Ertesi gün bunun için ihtiyacımız olan tencereler, mercimek, yağ, ekmek, kaşık, karton bardak… Her bir malzeme birisinden geldi, biri pişirmek için gönüllü oldu, bir diğeri dağıtımını yapmak için… Yani, “Dernek içinde karar alalım, ihtiyacımız olanları da marketten alıp kolları sıvayalım” diye başlamıyoruz hiçbir projeye. Ne yapıyorsak içinde bulunduğumuz sivil toplumu da içine katıyoruz, istiyoruz ki çorba pişerken onlar da karıştırsın, bir defa bile olsa dağıtmaya gelsin. <br />
<br />
<b><u>Bodrum’daki sel felaketinde etkilenen ailelere yardım ettiler</u></b><br />
<b>Sadece sığınmacı /mültecilere değil aynı zamanda ihtiyaç sahiplerine yönelik pek çok etkinlik ve yardım faaliyeti yürütüyorsunuz? Dernek olarak saha çalışmalarınızın kapsamında neler yer alıyor?</b><br />
Dernekleşmeden önce bu ekibi bir araya getiren konu sığınmacılardı ve konu hala çok sıcak, çok hassas, dolayısıyla ana odağımızda sığınmacılar olduğu doğru. Ancak o günlerde de şimdi de tek gündemimiz mülteciler değil. Bodrum’da ya da bir başka yerde yardıma ihtiyacı olan herkese; dil, din, ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin yardım ediyoruz. Örneğin, Bodrum’da yaz sonunda yaşanan sel felaketinde pek çok ailenin evi sular altında kaldı ve eşyaları kullanılamaz hale geldi, onlara destek olduk. Kültür ve sanat konularında çalışıyoruz, 2015 sonunda tüm Türkiye’de eş zamanlı yürütülen <b>Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’</b>nin Bodrum ayağında yer aldık. Şimdi kucağımızda çok taze bir proje var, okul öncesi eğitimle ilgili. Henüz kesinlik kazanmadığı için daha fazla detay veremiyoruz. <br />
<br />
<b>Dernekte ve sahada toplam kaç kişi çalışıyorsunuz? Mülteci /sığınmacı ve ihtiyaç sahipleri düşünüldüğünde kaç insana/aileye ulaşabildiniz bugüne dek?</b><br />
Dernekte kayıtlı <b>30 kadar </b>üyemiz var, ancak çok fazla gönüllümüz var. Gönüllülerimizin yarısına yakını Bodrum’a yerleşmiş yabancılar. Aylardır her sabah kahvaltı dağıtan bir ekibimiz var, çok büyük özveriyle çalışıyorlar. Gıda/hijyen ve giyecek depolarımızda çalışan gönüllülerimiz var, bilgisayar başında destek olanlar var, “İmdat” dediğimiz anda koşup gelenler var… Sosyal medyanın da desteğiyle, gönüllü sayımız 4 bine yakın. <b>8</b> ayda <b>yaklaşık 50.000</b> kişiye 50.000’e yakın öğün yemek, <b>15.000’e yakın</b> hijyen paketi dağıtıldı. <b>Toplamda 20</b> koli kıyafet Kos’a, <b>100</b> koli Suruç’a, <b>300</b> koli İzmir’e gönderildi. <br />
<br />
<b><u>‘’Baharda yeni bir mülteci akını daha olabilir’’</u></b><br />
<b>Suriyeli mültecilerin yaşadığı dram ve kayıplar gün geçtikçe katlanıyor. Siz bu drama birinci elden tanıklık yapıyorsunuz. Bodrum’da şu anda durum nasıl? Mülteci sayısında muhtemelen bir azalma olsa da yakın ve orta vade için bölgede öngörüleriniz nedir?</b><br />
Bodrum bugünlerde yaza oranla çok daha sakin. Polis ve jandarma elinden geldiğince önlem alıyor, Sahil Güvenlik canla başla çalışıyor ama 557 kilometre karelik bir yarımadada bunun önüne tamamen geçilmesi çok zor. Şu anda çok fazla aile yok görünürde. Bizim sahada karşılaştıklarımız çoğunlukla Pakistan ve Afganistan asıllı genç erkekler. Bölgeyi önümüzdeki günlerde nelerin beklediğini öncelikli olarak Suriye’deki gelişmeler, ardından da Avrupa’daki ülkelerin alacağı kararlar belirleyecek gibi görünüyor. Bodrum’da İnsanca Yaşam Derneği olarak biz ve bu konuda çalışan diğer sivil toplum kuruluşları, geçen yılki gibi hava ısınır ısınmaz sığınmacı akını olacak gibi hazırlanıyoruz. Sahadaki ekiplerimize ilk yardım eğitimleri veriyor ve onları karşılaşacakları manzaralara alıştırmaya çalışıyoruz. Şubat ayı içinde gerçekleştireceğimiz çalıştayın konusu da bu. Bodrum’da sığınmacılar konusuna eğilen, bundan direkt ya da dolaylı olarak etkilenen herkesi, ki buna belediye, kaymakamlık, sahil güvenlik, emniyet müdürlüğü, dernekler ve vatandaşlar dahil, bir araya getirecek ve çözüm önerileri arayacağız. <br />
<br />
<b><u>‘’Çocukların yaşadığı travma çok büyük’’</u></b><br />
<b>Son aylarda art arda yaşanan acı kayıplar halen yaşam savaşı veren mültecileri nasıl etkiliyor? Psikolojik destek veya benzeri bir yardım alabiliyorlar mı?</b><br />
Özellikle çocuklar çok etkileniyor. Bunun sonuçları daha ileriki yıllarda daha iyi gözlemlenecek büyük ihtimalle. Kendilerini güvende hissettikleri “ev”den, tüm oyun arkadaşlarından uzak kalıyorlar. Dilini bilmedikleri pek çok coğrafyada tehlikeli yolculuklar yapıyorlar, ki bu yolculukların en tehlikelilerinden biri denizde gerçekleştirdikleri. Çoğu çocuk, tıpkı ebeveynleri gibi, yüzme bilmiyor. Tüm bunlara bir de çekirdek aileden kayıplar eklenince travma derinleşiyor. Sürekli yolda oldukları ve ne zaman nereden nereye hareket edecekleri belli olmadığı için sürdürülebilir bir psikolojik destek mümkün olamıyor, en azından Bodrum gibi geçiş noktalarında. Bu nedenle biz önceliği gönüllülerimizi bu konuda eğitmeye veriyoruz. Çok ağır kayıplar ve korkular yaşamış bu insanlara nasıl yaklaşmamız gerektiğini öğreniyoruz. Çünkü iletişimi doğru başlatmazsak yardım etmemiz mümkün değil, üstelik arada bir de dil bariyeri varken… <br />
<br />
<b>Üniversitelilere yönelik Gönüllü Sertifika Programı başlattınız. Bu programda neler olacak? </b><br />
Bu programımızı henüz ilan ettik, üniversite öğrencilerine sosyal sorumluluk bilincini aşılamak en büyük hedefimiz. Programımıza katılmayı düşünen öğrencilere çalışma saatleri ve çalışmak istedikleri projeler konusunda esnek olmayı düşünüyoruz. Hatta yeni proje fikirleri üretebilir, bunları hayata geçirebilirler. Zaten dernek olarak çalışma prensibimiz herkes ne zaman ve nasıl destek olabileceğini kendisi karar veriyor. Tabii bunun için önce sahaya inip bizlerle bunu deneyimlemeleri sonra da karar vermeleri gerekiyor. 50 saati, projeler arasında bölerek de değerlendirebilir; ya da sosyal medya, dernek tanıtımı ya da yazışma alanlarında çalışmak isterlerse bunu evlerinden de yapabilirler. <br />
<b>Hali hazırda Bodrum’daki mülteciler için en önemli ihtiyaçlar neler ve destek olmak isteyenler neler yapabilir? </b><br />
Her şeye ihtiyaçları var. Kışın battaniye, kışlık giysiler ve bot, özellikle çorap ve iç çamaşırı; yazın havlular, yazlık kıyafetler ve ayakkabılara ihtiyaç oluyor. Gıda ve hijyen paketleri de çok önemli. Ayni veya nakdi yardım alabiliyoruz. Bunun yanında sahada, depolarımızda ya da organizasyonlarımızda insan desteğine çok ihtiyaç var. Tüm iş birliği ve proje önerilerine de açığız. <br />
<br />
<b>Son olarak neler eklemek </b><b>istersiniz?</b><br />
Bir Boğaziçili olarak Bodrum’da böyle bir organizasyona öncülük etmek çok güzel bir his. Bu tarz organizasyonlar zamanla kan kaybedip tükenme noktasına gelebiliyor. Bizim topluluğumuzda ise farklı yaş gruplarından farklı kültürlerden birçok gönüllü var ve aynı amaç etrafında büyük bir özveriyle çalışıyoruz. Fakat derneğimizde dinamik gençlerin enerjisine çok ihtiyacımız oluyor. Bu bakımdan Türkiye’de her konuda öncü olan Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin dünyanın kanayan yarası olan mülteci sorununun çözümüyle ilgili bizim gibi dayanışmalara katılıp gönüllü olarak çalışmalarını başka üniversitelerin öğrencilerine örnek olmalarını çok isterim. Bodrum’a gönüllü olarak gelmeyi düşünen öğrenciler web sitemiz <b><a href="http://www.bodrumdainsancayasam.org/" rel="nofollow" target="_blank">www.bodrumdainsancayasam.org</a></b> ‘a girerek gönüllü formunu doldurabilirler. Programımız dahilinde öğrencilerin yol ve konaklamalarını henüz karşılayamasak da onlara elimizden gelen desteği vereceğimizi de söylemek istiyorum. <br />
<b>Bodrum’da İnsanca Yaşam Derneği’ne üye /gönüllü veya bağışçı olarak destek olmak isteyenler için</b>: <a href="http://bodrumdainsancayasam.org/" rel="nofollow" target="_blank">http://bodrumdainsancayasam.org/</a><br />
<br />
<b><i>Söyleşi: Duygu Durgun </i></b>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-46007490997982507612016-01-28T05:05:00.001-08:002016-01-28T05:05:46.278-08:00Türkiye’nin neoliberalizm serüveni<h2 style="background: rgb(247, 247, 247); border: 0px none; box-shadow: none; color: #3d3d3d; font-family: pt_sansbold; font-size: 18px; font-stretch: inherit; height: auto; line-height: 1.1; margin: 0px 0px 10px; outline: none; padding: 0px; position: relative; resize: none; vertical-align: baseline;">
<i>1980’lerden bu yana Türkiye’nin neoliberalizm ile serüvenini farklı boyutlarıyla önümüze koyan The Making of Neoliberal Turkey başlıklı kitap, uluslararası yayın dünyasının saygın kurumlarından Ashgate Yayınevi tarafından yayımlandı.</i></h2>
<div>
<i><a href="http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/turkiyenin-neoliberalizm-seruveni-433317" target="_blank">http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/turkiyenin-neoliberalizm-seruveni-433317</a></i></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<b>ÖZGÜR DUYGU DURGUN /RADİKAL KİTAP</b></div>
<div>
<b>27.01.2016</b></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://kitap.radikal.com.tr/Posts/2016/1/27/neo.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" border="0" height="320" src="http://kitap.radikal.com.tr/Posts/2016/1/27/neo.jpg" style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; height: 250px; line-height: inherit; margin-top: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline; width: 163px;" width="208" /></a></div>
<span style="border: 0px; clear: left; float: left; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; margin-top: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">Kitabın başında yer verilen girişte Türkiye'de siyaset ve toplumun bu zamana kadar sürekli olarak Türk devletine atfedilen bir rol ve kapasite üzerinden analiz edildiğini ve bunun sosyal dinamikleri açıklamak adına yeterli olmadığını söylüyorsunuz. Bu bağlamda <span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">The Making of Neoliberal Turkey</span>'in ortaya koyduğu yaklaşım nedir?<br style="border: 0px none; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none;" />Ayşecan Terzioğlu: </span>Ekonomiden kimlik politikalarına, sağlıktan biyoteknolojiye, cinsiyetçi uygulamalardan kamusal alan ve şehircilik siyasetine, tütün yasasından sporda şiddete neoliberalist gündemin hayatımıza dokunduğu somut alanlara dair tartışmaları saygın üniversitelerden akademisyenlerin makaleleri eşliğinde bir araya getiren The Making of Neoliberal Turkey’i yayına Cenk Özbay (Boğaziçi Üniversitesi), Maral Erol ( İstanbul Medipol Üniversitesi), Ayşecan Terzioğlu ( Koç Üniversitesi) ve Z. Umut Türem (Boğaziçi Üniversitesi) hazırladı. Kitap ocak sonu itibariyle web üzerinden temin edilebilecek.<br style="border: 0px none; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none;" /><br style="border: 0px none; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none;" />Kitabın editörlerinden, Boğaziçi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde görev yapan Doç. Dr. Cenk Özbay ve Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ders vermekte olan Yrd. Doç. Dr. Ayşecan Terzioğlu ile bu kapsamlı kitap ekseninde Türkiye’nin neoliberalizm deneyimini konuştuk.<br style="border: 0px none; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none;" /><br style="border: 0px none; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none;" />Gerçekten de Türkiye’de farklı ideolojileri benimsemiş birçok kişinin sahip olduğu “Güçlü ve sağlam bir devletimiz olmalı. Devletin zayıflaması ve içinde çelişkiler barındırması toplumda da önemli sorunlara yol açar” gibi bir algı var. Bir devlet fetişizmi olarak da anlaşılabilecek bu algının devletin toplum yaşamının her alanına müdahale edebilmesini mümkün ve meşru kılan başlıca etkenlerden biri olarak düşünüyorum. Kitabımızın bölümlerinde, iç ve dış göçlerin düzenlenmesinden kentsel dönüşüm projelerine, tarım uygulamalarından futbol hakkında çıkan kanunlara, beden, sağlık, cinsiyet ve cinsellik hakkındaki normatif söylem ve pratiklerin oluşturulmasına kadar çok farklı konularda devletin çeşitli kurum ve aktörlerinin çoğu zaman baskıcı, tektipleştirici, dışlayıcı, ayrımcı ve ötekileştirici müdahalelerde bulunduğunu okuyoruz. Tabii kitap yalnızca bu müdahaleleri değil, onlara karşı toplumun en azından bir kısmından gelen karşı çıkışları, direnişleri, müzakere denemelerini ve devletin dayattığı norm ve kurallara karşı alternatif arayışlarını da kapsıyor. Bu anlamda kitabımız, 1980’lerden bu yana devletin ve toplumun ürettiği ve maruz kaldığı politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel dinamikleri anlamak ve bu süreçte devletin ve toplumun aktörlerinin hangi karşılaşma noktalarında nasıl iletişimler yaşadığını kavramak açısından önem taşımakta. <br />
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">Bu yaklaşım çerçevesinde Türkiye’deki neoliberalizmi anlamak üzere, "Governmentality" ve "Governmentalisation" kavramlarından hareket ettiğinizi belirtiyorsunuz. Bu kavramların neoliberalizm ile ilişkisini okurlar için biraz açar mısınız? <br style="border: 0px none; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none;" />AT:</span> Tabii Türkçe’ye genelde yönetimsellik diye çevrilen Governmentality aklımıza hemen Foucault’yu ve onun güç ilişkilerinin belirli aktörler ve eksenler çevresinde cereyan etmesinden ziyade tıpkı bir bedendeki kılcal damarlar gibi her yere yayıldığı ve her alandaki bütün toplumsal ilişkilerde dayatma, benimsenme, yeniden üretme, müzakere edilme ya da karşı çıkılma gibi pratiklerle tezahür ettiği görüşlerini getiriyor. Kitaptaki araştırmalarda verilen bir çok örneği de bu bağlamda okumak mümkün. Daha makro düzeyde de bu durum, Türkiye’de neoliberalizmdeki toplumun “doğal” dinamiklerine çok da müdahale etmeyip, uzaktan denetleyen, şeffaf ve hesap verebilme özelliğine sahip devlet kavramıyla, son yıllarda iyice güçlenen toplumsal yaşamın bütün alanlarına müdahale eden ve “toplumsal düzen ve istikrar için güçlü ve otoriter olması gerekli” olduğu düşünülen devlet kavramının büyük bir kavramsal ve eylemsel çatışma içinde olması şeklinde de anlaşılabilir. Bugün Türkiye gündemindeki herhangi bir toplumsal ve politik sorunun bu şekilde analiz edilebileceğine inanıyorum. </div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; color: firebrick; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">Toplumsal rıza olmazsa olmaz unsur</span><br style="border: 0px none; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none;" /><span style="border: 0px; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">Türkiye'de neoliberalizmin gelişimi nasıl gerçekleşti? Dünya üzerindeki diğer örnekleri incelediğinizde hangi açılardan benzerlikler ve farklılıklar görüyorsunuz? Türkiye'nin neoliberalizmle imtihanında ülkeye özgü yönelimler olduğunu söyleyebilir miyiz? (Özellikle asker-devlet- iş dünyası vb. ilişkileri açısından...)<br style="border: 0px none; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none;" />Cenk Özbay:</span> Bunu derslerde şöyle anlatıyoruz bazen: Neoliberalizm özetlenmesi mümkün bir takım belli ilkelere dayalı bir program, tutarlılık arz eden bir nevi mantık. Ancak bu programın, bu ilkeler bütününün bu düşünüş biçiminin farklı kurumlar ve farklı aktörlerce farklı toplumsal ve tarihsel koşullarda uygulanması elbette radikal farklılıklar ve bahsettiğimiz o yere ait özellikler içeriyor ve haliyle çeşitleniyor. Yani, tek bir neoliberalizmden bahsetmek mümkünken, ancak neoliberalleşmelerden söz edebiliyoruz. Örneğin, Meksika’nın, Fransa’nın, Türkiye’nin veya Malezya’nın neoliberal ilkeler ve politikalarla verdikleri sınavlar, farklı toplum kesimlerinin bütün bu yeniden yapılanma ve reform süreçlerini tecrübe ediş biçimleri, haliyle çok çok farklı. </div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
Türkiye’de artık herkesin bildiği bir 24 Ocak kararları, Turgut Özal ve askeri darbe ilişkisi var, neoliberal düzlemin tesis edilmesine dair hep hikayelendirilen. Hatta Demirel’in meşhur “biz ekonomiyi düzeltme eğilimindeydik, o esnada darbe oldu” diye sıklıkla tekrarladığı bir vurgusu da var. Ekonomiyi düzeltiyorduk falan dediği de 24 Ocak kararları ile neoliberal reform yapmıştık, askere gerek yoktu anlamında. Özal biliyorsunuz ara dönem hükûmetinde askerlerce bakan olarak atanıyor, sonra 1983’te seçim olunca ANAP kazanıyor ve neoliberalleşme makası açılıyor. 1980’lerde Özal’ın laflarına ve ANAP politikalarına bakınca çok bariz bir neoliberal dönüşüm niyeti görülebiliyor.</div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
Şevket Pamuk’un eserlerinde, özellikle Ercan Kumcu ile yazdığı <span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">Artık Herkes Milyoner</span>’de (Doğan Kitap, 2001) bunu çok net biçimde görebilirsiniz. Sonrasında 1991’de Demirel ve İnönü’nün koalisyonu geliyor, hayli anti-neoliberal vaatlerle, ardından gelen Çiller hükûmetleri oldukça neoliberal tandanslara sahip, özelleştirmede falan öncü olmak istiyor ama tabi Çiller hiç bir zaman seçim kazanabilen, demokratik çoğunluğu sağlayabilen bir siyasi figür olamıyor. Bu da bize neoliberalizmin işleyişinde toplumsal rızanın ne kadar olmazsa olmaz bir unsur olduğunu bir kez daha hatırlatıyor, David Harvey bunu çok güzel anlatır mesela.</div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
Arkasından gelen bir takım Ecevit koalisyonları, azınlık hükûmetleri falan, neoliberalleşme yavaşlıyor ve sonrasında hepimizin malumu 2002 sonrası, son hızla giden bir neoliberalleşme ve bununla eş zamanlı isleyen bir koruyucu-bakıcı devlet, sadakacı devlet, sosyal yardım siyasetleri dönemi var. Bunları da Türkiye’de sosyal politika çalışan hocalarımız, basta Çağlar Keyder ve Ayşe Buğra, çok güzel anlattılar daha önce.</div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
Özal’ın çağı yakalamak, dünyaya açılmak, küçük ABD olmak gibi niyetleri ve hedefleri vardı, kitleleri bunlarla ve tabi eski siyasetçilerin kötülükleri ile ikna ederdi. Erdoğan da eski siyasetçilerin kötülükleri vurgusuna ek olarak, batı ülkelerinden aşina olduğumuz bir yeni-muhafazakar, neo-conservative anlayışı İslamcı siyaset ile yeniden kodlayıp, bence hayli sakil bir Osmanlıcılık dekoruyla popüler destek sağlıyor. Ki, biliyorsunuz bu her zaman böyle değildi. 2002 seçimine girilirken bambaşka konuşan bir Erdoğan ve bambaşka vaatlerle çıkan bir AKP vardı. 30-35 senede Türkiye’de gerçekleşen bu değişimler, savrulmalar, bize neoliberalleşmenin ne kadar bağlamsal, kültüre siyasete ve tarihe ne kadar bağlı olduğunu en açık haliyle gösteriyor. </div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">Bu bağlamda Türkiye’deki süreç örneğin, askeri darbelerle dolu bir tarihi olan Latin Amerika ülkeleriyle benzerlikler gösteriyor mu? Öyleyse hangi açılardan?<br style="border: 0px none; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none;" />AT:</span> Tabii ki kuşaklar boyunca kimliklerimizi, aidiyetlerimizi, sosyal ve politik yaşamımızı ve düşünce iklimimizi derinden etkileyen askeri darbeler demokrasinin bir türlü tam olarak olgunlaşıp, gelişemediği Latin Amerika ve Güneydoğu Asya ülkelerinde de meydana geliyor. Bence Türkiye ve Latin Amerika ülkelerinin bir diğer ortak noktası da Türkiye’nin Batı Avrupa’yla, Latin Amerika’nın da Amerika Birleşik Devletleriyle 19. Yüzyıldan itibaren daha da netleşen bir öykünme, sevgi-nefret ilişkisi, ucuz işgücü ve hammadde sağlama ve politik, ekonomik ve sosyal anlamda bağımsızlığını koruyabilme çabası eksenlerinde şekillenen ilişkileri olması. Bir anlamda Avrupa Türkiye, ABD de Latin Amerika için hem zenginliklerine ve gelişmişliklerine hayranlık duyulan, gıpta edilen hem de içişlerine pek de karışılmaması istenen bir büyük ağabey gibi… Tabii bu benzerliklerinin yanı sıra bence Türkiye ve Latin Amerika’nın en önemli farklarından biri darbelere ve onların sol ideoloji üzerinde uğrattığı yıkıma rağmen orada, özellikle Brezilya, Venezüella ve Küba’da hala çok önemli bir sol geleneğin olması ve solun toplumsal ve politik yaşamda etkin olması. Türkiye’de 80 darbesi sonrası solun ideolojik ve kurumsal erozyonu ve parçalara ayrılmasından sonra bunu söylemek mümkün değil ne yazık ki. </div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">CÖ:</span> Ben Güney Amerika deneyimlerine hakim değilim açıkçası. Ama nasıl ki bugün Neoliberalizm Çalışmaları literatüründe Șili örneği özel bir yere sahipse, küresel güneyde neoliberal politikaların ilk kez, Pinochet darbesi kanalıyla, zorla uygulandığı bir laboratuvar işlevi gördüğü biliniyorsa bu ülkenin; Türkiye’de de aynı desenin hakim olduğunu biliyoruz.</div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
Türk ordusunun kendisini çok önemseyen ve kendisine büyük “bağımsızlaştırıcı” misyonlar çizen siluetinin arkasında, 1980 darbesinin neoliberal politikaları tesis edecek bir kamu ve siyaset düzeni yaratmak, Ilımlı İslam projesine imkan sağlamak, ülkeyi apolitik bir çöplüğe dönüştürmek maksadıyla yapıldığını bugün en saf yorumcular bile görebiliyor. Simdi yarım yamalak yargılanmış gibi yapılan ve o esnada da ölen bu eski askerler, neoliberalleşme ya da zorla neoliberalleştirme projesinin maşalarından, aletlerinden ibaret tiplerdi. Tıpkı Güney Amerika’daki muadilleri gibi. </div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; color: firebrick; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;"><span style="border: 0px; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">Türkiye’de neoliberalizmin seyri tarihsel bütünlük içinde olmadı</span></span><br style="border: 0px none; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none;" /><span style="border: 0px; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">80’lerden bu yana uygulanan politikalara baktığımızda devletin sosyal ve politik alanda oldukça sert, ekonomi alanda ise hayli liberal bir tutum izliyor olmasının yarattığı paradoksal durum ve bu durumun neden olduğu sosyolojik bedel hakkında neler söylenebilir?<br style="border: 0px none; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none;" />AT:</span> Devletin ekonomik politikalarının liberal olmaktan ziyade gayet nepotist bir anlayışla AKP taraftarı olan iş insanlarına ihalelerin verilmesi, topluma hesap verebilen ya da İstanbul’a 3. Köprü, 3. Havaalanı gibi önemli projelerde şehir sakinlerinin, konunun uzmanlarının ve STK’ların görüşlerini alan bir yönetim anlayışı yerine onların itirazlarına rağmen “ben istedim mi yaparım” ya da “ben yaptım oldu” anlayışının olması ekonominin de gerçekten liberal olduğu fikrine gölge düşürüyor. Bugün bir çok ülkenin devleti toplumları için, ekonomi alandaki adımlarını çevreye ve doğaya uyumlu, sürdürülebilir yaşamlar öngörerek ve bu amaçla atarken, Türkiye’de bu konudaki genel pervasızlık tabii ki toplumun bir çok kesiminin ve sermayenin de bir kısmının tepkilerine yol açıyor. </div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">CÖ:</span> 80’ler, 90’lar ve 2000’ler diye üç parçadan söz ediyoruz aslında. Doğrusal bir çizgi değil neoliberalizmin Türkiye’deki tarihsel ilerleyişi, muhtelif git-geller var. Coğrafi olarak da homojen değil. 90’larda Türkler devletin görece zayıfladığı bir ana tanıklık eder, bir anlamda devletsizliğin tadına varırken, Kürtler tam aksine devletin en soğuk ve karanlık yüzü ile muhatap oluyorlardı.</div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
Devlet bugün 1940’lar havasında sansürcü, teksesli ve baskıcı bir aygıtlar bütünü ancak İslamcı-dindar toplum kesimleri için bu özelliklerde değildir muhtemelen, ya da barış süreci sürerken Kürtlerin durumu 90’lardan hayli farklıydı. Dolayısıyla neoliberalizmin tarihsel seyrini bir bütünlük ve ilerleme içerisinde değil, bir parçalılık içerisinde, bu parçaları eklemleyen bir mantık gibi görmeyi denersek, içerisinden geçtiğimiz savrulmaları daha iyi yorumlayabiliriz gibi geliyor bana. </div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">Dünyada neoliberal politikalar esneyip değişirken Türkiye’de durum nasıl bir seyir izliyor?<br style="border: 0px none; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none;" />CÖ</span>: Neoliberalizmi belirli bazı siyasi-ekonomik prensiplerin hayata geçmesinin koşullarını sağlayan, bunları mümkün mertebede garanti altına almak için toplumsallığın ve kültürün farklı anlarını manipüle eden bir üst mantık gibi görürsek, krizlere ne kadar dayanıklı, kendisini ne kadar hızlı ve güçlü şekilde gerçekleştirebilen, ne kadar kıvrak ve esnek bir ilişkisellik olduğunu anlayabiliriz. Neoliberalizmin kısa tarihi, hem Türkiye’de hem de diğer ülkelerde dikkatle incelendiğinde, özellikle de farklı toplumsal gruplarla hayatın farklı köşelerinde etnografik olarak çalışıldığında ne kadar esnek, geçirgen, çok boyutlu ve istikrarlı olduğu görülebilir. Büyük devlet söylemlerinin ve ruhsuz rakamların arkasında, insanların yaşadığı haliyle neoliberalizm, kendisini yeniden üretebilen ve değişen şartlara uyum sağlayabilen bir düzeni hemen yeniden kurabilen bir düşünüş biçimi, her şekilde de Margaret Thatcher’in “başka alternatif yoktu” deyişindeki gibi, kendisini dayatabiliyor. Alırsın ya da gidersin, ama gidebileceğin pek de bir yer yok zaten…</div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">AT</span>: Bu bence çok güzel ve anlamlı bir soru. Daha önce sözünü ettiklerimin ışığında bu soruya farklı sorularla yanıt verebilirim belki de: 1980’lerden bu yana Türkiye’deki politikalarda değişim hangi iç ve dış toplumsal saiklerle meydana geliyor? Bu değişimlerde ne derece toplumun iradesinden veya baskısından ve bunun getirdiği kazanımlardan söz edilebilir? Tabii bu soruya “Sonuçta Gezi Parkı alışveriş merkezi olmadı, park olarak kaldı” ya da “Ne toplumsal etkisi? Sadece hükümetin politik ve ekonomik çıkarları doğrultusunda bu politikalarda bir esneme/değişme oluyor” diye yanıtlar vermek de durumu çok basite indirgemek olur ama yanıtı belki de bu iki ucun arasında yatan gri müzakere alanlarındaki farklı konularda farklı ilişkiler sonucu ortaya çıkan esneme ve değişimlerde yatıyor. Biliyorum bu yanıt oldukça Foucault-vari oldu, ama Michel Foucault da beni en çok etkilemiş olan düşünülendendir...</div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">Kitapta yer verilen makaleler kişisel özgürlükler, çevre, beden, şehir, göç, tarım, cinsiyet, şehircilik ve sağlık politikaları gibi ilk bakışta birbirinden çok farklı alanlardaymış gibi gözüken konuları ele alıyor. Tüm bu konuların bir kitapta bir araya getirilmesinin sebebi nedir? Bu politikalar neoliberalizmle nerelerde kesişmekte?<br style="border: 0px none; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none;" />CÖ:</span> Ayşecan ve Yeşim Yasin ile birlikte bir kitabımız çıkmıştı : <span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">Neoliberalizm ve Mahremiyet: Türkiye’de Beden, Sağlık ve Cinsellik</span> diye (Metis Yayınları, 2011). Oradaki vurgumuz neoliberal düşünüşün, metalaşmanın, rekabetçiliğin, kar odaklı hareket etmenin, hem cismani olarak bedenimizle ilgili her anda hem de kendimize ait olanla, mahrem olanla kurguladığımız ilişkilerde kristalleştiği idi. Bu kitabı ondan sonra yaptık ve aklımızdaki, neoliberalizmin başka nerelerde görünür olduğunu, ele geldiğini, dile döküldüğünü, kendimizle ve başkalarıyla kurduğumuz ilişkilere nasıl müdahil olabildiğini göstermekti.</div>
<div style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #444444; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-stretch: inherit; line-height: 24px; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
Kitaptaki bütün bölümler belirli bir konuya, kuruma, işleyişe ya da kültürel üretime odaklanıyor ve adeta yüzeydeki olayları kazıdığımızda arkasından ne gibi bir neoliberal donanım çıktığını belgeliyor. Futbolda şiddeti engellemeye yönelik yasa da böyle, çevresel sürdürülebilirlik iddiaları da, kentsel dönüşüm de, çizgi öykülerde aktarılan erkeklik tasvirleri de. Dışarıdan bakan birine alakasız görünebilir, ama kitap okunduğunda “hayatin neoliberalleşmesinin” hangi veçhelerine dokunduğumuz daha iyi görülebilecek diye düşünüyorum. Tabi bununla birlikte, izini süremediğimiz, bu kitapta yer almayan pek çok konu da var. Neoliberalizm çalışmaları ve etnografileri ilerleyen yıllarda dışarıda olduğu gibi Türkiye’de de gelişecektir mutlaka</div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-30359778262130214102016-01-19T06:56:00.002-08:002016-01-19T06:56:53.946-08:00Kayıt dışı ekonomi, büyümenin önünde en büyük engel<div class="lead" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.4em; line-height: 1.4; padding: 0.6em 0px;">
Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ceyhun Elgin ve ekibi, 161 ülkenin kayıt dışı ekonomi haritasını çıkardı. Söz konusu çalışma, 1950-2012 yılları arasında ülkelerin kayıt dışı ekonomilerinin Gayri Safi Milli Hasıla içindeki yerinin nasıl bir seyir izlediğini ortaya koyuyor.</div>
<div class="lead" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.4em; line-height: 1.4; padding: 0.6em 0px;">
<a href="http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/kayit-disi-ekonomi-buyumenin-onunde-en-buyuk-engel" target="_blank">http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/kayit-disi-ekonomi-buyumenin-onunde-en-buyuk-engel</a></div>
<div class="lead" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.4em; line-height: 1.4; padding: 0.6em 0px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Tüm dünyadan araştırmacıların kullanımına açık olan bu veri setinde Türkiye’nin son 10 yıllık performansını da değerlendiren <span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Ceyhun Elgin</span>, 1950’lerden günümüze kayıt dışılıkta hızlı bir küçülme olduğunu belirtiyor ancak geçen 10 yıla bakıldığında kayıt dışı ekonominin büyüklüğünün belli bir seviyede neredeyse sabitlendiğine dikkat çekiyor.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Türkiye’de kayıt dışı ekonominin son 10 yıldır gayri safi milli hasılaya oranının yüzde 28-30 diliminde sabitlenmiş bir görünüm sunduğunu belirten Elgin, <span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">yolsuzluk, hukuk kurallarının işlerliği, kurumlara olan güven, vergi denetimi, bürokratik süreçlerin kalitesi</span> gibi unsurların kayıt dışılığı belirlediğini ifade ediyor.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Türkiye'de kayıt dışı ekonomi, kayıt dışı ekonominin sosyal ve siyasi hayatın dengeleriyle ilişkileri ve yine kayıt dışı ekonominin ülkelerin vergi sistemleriyle arasındaki ilişkiye odaklanan çalışmalar yürüten Doç. Dr. Ceyhun Elgin ile kayıt dışı ekonomiyi etkileyen faktörlerden kayıt dışı ekonomiyi besleyen mülteci sorununa Türkiye’yi ilgilendiren çeşitli güncel meseleleri konuştuk.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Kayıt dışı ekonomi alanındaki çalışmalarınızın ana odağını hangi başlıklar oluşturuyor biraz bahseder misiniz?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Kayıt dışı ekonomi, adı üstünde ölçümü son derece güç ve hayatımızı önemli ölçüde etkileyen bir kavram. Dolayısıyla çalışmalarımız <i style="box-sizing: border-box;">kayıt dışı ekonomi nasıl ölçülür, nelerden etkilenir ve etkileri nelerdir </i>başlıklarına odaklanıyor. Kayıt dışı ekonomi dediğimiz şey, bugün Soma’da madende çalışan işçilerden evimize temizliğe gelen kişilere, sokaktaki işporta satıcısından firmaların kaçırdığı vergilere, hatta bankada ek mesai yapan ve karşılığını alamayan beyaz yakalılara hemen her alanda karşımıza çok sık çıkan bir kavram. <i style="box-sizing: border-box;">Kayıt dışı ekonomi Türkiye’de ne kadar büyük, neden büyük? Diğer ülkelerde durum nasıl? Zaman içinde kayıt dışı küçülüyor mu yoksa büyüyor mu?</i> Tüm bu sorular çalışma alanlarımızı oluşturuyor. Kayıt dışı ekonominin dinamiklerini anlamamız çok önemli çünkü siz ancak bu soruların yanıtlarına göre politikalar geliştirebilirsiniz. Hangi politikaların kayıt dışını büyüttüğü, hangilerinin küçülttüğünü anlayabilirsiniz.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Kayıt dışı ekonomi nasıl ölçülür? Bu kapsamdaki çalışmanız hakkında bilgi alabilir miyiz?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Ölçüm için hem bazı istatistik yöntemlerini hem de ekonomik teorik yöntemleri kullanabilirsiniz. Öte yandan çeşitli anket çalışmaları yapabilirsiniz. Bunun dışında doğru ölçüldüğünden emin olduğumuz GSYİH tüketim ve yatırım gibi belli değişkenler var. Bu ölçümler bizzat devlet tarafından yapılıyor ve düzenli olarak yayınlanıyor.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Daha doğru ölçüldüğünden emin olduğunuz değişkenleri kullanarak makroekonominin belli teorik araçları aracılığıyla ölçüm yapabilirsiniz.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Oğuz Öztunalı</span> adlı doktora öğrencimizle bu yöntemi kullanarak kayıt dışı ekonominin büyüklüğü ile ilgili bir çalışma yaptık. 1950-2012 döneminde 161 ülkeyi inceledik ve bu ülkelerin bu dönemler arasında kayıt dışı ekonomilerinin gayri safi milli hasılanın içinde ne kadar büyüklükte bir yer kapladığını araştırdık.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Bu ülkeler arasında Türkiye’nin yeri konusunda ne gibi sonuçlar çıktı?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Türkiye’de 1950’den 2012’ye kayıt dışı ekonomide azalan bir trend var. Ancak son 10-15 yıla baktığımızda anlamlı bir değişiklik yok. Türkiye’de kayıt dışı ekonominin gayri safi milli hasılaya oranı yüzde 28-30 diliminde sabitlenmiş görünüyor. Bu anlamda Türkiye, Meksika ‘ya benziyor. ABD’de ise yüzde 8 oranında bir kayıt dışı ekonomiden bahsedebiliriz. Bolivya’ya baktığınızda bu rakam yüzde 60’ları buluyor.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Bu çalışma şu anda açık olarak paylaşılabiliyor mu?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Evet, ‘<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">’</span><span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Shadow Economies around the World: Model Based Estimates’’</span> başlıklı çalışmamıza<a href="https://ideas.repec.org/p/bou/wpaper/2012-05.html" rel="nofollow" style="background: 0px 0px; box-sizing: border-box; color: black; text-decoration: none;" target="_blank">https://ideas.repec.org/p/bou/wpaper/2012-05.html</a><u style="box-sizing: border-box;"> üzerinden ulaşılabilir.</u> Ölçüm açısından 161 ülke için önemli bir veri seti oluşturduk. Dileyen araştırmacılar bu seti kullanarak yıl ve ülke bazında sonuçlara ulaşabilir; bir araştırma yürütüyorlarsa buradan veri sağlayabilirler. Veri setini Internet üzerinden paylaşıma açtığımız için şu anda tüm dünyada ilgiyle izleniyor. Çeşitli kurumlar, akademisyen ve araştırmacılar bu veri setini kullanabiliyor, farklı araştırmalar yapabiliyorlar.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Kayıt dışı ekonomiyi oluşturan unsurlar nelerdir? </span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Biz iktisatçıların sık kullandığı bir deyim olan ‘’Ceteris Paribus’’ yani tüm diğer şartlar eşit olduğunda dahi zengin ekonomilerde kayıt dışılığın daha küçük olduğunu açıkça görüyoruz. Ancak ülkelere kayıt dışı ekonomiyi küçültmek için zengin olun demek yeterli değil. Farklı politikalar sunmanız gerekiyor.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Dünya genelinde yapılan araştırmalarda da görülüyor ki, kayıt dışılığı oluşturan çeşitli mikro ve makro faktörler söz konusu. Örneğin, <span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">yolsuzluk</span> belirleyici bir unsur. Yolsuzluğun bir ülke siyaseti veya ekonomisinde yaygın olması kayıt dışı olmayı doğrudan etkiliyor. Ayrıca <span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;"><i style="box-sizing: border-box;">Law and Order</i></span> diye bir endeks var, yani bir ülkede <span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">hukuk kurallarının uygulanıp uygulanmadığı</span> kayıt dışını etkileyen bir diğer unsur. </div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Son yıllarda yayımlanmaya başlanan Dünya Değerler Anketi’nde de yer alan <span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;"><i style="box-sizing: border-box;">Public Trust</i> ya da Kamusal Güven</span> önemli faktörlerden bir başkası. Kurumlara, kişilere güvenin düşük olduğu ülkelerde kayıt dışılık yükseliyor. Ayrıca <span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">vergiler ve kamu harcamalarının nasıl yapıldığı</span> kayıt dışılığı etkileyen çok önemli bir diğer unsur.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Vergiler ve kayıt dışılık arasında nasıl bir ilişki söz konusu?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Aralarında kesin belirleyici bir ilişki olduğunu söyleyemeyiz. Örneğin İsveç vergilerin çok yüksek olduğu bir ülke. İsveç’in marjinal gelir vergisi yüzde 60’larda seyrediyor ancak ülkede kayıt dışı ekonomi yüksek değil. Türkiye veya Bolivya’da ise vergiler çok daha düşük ama kayıt dışı ekonomi daha büyük. Bunun mantığı ise şu; vergilerin yüksek olmasından ziyade insanlar vergiden toplanan gelirin hangi amaçla kullanıldığıyla ilgileniyorlar. Yani ‘’Benden alınan vergi kamu harcamalarına gidiyorsa vergimi öderim, ama benden alınan vergiler har vurup harman savurulacaksa o zaman kayıt dışı olurum’’ diye düşünüyorlar.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Ayrıca <span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">verginin denetimi</span> de çok önemli bir faktör. Devletin çalışma yaşamıyla ilgili kuralları uygulama gücü de kayıt dışılığı büyük ölçüde etkiliyor. <i style="box-sizing: border-box;">Fiscal Federalism</i> yani <span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Mali Federalizm</span> denilen bir kavram var. Sizin vergileriniz merkezi sistem tarafından mı toplanıyor, yoksa yerel yönetimler tarafından mı? Siz verginizin yerel yönetim tarafından toplanmasını tercih edebilirsiniz çünkü idare bulunduğunuz bölgede olduğundan sorgulamak daha kolaydır. Verginin merkezi idare tarafından toplanması halinde vergi kaçırma eğiliminin daha fazla görüldüğü gözleniyor.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Kayıt dışı ekonominin etkilerinden bahsedecek olursak…</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Kayıt dışı ekonomi her şeyden önce büyümeyi olumsuz etkiler. Kamunun gözetiminden kaçındığı için firmalar en verimli şekilde işleyemezler. Kayıt dışı çalışan firmalar devletin gözüne batmamak için büyümek istemezler. Bu şirket bazında böyle olacağı gibi ülke bazında da durum benzer olabilir. Kayıt dışı ihracatı veya üretimi eksik rapor etme, düşük ücret gösterme, fazla mesai ödememe gibi uygulamaların tümü aslında kayıt dışılığa yol açar. Hatta kamunun çalışma koşullarına uyup uymaması da kayıt dışılığı etkiler. Çocuk işçiliği veya mültecilerin düşük ücretlerle kaçak işçi olarak çalıştırılması gibi sonuçlara yol açar.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;"><u style="box-sizing: border-box;">Mülteci göçü Türkiye’de kayıt dışı ekonomiyi artıracak</u></span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Çocuk işçiliği ve mültecilerden söz açılmışken Türkiye için bulunduğumuz dönemde bu iki konu da son derece önem taşıyor. Çevre ülkelerden özellikle Suriye’den gelen zorunlu göç dalgası Türkiye’deki mevcut kayıt dışılığı nasıl etkileyecek?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Muhtemelen artıracak. Asgari ücret, seçim vaatlerinde söylendiği gibi 1.300 liraya çıkacak diyelim. Firmalar bu rakamın altında çalışacak işçi bulacak. Bu anlamda mülteci olsun veya olmasın asgari ücretin altında çalışan insan sayısı artacak. Ancak bir yandan asgari ücreti artırıp bir yandan mültecileri alıp bir yandan da firmalar üzerindeki denetim sıkı tutulursa bunun kayıt dışı ekonomiye çok fazla olumsuz etkisi olmaz. Ancak Türkiye’de milyonlarca firma var, dolayısıyla bunu denetlemek kolay olmayacaktır.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Avrupa Birliği’nden gelecek 3 milyar Euro tutarındaki mülteci yardım paketinin bu tablodaki yeri ne olabilir?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Bu yardım paketi mültecilerin kayıtlı istihdama kazandırılmasına mı harcanacak yoksa mültecilerin gelmemesi için mi harcanacak? Bu biraz da bu konudaki stratejiye bağlı. Mülteciler bundan sonra muhtemelen yabancı işçi statüsünde çalıştırılacak ancak bu da çok fazla bürokrasi gerektiren bir durum. Türkiye’de bürokratik süreçler oldukça zor işliyor.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Bürokratik süreçlerin kalitesi, kayıt dışılığı etkileyen en önemli unsurlardan birini oluşturuyor. Suriyeli mülteciler için konuşacak olursak, Türkiye ekonomisinin yapısal durumu ile mültecilerin yetenek ve eğitim kompozisyonlarının ne kadar uyumlu olduğunun irdelenmesi gerekiyor. Kendi yurttaşlarının yaklaşık yüzde 30’unun kayıt dışı olduğu bir ülkeye iki milyonun üzerinde mültecinin daha geldiğini düşünürsek bu durumun kayıt dışılığı daha da artıracağını öngörmek mümkün.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Son olarak, Türkiye’de kayıt dışılığın en fazla olduğu sektörler hangileri?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Bu konuda TÜBİTAK destekli bir çalışmamız var. Bu çalışmada 16 farklı sektöre baktık. Kayıt dışılığın en yüksek olduğu sektör, yüzde 61 oranıyla inşaat sektörü çıktı. Bir başka deyişle, genel ortalama olan yüzde 30’un iki katı bir kayıt dışılıktan söz ediyoruz. İnşaat sektörünü yüzde 45 oranıyla Konaklama ve Gıda Hizmetleri izliyor. Kayıt dışılığın en düşük olduğu sektörler ise Bilişim /İletişim ile Finans ve Sigorta.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;"><i style="box-sizing: border-box;">Söyleşi: Duygu Durgun Köseoğlu /Kurumsal İletişim Ofisi</i></span></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-37717074149210774252016-01-10T01:17:00.001-08:002016-01-10T01:18:23.251-08:00''Sosyal politikalarda günlük reçetelere bağlı kalmak değil dönüştürücü olmak gerekiyor''<div class="lead" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.4em; line-height: 1.4; padding: 0.6em 0px;">
<b><i>The World Academy of Sciences (TWAS) tarafından 2015 yılı Sosyal Bilimler ödülüne layık görülen Prof. Dr. Ayşe Buğra, sosyal politikalar alanındaki güncel sorunları değerlendirdi.</i></b></div>
<div class="lead" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.4em; line-height: 1.4; padding: 0.6em 0px;">
<b><i><a href="http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/sosyal-politikalarda-gunluk-recetelere-bagli-kalmak-degil-donusturucu-olmak-gerekiyor#.VpIbS2z1lhc.twitter" target="_blank">http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/sosyal-politikalarda-gunluk-recetelere-bagli-kalmak-degil-donusturucu-olmak-gerekiyor#.VpIbS2z1lhc.twitter</a></i></b></div>
<div class="lead" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.4em; line-height: 1.4; padding: 0.6em 0px;">
<img src="http://haberler.boun.edu.tr/assets/uploads/568e1c35bc1060.jpg" height="186" width="320" /></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü öğretim üyesi ve Sosyal Politika Forumu Araştırma ve Uygulama Merkezi Direktörü <span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Prof. Dr. Ayşe Buğra, </span>geçtiğimiz günlerde <span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">The World Academy of Sciences (TWAS)</span> tarafından, <i style="box-sizing: border-box;">gelişmekte olan ekonomilerde ve küresel düzeyde sosyal politikalar konusundaki araştırmalara katkısı </i>nedeniyle 2015 yılı Sosyal Bilimler ödülüne layık görülmüştü.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Prof. Dr. Ayşe Buğra ile bu ödül vesilesiyle biraraya gelerek sosyal politikalar alanındaki güncel sorunlara dair değerlendirmelerini aldık. Aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu’nun 2015 yılında odağına aldığı çalışmaları ve 2016 projelerini dinledik. </div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Öncelikle Sosyal Politikalar Forumu açısından geçtiğimiz yıla dair değerlendirmelerinizi alabilir miyiz? Yeni döneme dair hangi çalışma alanlarını odağınıza almayı planlıyorsunuz?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Sosyal Politika Forumu hem bir araştırma birimi hem de aynı zamanda araştırmacı yetiştiren bir birim. Bünyemizde master ve doktora düzeyinde çalışan pek çok araştırmacı var. Bu araştırmacılardan bazıları Atatürk Enstitüsü’nde geçen yıl içinde doktora ve master tezlerini tamamladılar. Bunlardan biri yerel düzeyde sosyal aktörler arasındaki ilişkilerle ilgili bir doktora teziydi. Enstitümüz bünyesinde bir diğer tamamlanan çalışma ise emeklilik reformu ve emeklilik sisteminin değişimi üzerine gerçekleştirilen bir master tezi oldu. Türkiye’de çalışma hayatıyla ilgili bir doktora tezi tamamlanmak üzere. Türkiye’de tütün piyasasının tarihi ile ilgili doktora tezini tamamlamış olan bir başka araştırmacı da halen Sosyal Politika Forumu’nda doktora sonrası çalışmalarını sürdürüyor.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Yine 2015’de LGBTİ bireylerin sosyal hizmetlere ulaşımı ve sosyal haklardan yararlanma biçimi üzerine bir araştırma yapıldı. Bu oldukça geniş kapsamlı bir çalışma oldu, sonuçlarını bekliyoruz. Bu bizim çok önemsediğimiz bir araştırma çünkü Türkiye’de de Avrupa’da da LGBTİ bireylerle ilgili araştırmalar genellikle sivil haklar bağlamında yürütülüyor ve ayrımcılık ekseninde düşünülüyor. Sosyal hizmetlere erişim konusu hem Türkiye hem de Avrupa’da çok daha az gündeme getiriliyor. Bu açıdan ilginç sonuçlar içeren bir çalışma oldu.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Bu yıl yani 2016’da ise, Kırsal Kesimde Yoksulluk teması çerçevesinde bir araştırma planlıyoruz.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Sosyal Politika Forumu olarak en genel anlamıyla eşitsizlikler üzerine çalışıyoruz. Sağlıkta, eğitimde eşitsizliğin farklı boyutları üzerine çalışmalarımız devam ediyor. Şu anda UNDP için bir rapor hazırlıyoruz. Rapor küçük ancak bizim büyük resmi görmemize yardımcı olacak bir çalışma olacak.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">2015’te Sosyal Politikalar Yüksek Lisans Programı başlattınız. Biraz da bu program hakkında bilgi alabilir miyiz?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Sosyal Politikalar disiplinlerarası bir alan. Öğrencilerimiz sosyal bilimlerin farklı alanlarından geliyorlar. Programın en önemli ve kuvvetli yönü, öğrencilerimizin sivil toplum alanında, uluslararası kuruluşlarda veya bürokraside çalışabilecekleri bir program olarak düşünülmesi, ama aynı zamanda farklı alanlarda doktoraya devam etmek isteyen öğrencilere iyi bir akademik zemin hazırlayacak, iyi bir yön verecek bir program olması.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Programın başlaması bağlamında 2015’te küçük bir çalıştay düzenledik ve Avrupa’nın çeşitli üniversitelerinde sosyal politika alanında çalışan araştırmacıları davet ettik. Sosyal politika alanında bugün karşılaşılan sorunlar temalı bu çalıştay, bu alanda çalışan üniversitelerle iyi bağlantılar kurmamıza yardımcı oldu.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Sosyal Politika Yüksek Lisans Programı’nda öğrencilerimizin güncel sorunlarla ilgilenmelerine çok önem veriyoruz, ancak aynı zamanda teorik donanıma da çok önem veriyoruz. Sosyal politikanın akademik olarak bana çekici gelmesinin nedeni de bu; hem gerçek hayatla gerçek sorunlarla bağlantıyı koparmıyorsunuz hem de çok zengin, teorik bir arka planda, tarih, felsefe, iktisat gibi alanlardan beslenerek çalışabiliyorsunuz.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Programla ilgili amaçlarımızdan biri de Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgeden yani Balkanlar’dan Orta Asya’dan ve belki Ortadoğu’dan da öğrenci almak.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">UNDP için hazırlamakta olduğunuz rapordan bahsettiniz, bunu biraz daha açabilir miyiz?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
UNDP Bölge bürosu, ki bu bölge Avrupa ve Orta Asya’yı içeriyor, bölgede eşitsizliklerle ilgili bir çalışma yapıyor; bizden de Türkiye ile ilgili bir rapor istendi. Birkaç sene önce, Sosyal Politika Forumu’nda Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Ayşen Candaş, Volkan Yılmaz ve Burcu Yakut Çakar tarafından bir Eşitsizlik Araştırması yapılmış ve kapsamlı bir rapor olarak sunulmuştu. Bu şimdi yaptığımız çalışmanın arka planını oluşturuyor. Bu çalışma 2016 yılının ilk aylarında tamamlanacak; daha sonra da kitaplaştırmayı umuyoruz.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Geçen ay Boğaziçi Üniversitesi’nde açıklanan BM İnsani Gelişmişlik Raporu’nda Türkiye'nin, İnsani Gelişmişlik’te 72. sıraya gerilediği açıklandı. Sizce bu sıralamalar ne derece önemli, hangi göstergelere bakılması anlamlı?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
İnsani gelişmişlik raporlarının ortaya çıkışındaki temel fikir, gelişmişlikten sadece gelire veya ekonomik büyümeye bakarak bahsedilemeyeceği, dolayısıyla başka unsurları da dikkate almamız gerektiği fikriydi. Bu kapsamda bu raporlarda ilk olarak sağlık ve eğitim alanlarına bakıldı.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Bir ülke ekonomik olarak büyüyebilir ama sağlık ve eğitim alanlarındaki performansı o kadar iyi olmayabilir. Ya da büyümesine nazaran eğitim ve sağlıktaki performansı daha başarılı olabilir. Bu göstergelerin dikkate alınması gerekliliğinden hareketle bahsedilen raporlar hazırlanmaya başlandı. Sağlık yaşam beklentisiyle ölçülüyor, eğitimde ise şimdi ortalama okullaşma süresi ve okullaşma beklentisine bakılıyor. Bu yaklaşımla rapor ülkeleri insani gelişmişlik göstergelerine göre sıralıyor. Burada 1-2 sene içindeki oynamalar çok önemli değil çünkü bu başka ülkelerin durumuna bağlı olarak da değişebiliyor. Zaten sağlık ve eğitim göstergeleri uzun dönemli politikaların sonuçlarıyla değişebilecek göstergeler. </div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Ancak, ülkenin insani gelişmişlik sıralamasında yeri ile gelir sıralamasındaki yeri arasındaki fark önemli. Türkiye özelinde bu rapor mevcut ekonomik düzeyde insani gelişmişlikte, eğitim ve sağlık alanında şimdi olduğundan daha başarılı olunabileceğini gösteriyor. Bunun üzerinde düşünülmesi gerekiyor.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Türkiye’de bu ve benzeri endekslere dair bilgi, genellikle ülke olarak hangi sırada olduğumuzla veya skor algısıyla sınırlı kalıyor. Tartışılması gereken diğer göstergeler ya da alt başlıklar politika üretenler tarafından yeterince tartışılıyor mu?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Bu istatiksel verilerin masaya konulması önemli çünkü bunlar bazı gerçeklerle yüzleşilmesini kaçınılmaz kılıyor. UNDP dışında da dünyada çeşitli kurumların hazırladığı raporlar var. Bu raporlar ortada olunca ‘’Her şey yolunda’’ demek tüm hükümetler için zorlaşıyor. İyi niyetli siyasetçiler ‘’Acaba burada nasıl bir sorun var?’’ diyerek durup bakabiliyorlar. Bu raporlar en azından buna bir zemin hazırlıyor.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Öte yandan, UNDP Temel İnsani Gelişmişlik sıralaması eğitim ve sağlık alanındaki gelişmeleri dikkate alıyor ama bunun dışında raporda çok fazla veri var. Örneğin Toplumsal Cinsiyet Eşitsizlikleri Türkiye açısından son derece önemli. Ülkemizde bu konunun ele alınması ve siyasetin gündemine girmesinde bu tür verilerin ortaya konulması da etkili oldu diye düşünüyorum.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Tartışılması gereken eşitsizliklerin siyasetin gündemine girmesi pozitif bir gelişme olmakla beraber bu konuların pratik hayatta uygulamalara dönüşmesi açısından değerlendirmeniz ne yönde?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Sosyal politika kolay bir alan değil, biraz eklektik olmayı göze almak zorundasınız. Bir politika önerirken önerdiğimiz politikanın istenmeyen etkileri olabileceğini de düşünmeliyiz.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Örneğin evde bakım hizmetlerinde bulunan kadınlara nakit yardım konusu olumlu yanları olan bir uygulama. Ancak bu uzun vadede kadın istihdamını nasıl etkiler diye de düşünmek lazım. ‘’Bu uygulama toplumsal cinsiyete dayalı geleneksel işbölümünü sabitleyip kadınları bakım hizmetlerine mahkum ederek ekonomiye ve topluma katılımlarını engeller mi?’’ diye düşünmek gerekiyor. Dolayısıyla tek bir reçeteyle çözümler bulunabilecek bir alandan söz etmiyoruz. Dönüştürücü etki yaratan politikalar bulmak gerekiyor.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;"><u style="box-sizing: border-box;">‘’Mülteci sorunu insan eliyle yaratılmış bir afete benziyor’’</u></span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">Bahsettiğiniz bu yaklaşımı, örneğin son aylarda Türkiye ve dünya gündemini sarsan mülteci sorununa uyarlayacak olursak nasıl bir değerlendirme yapılabilir?</span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Mülteci sorunu, insan eliyle yaratılmış bir afete benziyor. Bu konu bizim disiplinimizin sınırlarını epey zorlayan bir konu. Göçmenlerin durumuna dair daha kolay teori üretebiliyor, daha kolay enstrümanlar önerebiliyoruz ancak mültecilerin durumu çok daha karmaşık. Birçok farklı alanda düşünmek zorunda kalıyorsunuz.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Bu insanlar buradalar, bir süre de kalacaklar. Bu insanların çalışma hayatına katılmaları lazım. Peki çalışma hayatına nasıl entegre olacaklar? Entegre olurken bu durum Türk vatandaşlarını nasıl etkileyecek? Ne gibi çatışmalar çıkabilir ve bunlar nasıl engellenebilir? Sosyal yardım sistemi nasıl dönüşmelidir?</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Örneğin, Avrupa’da göçmen düşmanlığından söz ediliyor. Oysa Avrupa’da bunun ötesinde çok gerçek bazı sorunlar var. Yeni bir göç ve insan dalgasını kucaklamaya hazırlanırken, ülkevatandaşlarının edinilmiş haklarının nasıl korunacağını düşünmek gerekiyor.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Mutlaka her düzeydeki siyasi otoritenin katılımıyla mülteci sorununda ulusüstü bir işbirliği düşünülmesi ve daha da önemlisi toplumun ikna edilmesi gerekiyor.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
Sosyal politikanın burada faydalı olabileceği birkaç alan var; bunlardan biri de şu: Ne yaparsanız yapın, nasıl bir politika uygularsanız uygulayın insanları ikna etmeniz çok önemli. Herkesi memnun edemeseniz bile, vergi mükelleflerini ve sosyal hizmetlerden yararlananları ikna etmeye çalışmak gerekli. İnsanlara rağmen politika yapamazsınız.</div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;"><i style="box-sizing: border-box;">Söyleşi: Duygu Durgun Köseoğlu /Kurumsal İletişim Ofisi</i></span></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: 'Titillium Web', sans-serif; font-size: 1.1em; margin-bottom: 10px;">
<br /></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-74757062405668478362016-01-04T11:13:00.001-08:002016-01-04T11:17:21.159-08:00“Ermeni ve Kürt sorununun temelinde toplumsal adaletsizlik yatıyor”<div class="box detail-article" style="background: rgb(247, 247, 247); border: 0px none; color: #3d3d3d; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; line-height: 17px; margin: 0px 0px 40px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<div class="art-content" style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: 16px; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: 24px; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<div style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; color: #444444; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
</div>
<div style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; color: #444444; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://kitap.radikal.com.tr/Posts/655x350/2016/01/04/fft1_mf20092.Jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="“Ermeni ve Kürt sorununun temelinde toplumsal adaletsizlik yatıyor”" border="0" src="http://kitap.radikal.com.tr/Posts/655x350/2016/01/04/fft1_mf20092.Jpeg" height="212" width="400" /></a></div>
<h2 style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px none; box-shadow: none; color: #3d3d3d; font-family: pt_sansbold; font-size: 18px; font-stretch: inherit; height: auto; line-height: 1.1; margin: 0px 0px 10px; outline: none; padding: 0px; position: relative; resize: none; vertical-align: baseline;">
</h2>
<h2 style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px none; box-shadow: none; color: #3d3d3d; font-family: pt_sansbold; font-size: 18px; font-stretch: inherit; height: auto; line-height: 1.1; margin: 0px 0px 10px; outline: none; padding: 0px; position: relative; resize: none; vertical-align: baseline;">
</h2>
<h2 style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px none; box-shadow: none; color: #3d3d3d; font-family: pt_sansbold; font-size: 18px; font-stretch: inherit; height: auto; line-height: 1.1; margin: 0px 0px 10px; outline: none; padding: 0px; position: relative; resize: none; vertical-align: baseline;">
<a href="http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/ermeni-ve-kurt-sorununun-temelinde-toplumsal-adaletsizlik-yatiyor-431998" style="font-family: inherit; font-size: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit;" target="_blank">http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/ermeni-ve-kurt-sorununun-temelinde-toplumsal-adaletsizlik-yatiyor-431998</a></h2>
<b>ÖZGÜR DUYGU DURGUN</b><br />
<div style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; color: #444444; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; color: #444444; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<a href="http://kitap.radikal.com.tr/Posts/2016/1/4/imp.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://kitap.radikal.com.tr/Posts/2016/1/4/imp.jpg" height="200" style="font-family: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit;" width="127" /></a>Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Prof. Dr. Nadir Özbek’in 1839-1908 dönemi Osmanlı İmparatorluğu'nda vergi, siyaset ve toplumsal adalet konularını ele alan kitabı İmparatorluğun Bedeli, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi tarafından kısa süre önce yayımlandı.</div>
<div style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; color: #444444; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
Osmanlı’nın son döneminin can alıcı konularından birini büyük ustalıkla ele alan Özbek’in çalışması hakkında kitaba bir önsöz yazan Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Şevket Pamuk, 19. yüzyıl Osmanlı toplumunda bölüşüm ilişkileri, vergi adaleti, siyasal ve toplumsal meşruiyet, vergi tahsil kurumu ve pratikleri, iltizam sisteminin dönüşümü, vergi tahsilatının askerî niteliği, baskı ve şiddet boyutu gibi konuları ele alan İmparatorluğun Bedeli’nin hem tarih meraklıları hem de profesyonel tarihçiler için önemli ve okunması gereken bir eser olduğunu vurguluyor.</div>
<div style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; color: #444444; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<span style="font-weight: inherit;">Prof. Dr. Nadir Özbek ile İmparatorluğun Bedeli üzerine sohbet ettik.</span><br />
<br style="border: 0px none; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none;" />
<span style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;"><b>Kitabın önsözünde Osmanlı jandarmasının vergi tahsilatında aktif yer alması gerçeğinin bu çalışmanın gündeme gelmesinde etkili olduğunu belirtmişsiniz. Asayişle ilgili olması gereken bir birimin vergi gibi son derece teknik bir meselenin de içinde olması merak cezbeden bir bilgi. Öncelikle kitap fikrinin nasıl oluştuğundan başlayabilir miyiz?</b></span><br />
<span style="font-weight: inherit;">Vergi konusu günümüzde de sosyal sorunların merkezinde yer alıyor. Verginin adil olup olmaması ve vergi yükünün farklı toplum kesimleri arasında nasıl paylaştırıldığı güncel bir öneme de sahip. Vergi konusu Osmanlı’da da toplumu anlamak, sosyal yapının adalet temeli üzerinde kurulup kurulmadığını tespit etmek açısından imkânlar sunuyor. Vergi konusuna yönelmeden önce ağırlıklı olarak son dönem Osmanlı İmparatorluğu’nda güvenlik teşkilatı ve pratikleri üzerine çalışıyordum. Bu çalışmalarım sırasında Osmanlı jandarmasının asli görevleri arasında kırsal kesimde kamu düzenini sağlamanın yanı sıra vergi tahsilatının da bulunduğunu tespit ettim. Dolayısıyla vergi konusuna yönelmem bu şekilde başladı. 19. yüzyıl Osmanlı tarihine vergi adaleti açısından bakmaya karar vererek 2009’un başında bu çalışmaya başladım. Bu süreçte Osmanlı kamu maliyesinin oluşumu ve vergi sistemi üzerine Türkçe ve İngilizce pek çok makale yazdım. Yaklaşık yedi-sekiz yıla yayılan bir sürecin sonucunda bu kitabı hazırladım.</span></div>
<div style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; color: #444444; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
Çok ilginçtir. Bizde Osmanlı tarihçiliğinde vergi konusu hemen hemen hiç ele alınmamış. Son dönem Osmanlı İmparatorluğu’nda vergi konusuyla ilgili birtakım genel geçer kanaatlerin ötesinde araştırmaya dayanan bir bilgiye sahip değiliz. Cumhuriyet tarihçiliğinde de aynı durum söz konusu. Bu kitap söz konusu boşluğun doldurulması yönünde de bir adım aynı zamanda.</div>
<div style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; color: #444444; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<span style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;"><b>Osmanlı köylü toplumunun Tanzimat ve Abdülhamit dönemlerinde uygulanan vergi politikalarıyla aslında ciddi bir bedel ödediğinden bahsediyorsunuz. Rumeli’de Rum, Bulgar ve Sırp sorunu, Doğu vilayetlerinde Ermeni ve Kürt sorunu olarak nitelenen ayaklanmaların temelinde aslında vergi adaletsizliğinin ve şiddete dayalı uygulamaların yattığını belirtiyorsunuz. Osmanlı vergi politikaları ve uygulamaları baskı ve şiddete dayanmasaydı bu ayaklanmalar olmayabilir miydi? </b></span><br />
<span style="font-weight: inherit;">Bu aslında gerek önceki makalelerimde gerekse bu yeni kitapta cevap bulmaya çalıştığım ana sorulardan biri. 19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu tarımsal bir ekonomiye dayanıyor ve Almanya, Fransa ve İngiltere gibi büyük ekonomilere sahip sanayi temelli devletler karşısında varlığını korumaya çalışıyor. Osmanlı’da askeri harcamalar ve borç ödemelerine bütçeden ciddi oranda pay ayrılıyor. Osmanlı tarım ekonomisi büyük oranda geçimlik küçük üreticiliğe dayanan bir yapıya sahip. Küçük köylünün kendi ihtiyaçları dışında bir artı değer üretmesi bir hayli zor. Osmanlı devletinin temel gelir kalemleri söz konusu tarım ekonomisinin vergilendirilmesine dayalı. Osmanlı devleti bir yandan da artan kamu harcamalarını karşılayabilmek için vergi gelirlerini artırmaya yöneliyor. 1840’lardan başlayıp 1910’lara uzanan evrede vergi gelirleri beş kat artıyor. Bu artış, Rumeli’de, Anadolu’da ve Doğu vilayetlerinde yaşayan Osmanlı köylüsünün sırtına ağır bir yük bindiriyor. Bu vergi yükünün altında ezilen Osmanlı köylüsü son çare olarak direnişlere yöneliyor. Tanzimat sonrası süreçte birçok bölgede vergi isyanları çıkıyor. Osmanlı taşrasında neredeyse gündelik hayatın bir paçası haline gelen bu isyanlara 1850’li yılların Bulgar ve Sırp isyanları, 1890’lı yılların Ermeni ve Kürt isyanları örnek olarak gösterilebilir. Aslında yaşanan öncelikli olarak vergi yüküne ve vergi tahsilatı sırasında maruz kalınan baskılara karşı bir direniş, bir vergi isyanı. Fakat zaman içinde bu vergi isyanları, toplumsal adaletsizlik ve baskılara karşı direniş ve başkaldırışlar hem Rumeli’de hem de Doğu vilayetlerinde milliyetçi ve politik renler kazanmaya başlıyor. Osmanlı İmparatorluğu için büyük bir siyasal sorun oluşturan milliyetçi hareketlerin arka planında vergi sistemindeki adaletsizliklerin ve vergi tahsil sistemindeki baskı ve şiddet unsurunun yattığını söylemek mümkün.</span></div>
<div style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; color: #444444; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<span style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;"><b>Öte yandan Tanzimat Fermanı ile birlikte herkesin gelir ve serveti oranında vergilendirileceği bir sistemin kurulmasının planlandığını ancak bunun başarıya ulaşmadığını belirtiyorsunuz. Bu anlamda Tanzimat dönemi reformları aslında Osmanlı toplumu adına hayal kırıklığı mıydı? </b></span><br />
<span style="font-weight: inherit;">Tanzimat Fermanı herkesten gelir ve servetine göre gücü oranında vergi alınacağına dair bir vaatte bulunuyor. Geniş halk kesimlerinde de bu yönde bir beklenti oluşuyor. Ancak Tanzimat’ın ilanından İmparatorluğun son yıllarına kadar Osmanlı yöneticilerinin hiçbir koşulda vergi dağılımının adil bir şekilde gerçekleştirilmesi, köylü üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi yönünde kayda değer bir adım atmamış olduğunu görüyoruz.</span></div>
<div style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; color: #444444; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
Tanzimat Fermanı’nın bu vaadi hayata niçin geçirilememiş? Bunun politik ve sınıfsal bir nedeni olduğunu düşünüyorum. Gerek merkezî hükümette gerekse taşra idare meclislerinde yer alan kişilerin, eğitimli devlet bürokratları, taşra eşrafı, mülk ve toprak sahibi kesimlerden oluşan imtiyazlı bir zümre olduğunu görüyoruz. Gerek merkezi hükümet düzeyinde gerekse mahalli idari birimlerde mülki amirlerle yerel eşrafın uyum içinde karar alma mekanizmalarını denetimleri altında bulundurdukları anlaşılıyor. Aslında verginin herkesin gücüne göre, yani gelir ve servetine göre paylaştırılması ilkesi vergi yükünün köylüden alınıp varlıklı kesimlere aktarılması anlamına geliyor. Merkezde ve taşrada yönetim kademesindeki kesimler bu doğrultudaki bir uygulamayı 19. yüzyıl boyunca bilinçli bir şekilde hayata geçirmiyor. Varlıklı kesimler vergi yükünü sırtlamamak konusunda çok kararlılar. Oysa Avrupa’nın birçok ülkesinde 19. yüzyıl boyunca kişisel gelir vergisi aracılığıyla vergi yükümlülüğünün süreç içinde artan oranlarda varlıklı kesimlerin sırtına yüklendiğini görüyoruz. Tanzimat sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nda ise yaratılan beklentilerin aksinde kat’i surette bu doğrultuda bir gelişme yaşanmıyor.</div>
<div style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; color: #444444; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<span style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;"><b>O dönemde Avrupa siyasetinin ve kamuoyunun Osmanlı’ya yaklaşımı ne yönde? Bu alanda reform önerisinde bulunuyorlar mı?</b></span><br />
<span style="font-weight: inherit;">1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında hem Rumeli’de hem de Doğu vilayetlerinde kapsamlı idari, malî ve sosyal reformlar yapılması doğrultusunda Avrupa devletlerinin baskısı var. Ahali üzerinde uygulanan türlü baskıların kaldırılması ve vergi sisteminin iyileştirilmesi yönünde talepler var. Aslında Osmanlı yöneticileri de bu tarz reformların halkın lehine olduğunun farkında. Ancak artan kamu harcamaları, özellikle askeri harcamalar ve borç ödemeleri, vergi gelirlerin artırılması yönünde baskı oluşturuyor. Bu koşullarda ne pahasına olursa olsun gelirlerin artırılması yoluna gidiliyor. Vergi tahsilatı, sivil bir vergi tahsil teşkilatı yerine polisiye ve askeriye yöntemlerin devreye sokulması yoluyla, zora başvurularak gerçekleştiriliyor. Böylece vergi devletle vatandaş arasında rızaya dayanan bir ilişki olmaktan çıkıp baskı ve zulüm temelli bir ilişkiye dönüşüyor. Bu da Osmanlı devletinin süreç içinde halk nezdindeki meşruiyetini büyük oranda sarsıyor.</span></div>
<div style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; color: #444444; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin-bottom: 10px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<span style="font-weight: inherit;">Öte yandan, Ahmet Şakir Paşa gibi vergi meselesinin aslında bir sosyal sorun olduğunun farkında olan Osmanlı idarecileri de var. Ahmet Şakir Paşa vergi adaletinin Ermeni sorununun altında yatan temel sorunlardan biri olduğunun farkında ve vergi tahsilatı sırasında gündeme gelen baskı ve zulümlerin bertaraf edilmesi gerektiğini düşünüyor, bu doğrultudaki görüşlerini Abdülhamit yönetimine kapsamlı raporlarla iletiyor. Hatta 1890’lı yıllarda Ermeni ve Kürt nüfusun ağırlıklı olduğu Doğu vilayetlerinde vergi nedeniyle halkın maruz kaldığı baskıları gidermek ve halkın güvenini kazanmak üzere pilot çalışmalar yürütüyor ve olumlu sonuçlar alıyor. Ancak bu denemelerin kalıcı olması İmparatorluğun bütününe yayılması önünde ciddi politik ve sınıfsal engeller var.</span><br />
<br style="border: 0px none; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none;" />
<span style="border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; font-family: pt_sansbold; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;"><b>Son olarak, devlet geleneğinin devamlılığı açısından Osmanlı’dan bugüne uzanan süreç nasıl değerlendirilebilir? Cumhuriyet Türkiye’sinin Osmanlı’dan bu bağlamda miras aldığı politikalar oldu mu?</b><span style="font-weight: inherit;"> </span></span><br />
<span style="font-weight: inherit;">Sosyal yapı, gelir dağılımındaki eşitsizlikler, vergi adaletinin yokluğu gibi sosyo-ekonomik noktalardan bakılacak olursa, Türkiye’nin bugün yaşamakta olduğu Kürt sorunu ile 1890’larda Doğu vilayetlerinde yaşanan Ermeni sorunu arasında ciddi benzerlikler olduğu görülür. Her iki sorununun arka planında toplumsal adaletin, gelir dağılımında eşitliğin kurulamamış olmasının önemli payı var. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde yönetim kademesindeki kesimler söz konusu adaletsizliklerin temellerini ortadan kaldırmak yerine, sorunları şiddet ve askeri yöntemlerle çözmeyi yeğliyor ve neticede vatandaş ile devlet arasındaki ilişki barışa değil çatışmaya dayalı bir nitelik kazanıyor. Vergi adaletsizliği, gelir bölüşümündeki dengesizlikler ve yoksulluk gibi sosyal sorunlar hızla sosyal patlamalara dönüşerek siyasal nitelikler kazanabiliyor. Sosyal adaletin kurulamış olması, bölüşüm ilişkilerindeki dengesizlikler ve geniş yığınların toplumsal-siyasal sisteme yönelik hoşnutsuzluklarının şiddet yoluyla bastırılmasını temel alan bir yönetim tarzı Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin ortak yönlerini oluşturuyor. Böylesi bir durum da toplumsal çatışmaya zemin hazırlıyor.</span></div>
</div>
</div>
<div id="ContentPlaceHolder2_updComments" style="background-color: #f7f7f7; border: 0px; color: #3d3d3d; font-family: pt_sansregular, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; line-height: 17px; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<div class="yorum-box" style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px 0px 30px; resize: none; vertical-align: baseline;">
<a href="https://draft.blogger.com/null" name="yorumyaz" style="background: transparent; border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;"></a><br />
<div class="comments clearfix" style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; resize: none; vertical-align: baseline;">
</div>
<h3 style="background: rgb(77, 99, 122); border: 0px; color: white; font-family: pt_sansbold; font-size: 18px; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; height: 36px; letter-spacing: -1px; line-height: 35px; margin: 0px 0px 11px; outline: none; padding: 0px; resize: none; text-indent: 10px; vertical-align: baseline;">
</h3>
</div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-44343157220345292602015-11-26T00:53:00.005-08:002015-11-26T00:53:59.763-08:00'Sömürge çağına dönmüş gibiyiz, din savaşlarına gidiyoruz'<br />
<br />
<strong><em>Ülkesinin en karanlık dönemlerine tanıklık etmiş, iç savaşın dehşetini bizzat yaşamış, evi kundaklanmış Lübnanlı bir sinemacı: Jocelyn Saab. Boğaziçi Üniversitesi'nin konuğu olarak bugün ve 1 Aralık'ta iki ayrı etkinliğe konuk olacak. Özgür Duygu Durgun, Saab ile son saldırıların ardından dünyanın gidişatını konuştu...</em></strong><br />
<a href="http://www.radikal.com.tr/kultur/somurge-cagina-donmus-gibiyiz-din-savaslarina-gidiyoruz-1479736/" target="_blank">http://www.radikal.com.tr/kultur/somurge-cagina-donmus-gibiyiz-din-savaslarina-gidiyoruz-1479736/</a><br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i.radikal.com.tr/150x113/2015/11/25/201511251112_IMG_4598.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" border="0" src="http://i.radikal.com.tr/150x113/2015/11/25/201511251112_IMG_4598.jpg" style="display: block; height: auto; margin-top: 0px; max-width: 800px;" /></a></div>
RADİKAL - Gazeteci, savaş muhabiri ve belgesel sinemacı Jocelyn Saab Boğaziçi Üniversitesi’nin uluslararası misafir programı 'Boğaziçi Chronicles'ın konuğu olarak yaklaşık bir ay boyunca İstanbul’da olacak. Saab, üniversitenin kampüsünde yaşayacak ve burada geçirdiği dönemin günlüğünü oluşturacak.<br />Dört uzun metrajlı filme imza atan Saab belgesellerinde savaş, etnisite ve savaştaki kadınlık durumu gibi konulara yer veriyor. Özellikle kadın ve Ortadoğu ekseninde önemli belgesellere imza atan Saab; ilk olarak bugün (26 Kasım) gazeteci ve sinema eleştirmeni Cüneyt Cebenoyan'ın gerçekleştireceği bir söyleşi kapsamında İstanbul izleyicisi, öğrenciler ve akademisyenlerle buluşacak. Söyleşinin başlığı;<br />"Bir Görsel Sanatçı’nın 'kuşatma altındaki şehir'' Beyrut Üzerine Düşünceleri". Yönetmenin eserlerinden kısa bir kolaj gösterimini de kapsayacak program, bugün 16.00’da Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Konferans Salonu’nda ücretsiz olarak izlenebilir.<br />Jocelyne Saab’ın Boğaziçi Chronicles kapsamında katılacağı ikinci etkinlik ise 01 Aralık Salı günü saat 17.00’de gerçekleşecek 'Dunia'nın (Gözlerimden Öpme) gösterimi. Saab'ın 2006'da çektiği ve kadın sünnetini konu alan filmi 'Dunia'; hem çekildiği dönemde hem de sonrasında uluslararası platformda konu hakkında ciddi ses getirmiş bir eser.<br /><img alt="" src="http://i.radikal.com.tr/150x113/2015/11/25/201511251117_dunia.jpg" style="clear: both; display: block; height: auto; margin: 0px auto; max-width: 800px;" /><em>Dunia</em><br />
<strong>PARİS'TE OLANLARI LÜBNAN'DA SON 30 YILDIR HER GÜN YAŞIYORUZ </strong><br />Yaşamını Paris ile Beyrut arasında geçiren Jocelyn Saab söze, geçen hafta Paris’te yaşanan bombalı saldırılar esnasında Beyrut’ta olduğunu anlatarak başlıyor. Kendisine ilk sorumuz da saldırıların ardından dünyanın nereye gittiği yönünde… "İnsanlar savaş içinde yaşarken bir süre sonra içinde yaşadıkları dehşeti umursamaz oluyor" diye cevap veriyor, Saab. "Düşünün, o yıllarda iPhone gibi aletler yoktu. Aynı katliamlar bugün tekrar tekrar yaşanıyor. 80’lerde biz Lübnan’da cehennemi yaşadık ve unuttuk. İnsan için unutmak iyi bir şey."<br />Ve devam ediyor: "Avrupa’nın dünyanın bu bölgesine olan ilgisine bakıyorum da sanki sömürge dönemine dönmüş gibiyiz. Kısa süre önce Ankara’da 100 kişi, Beyrut’ta ise tam 380 kişi bombalı saldırılarda öldü ve tüm dünya Paris’e ağladı. Fransız arkadaşlarımla da bunu konuşuyoruz ve anlamakta zorluk çektiklerini görüyorum. Paris’te yaşananları korkunç bulmadığım sanılmasın ama biz bunu son 30 yıldır her gün yaşıyoruz Lübnan’da. Bombalar patlıyor. İnsanlar her gün ölüyor."<br />
<strong>İÇ SAVAŞIN İÇİNDEYKEN HAYAL BİLE KURAMAZ OLMUŞTUM</strong><br />Jocelyn Saab sinemadan önce gazetecilik de yapmış ve Ortadoğu’nun en sorunlu bölgelerinde çalışmış bir kadın. Savaş muhabirliğinden ve savaşın insana verdiği o kayıtsızlık hissinden bir noktadan sonra o kadar yorulmuş ki bağımsız olarak kendi filmlerini çekmeye karar vermiş. Bağımsız sinemaya geçişinin hikâyesini şöyle anlatıyor: "Aslında ekonomi okudum çünkü o yıllarda, yani 60’larda ailem sanatçı olmamı, Beyrut’tan ayrılmamı istemiyordu. O dönemin zihin yapısı çok farklıydı. Aslında şimdi bakıyorum da ekonomi okumuş olmaktan pişman değilim. Size sosyo-politik anlamda bir hayat görüsü veriyor ve dünyayı bu bilgiyle kavrıyorsunuz. Bugün genç filmcileri görüyorum, herkesin tek derdi kendisi. Herkes kendi hakkında bireysel şeyler yapıyor. Oysa dünyaya baktığınızda çok fazla acı var. İnsanların biraz da çevrelerine bakmaları gerekiyor."<br />Belgeseli bırakıp tamamen kurmaca filmlere geçişinin en önemli nedeninin savaş olduğunu söylüyor: "Lübnan savaşı sırasındaydı. 1973’de ilk sorunlar baş göstermişti. Zaten gerisi çok hızlı geldi. 1975’te iki büyük katliam yaşadık. 1976’da ise şehir tamamen yok edildi. Yok edilen sadece şehir değildi. Tüm hayatımız değişti. 1973 Ekim savaşında savaş muhabiriydim. 1975’te Fransız televizyonu için savaşı çektim. O yıl Beyrut’ta Filistinlileri taşıyan bir otobüs kaçırıldı ve herkes öldürüldü. Bir düğünden dönüyordu insanlar. İşte o zaman ilk belgeselimi çekmeye karar verdim; 'Lebanon in Turmoil'. O sırada çok gençtim ama Lübnan’ın, doğmuş olduğum ülkenin yok edildiğini ve artık bir daha asla eskisi gibi olmayacağını fark ettim. Bir iç savaşın içinde yaşamak çok zordu. Sürekli cephedeydim. Hayal bile kuramaz olmuştum. 1978’te belgeselciliği bırakmaya karar verdim. Artık savaşın katı gerçeğini göstermek değil insanların hislerini anlatmak istiyordum. Bir süre ısmarlama projelerde çalıştım. Ancak kurmaca işlerde size bir bütçe veriliyor. Onun içinde hareket etmek zorundasınız. Film çekerken fazladan beş dakika bile önemli bir bütçe kaybı anlamına geliyor. Bu nedenle 1982’de tamamen bağımsız hareket etmeye ve kendi filmlerimi çekmeye karar verdim."<br />
<strong>ÖNCE MÜSLÜMAN-HIRISTİYAN AYRIMI ŞİMDİ DE SÜNNİ-ALEVİ AYRIŞMASI...</strong><br />Saab’ın hikâyelerinin çoğunda çıkış noktası savaş, özellikle Lübnan İç Savaşı. O dönemi şöyle anlatıyor: "Lübnan iç savaşı, biliyorsunuz Müslüman-Hristiyan savaşıydı ve ben bunun içinde yer almayı hiçbir zaman istemedim. Falanjistler, şehri Müslüman ve Hıristiyan olarak ortadan ikiye böldüler. Bizim şehrin öte yakasına geçmemizi istiyorlardı. Yaşadığımız binayı yaktılar ve oradan arkamıza bakmadan kaçtık… Her şey yavaş yavaş gelişiyor. Önce Müslüman-Hıristiyan ayrımıyla başladı, şimdi Sünni-Alevi ayrışması gündeme geldi. Lübnan’dan sonra Libya, sonra Suriye ve şimdi de Türkiye’ye kadar geldi dayandı."<br />
<strong>BU KİRLİ SAVAŞ HEPİMİZİ YOK EDİYOR</strong><br />"Türkiye’ye yeni geldiniz ve henüz bir haftadır buradasınız. Fazla zaman geçirmediniz, biliyoruz ama sizce Türkiye’ye ne olacak? Ortadoğu’daki savaşın içine girmiş gibi mi görünüyoruz sizce?" diye soruyorum, Saab'a: "Dışarıdan biri olarak yaptığım analiz soyut olabilir. Ama buraya geldiğimde son derece güçlü ve modern bir ülke gördüm. Çıkarları olan ve bu doğrultuda gelişmekte olan bir ülke. Bu anlamda Lübnan’la Türkiye birbirinden farklı ama bir noktada bu kirli savaş hepimizi yok ediyor. Ankara, Beyrut, Paris’te olanlar ortada. Neler olacağını kestirmenin çok zor olduğu bir döneme giriyoruz, tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi. Din savaşlarına doğru gidiyoruz ve bu çok tehlikeli."<br />
<strong>YAŞADIĞIMIZ ÇAĞDA HİÇBİR ŞEY GİZLİ KALMIYOR</strong><br />Peki Lübnan’da durum nasıl şu anda? "Lübnan’ın ikinci büyük şehri Tripoli’ye gidin" diye devralıyor Saab sözü: "Savaş her yeri yok etmiş ama Tripoli’de savaşın ortasında yabancı iş adamları petrol ve arsa satın alma peşinde. Aldıkları arazilerde yeni yatırımlar yapıp sözüm ona ülkenin yeniden inşa edilmesine yardım ediyorlar. Oradaki halkı umursadıkları falan yok aslında. Sistem tümüyle kilitlenmiş durumda. Sokaktaki çöpler temmuzdan bu yana toplanmıyor. Bunun için basit bir karar bile alınamıyor. Ve şunu düşünüyorum sık sık; acaba doğu ve batı arasındaki ilişki tarih boyunca hep böyle miydi, böyle mi olmak zorunda ? Oysa insan bugün evrimin belki son noktasında ve bugün yaşadığımız bu çağda hiçbir şey gizli kalmıyor."<br />
Saab'a son olarak Lübnan’da direktörlüğünü üstlendiği 'Kültürel Direniş Film Festivali'ni soruyoruz:<br />"Bu; hayatta kalmak için yaşadıklarımıza kültürle, müzikle, edebiyatla, müzikle, kadının toplumdaki yerinin altını çizerek direnmek için ortaya çıkan bir hareket. İçgüdüsel bir direniş. 2013’te Tripoli’de başladı ve ikinci yılında Lübnan’ın Saïda, Tyre, Zahlé ve Beyrut kentlerine uzandık. Araştırmacılar ve her disiplinden sanatçılar coğrafi kökenleri ne olursa olsun bu festivalin parçası olabilirler. 2016 yılı başvurularını şimdiden almaya başladık. Buradan Türkiyeli sanatçılara da aramızda görmek istediğimizi söylemek isterim. Uluslararası yarışmaya başvurular <a href="https://niemeyercompetition.wordpress.com/about/" rel="nofollow" target="_blank">https://niemeyercompetition.wordpress.com/about/</a> üzerinden yapılabiliyor. Umarım bu vesileyle Türkiye’den de sanatçılara ulaşırız.<br />
<br />
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-84966738227822023082015-10-08T07:23:00.002-07:002015-10-08T07:23:31.562-07:00''İyi çizgi romancı olmak için iyi hikâyeci olmak lazım''<b><i></i></b><br />
<b><i></i></b><br />
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-NG2f_qNw0Go/VhZ8GmNkC9I/AAAAAAAADOc/Qu0eTDHJ_bo/s1600/IMG_9355.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="213" src="http://4.bp.blogspot.com/-NG2f_qNw0Go/VhZ8GmNkC9I/AAAAAAAADOc/Qu0eTDHJ_bo/s320/IMG_9355.jpg" width="320" /></a><b><i>Mizah tarihimizin 80’li ve 90’lı yıllarına damgasını vuran Gırgır dergisinde, efsane Oğuz Aral ekolünden yetişen çizerlerden Galip Tekin, tam 21 yıldır Boğaziçi Üniversitesi’nde çizgi roman dersleri veriyor</i></b><br />
<a name='more'></a><br />
Kendine özgü çizgileri ve fantastik hikâyeleriyle bir dönemin ünlü mizah dergisi Gırgır’ın öne çıkan isimlerinden biri olan çizer Galip Tekin’in fanatik okurları onu ‘acayip hikâyeler’’iyle, karanlık tiplemeleriyle, Beyoğlu’nun arka sokaklarında yaşanan, gerçek ile kurgu arasındaki inanılmaz tuhaflıktaki insan öyküleriyle tanıdı, sevdi. <br />
<br />
Bir dönem televizyon için yazdığı ‘’Acayip Hikâyeler’’ adlı diziyle, televizyon tarihinin en cesur işlerinden birine imza atan Tekin, halen Uykusuz dergisinde çizmeye devam ediyor. Tekin aynı zamanda Boğaziçi’nde Çizgi Roman dersleri veriyor. Tam 21 yıldır ders veren Tekin, ‘’Üniversite bitirmediğim halde Boğaziçi’nde hoca olan sanırım sadece ben varım’’ diyerek çizgi romanın inceliklerini anlatıyor…<br />
<br />
<b>Nasıl kesişti yolunuz Boğaziçi Üniversitesi’yle, oradan başlayalım mı?</b><br />
1990’larda Beyoğlu’nda meşhur bir mekânımız vardı: Kemancı. Yazar, çizer, çizer ve akademisyenlerin sürekli geldiği bir bardı. Müdavimlerimiz arasında Boğaziçi’nde Sosyoloji Bölümü’nde profesör Faruk Birtek hocanın asistanı vardı; Güniz Hanım. Bir gün Güniz bana okulda ders verme fikrinden bahsetti. Ben de o dönemde çok yoğundum. Olurdu olmazdı derken bir gece beni Refik Restoran’a yemeğe davete ettiler. Yemeğe Faruk hoca da gelecekti. <br />
Hayatımda ilk kez bir profesör görecektim! Tabii insan profesör deyince takım elbiseli, ceketli kravatlı birini bekliyor. Derken Faruk Birtek geldi. Darmadağın, üzerinde siyah bir tişört. Tabii sonradan çok sevdiğim bir insan olmuştur. O akşam oturup konuştuk. Fakat ben konuşulanların çoğunu anlamıyorum, yarı İngilizce yarı Türkçe konuşmalardan sıkılıyorum. Dayamayıp kalktım, bir bahaneyle kaçtım oradan! Sonra baktım ki hepsi kalkıp yanıma gelmiş. Beni ikna ettiler ve yarım dönem denemek üzere okulda ders vermeyi kabul ettim. Sonra bir yarım dönem daha derken 21 yıl oldu…<br />
<b>Boğaziçi’nde ilk döneminiz nasıl başladı?</b><br />
10-15 öğrencim vardı. Dersin adı Art of Animation olarak konulmuş. Bu yüzden bir kısım öğrenci dersi otellerde yapılan animasyonla ilgili sanıp gelmiş, bir kısmı da çizgi film sanmış. Böylelikle ilk sınıftan 10 kişi falan hemen terk etti dersi. Dersin adını değiştiremedik bir türlü, isim de öyle kaldı. O dönem verdiğim dersler çok eğlenceliydi. Arada sırada çizer Erdil Yaşaroğlu geliyordu konuk hoca olarak, Cem Yılmaz Boğaziçi’nde okuyordu. O da derslere geliyordu. Her dönem başında uzatarak 21 yıla ulaştık. Sanırım en fazla öğrencisi olan derslerden biri oldu benim ders.<br />
<b>Öğrencileriniz arasından çizer olmak isteyen çıktı mı hiç?</b><br />
Öğrencilere şöyle bir zararım dokundu galiba; bu işi o kadar sevdiler ki kendi işlerini yapmayıp reklam ajansına geçen öğrencilerim oldu. Mesela iki asistanım art direktör olarak çalışıyor şimdi. Hatta politika, uluslararası ilişkiler okurken alanlarını bırakıp Amerika’da çizgi roman eğitimine devam edenler oldu. Keyifleri yerinde. Öğrenciler beni hoca değil de bir ağabey hatta şimdilerde yaştan ötürü baba gibi gördükleri için gelir her şeylerini anlatırlar. Aralarında çok parlak isimler çıktı. Mesela eski dönemlerden Fevzi Özşahin Penguen dergisinde çiziyor. Boğaziçi’nde çocuklar Leke adlı bir dergi çıkarıyorlar.<br />
<b>Peki dersler nasıl geçiyor, neler anlatıyorsunuz?</b><br />
Dersler çok eğlenceli. Ağır derslerden gelen çocuklar için rahat ve keyifli oluyor. Öncelikle insan anatomisi gösteriyorum. Sonra insanı hareket ettirmeyi anlatıyorum. Perspektif çizimleri derken yavaş yavaş hikâye buldurmaya, kurgulamaya yönlendiriyorum. Dersin içine her şey giriyor. Zaman geliyor sosyolojiden konuşuyoruz, ya da zooloji giriyor, hayvan çizmek istiyorlar. Zooloji deyince işin içine evrim giriyor. <br />
Sanırım ben iyi bir hocayım. Gırgır’dayken de amatörlere ben öğretirdim çizmeyi. Ama ben de öğrencilerden çok şey öğrendim. Eskiden kalma İngilizcem burada epey ilerledi. Exchange öğrencilerim var. Onlara da ders anlatmam gerekiyor. <br />
Aslında çizgi çizerek her şeyi anlatabilirsiniz. Müzik için beynelmilel dil derler ama daha beynelmilel olan bence çizgidir. Mesela Çin’e gittim ve hiç Çince bilmiyorum. Pekin ördeği yemek istesem, bir ördek çizip üzerine çatal saplasam herhalde oradaki adama derdimi anlatabilirim.<br />
<b>Çizgi öğretilebilir diyorsunuz peki hikâye kurmak, hikaye anlatmak öğretilebilir bir şey mi?</b><br />
Çizgiyi öğretebilirsin bir şekilde ama hikâye bulmak başka bir şeydir. Hikâye bulmayı teknik olarak öğretebilirsin. Hayal gücü kuvvetliyse iyi hikâyeler çıkar. Mesela türbanlı bir öğrencim vardı bana inanılmaz hikâyeler anlatıyordu. Hikâyenin nereden çıkacağı hiç belli olmaz. <br />
Çocuklar derste, eğer hikâye bulamıyorlarsa en azından hikâyenin başını buluyorlar. Sonunu bazen ben tamamlıyorum. Eğer hiçbir şey bulamazlarsa açıp Edgar Allan Poe veya Borges okuyoruz. <br />
Çizgi romancı olmak için hikâye yazabilmen lazım. İyi bir çizgi ile birleşebiliyorsa o zaman iyi bir çizgi romancı oluyorsun.<br />
<b>Sizin hikâyeleriniz başka örneği olmayan türde hikâyeler. Fantastik bilimkurguyu çizgiye katmak örneğin, bir ilkti…</b><br />
Ben kurgubilime mecburiyetten başladım. 12 Eylül 80 darbesinde her şey yasaktı. Bizim en büyük beslenme kaynağımız ise politikacılardı. O da yasaklanınca derdimizi kurgubilimle anlatmaya başladık. Mesela ben o dönemde inanılmaz işkence hikâyeleri çizdim ama tümü başka bir gezegende geçiyordu. O zaman da kimse bir şey demiyordu. <br />
Bizim kültürümüzde aslında korku hikâyeleri hep vardı. Gece olunca büyükler evde çocuklara oturup korku hikâyeleri anlatırlardı. Anadolu’da nereye gitseniz her bölgede böyle hikâyeler vardır. Bu nedenle bu hikâyeler uzak gelmedi okuyucuya. Fantastik bilimkurguyu sevdiler.<br />
<b>Bir zamanlar, 90’lı yıllarda sizin de sahibi olduğunuz Kemancı’da adınız bir efsane gibi dolaşırdı. Karanlık bir odada oturup tuhaf hikâyeler çizdiğiniz söylenirdi…</b><br />
O odanın kapısı hep açıktı. Derdi çizgi olan herkes girip çıkardı. Ben orada Tolga diye bir çizer yetiştirdim. Tolga barda çalışırdı. Sürekli bar tezgahı altında bir şeyler yapardı Tolga. Ben de hesap kitap işleriyle uğraşıyor sanırdım. Bir gün baktım çiziyor. Ona gel dedim, çizgi dersleri verdim. Sonradan çok iyi çizer oldu, önemli reklam şirketlerinde çalıştı Tolga Hırsova.<br />
<b>Şimdilerde neler yapıyorsunuz, dersler dışında?</b><br />
Uykusuz dergisinde çiziyorum ama okul açılınca o aksayacak biraz. Beni Boğaziçi’nde çok çalıştırıyorlar ! Derslerim 13.00’te başlamasına rağmen, dersleri çakışan öğrencilerle daha erken buluşabilmek için okula erken geliyorum.<br />
<b>Çizerlik sizce okullu olarak yapılabilir bir şey mi?</b><br />
Bu işte alaylı olmak, usta-çırak ilişkisi önemli. Boğaziçi’nde üniversite bitirmemiş tek hoca benim bildiğim kadarıyla, çünkü ben okuyamadım. Üç dergide birden çalışıyorsun nasıl okuyacaksın? Akademiyi kazandım ama gidemedim. Bir gün rahmetli Oğuz Aral bana ‘’Sana akademide çizgiyi öğretiyorlar mı’’ diye sordu. Akademi’de çizgi filan öğretmiyorlardı. Oğuz ağabey ‘’Bak, burada üç dergi var, bırak akademiyi ben sana hem çizgi çizmeyi öğreteyim hem de üstüne para vereyim’’ dedi. Öyle başladık...<br />
<br />
<b><i>Söyleşi: Duygu Durgun Köseoğlu /Kurumsal İletişim Ofisi</i></b><br />
<a href="http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/iyi-cizgi-romanci-olmak-icin-iyi-hikayeci-olmak-lazim">http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/iyi-cizgi-romanci-olmak-icin-iyi-hikayeci-olmak-lazim</a><br />
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-22525102613162910712015-09-14T04:18:00.001-07:002015-09-14T04:18:53.375-07:00İnsanı Yaşatmak<div style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;">
<br /></div>
<br />
<div style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;">
<br /></div>
<br />
<br />
<strong><em>Türkiye’deki insan kaçakçıları bota yeterli yakıt koymadıkları için yarı yolda motor durunca 60 kişilik Suriyeli mülteci grubu denizde kalıyor. Yunan sahil güvenliği tarafından kurtarılan grupta yer alan Delil adlı genç bir adam ‘’Gelmeselerdi şimdi hepimiz boğulmuştuk’’ diye anlatıyor…</em></strong><br />
<br />
<br />
<a href="http://iys.turkmedya.com.tr/Content/Resimler/images/foto%c4%9fraf%20(2).JPG" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" border="0" src="http://iys.turkmedya.com.tr/Content/Resimler/images/foto%c4%9fraf%20(2).JPG" height="200" style="height: 640px; width: 478px;" width="149" /></a><a href="http://serbestiyet.com/Gundem/insani-yasatmak-166960" target="_blank">http://serbestiyet.com/Gundem/insani-yasatmak-166960</a><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://iys.turkmedya.com.tr/Content/Resimler/images/foto%c4%9fraf%20(1)(1).JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" border="0" src="http://iys.turkmedya.com.tr/Content/Resimler/images/foto%c4%9fraf%20(1)(1).JPG" height="400" width="298" /></a></div>
Yunanistan’ın Midilli adasındayız. Limanda olağanüstü bir hareketlilik var. Suriye ve Afganistan’dan kaçarak Ege denizini geçen binlerce mülteci Midilli Limanı’nda umarsızca bekliyor. Erkekler, kadınlar, çocuklar, bebekler… Her gün binlercesi geliyor Türkiye’den. İnsan kaçakçılarına verdikleri binlerce dolar karşılığında Behramkale’den botlara binerek yedi, bilemediniz sekiz saat süren amansız bir deniz yolculuğundan sonra kendilerini Midilli’nin kıyılarına atıyorlar.<br />
<img alt="" src="http://iys.turkmedya.com.tr/Content/Resimler/images/050(1).jpg" /><br />
<br />
<br />
Uzun saçlı, gözlüklü, sırt çantalı genç bir adam Yunan polisiyle konuşuyor. Giyim tarzı, hal ve hareketleriyle Yunan, İtalyan veya İspanyol olduğunu düşünmek mümkün. Genç adam limanda bekleyen büyük gemiyi işaret ederek bir şeyler söylüyor. Polis nereli olduğunu soruyor. ‘’Suriyelim’’ diyor adam. O büyük gemiye binip Atina’ya gidecek , oradan da başka bir Avrupa ülkesine gitmenin yollarını arayacak tıpkı limanda ve çevre parklarda gece gündüz demeden gitme sırasının kendilerine gelmesini bekleyen binlerce mülteci gibi. İleride bir kafede oturmuş mültecileri görüyoruz. Orta yaşlı bir hanım ve çocukları…Temiz kıyafetleri, güneş gözlükleriyle tipik orta sınıf bir Türk ailesi gibiler. Çünkü savaş sınıf, statü, zenginlik yoksulluk filan tanımıyor, herkesi aynı kaldırımda buluşturuyor.<br />
Midilli merkezinde adım başı parklarda, sokaklarda kartonların üstünde yatan mültecilere rastlıyorsunuz. Adanın diğer ucundan tam 65 kilometre ötesinden yürüyerek kent merkezine ulaşmayı başarmış olanlar şimdi de seyahat bürolarının önünde kuyruklar oluşturup Atina’ya gidecek gemide kendilerine bir bilet bulmaya çalışıyor. Pasaportları, kimlikleri yanlarında olanlar şanslı. Diğerleri yani resmi kağıtsız olanların ise adada ne kadar kalacakları belirsiz. Onlar orada öylece kaldıkça gelecek günlerde daha büyük sorunların çıkabileceğini şimdiden kestirmek olası…<br />
<img alt="" src="http://iys.turkmedya.com.tr/Content/Resimler/images/051.jpg" style="height: 300px; width: 600px;" /><br />
Adanın kuzeyinde, Assos’un tam karşısındaki Molivos, Türkiye’den deniz yoluyla gelen mültecilerin Yunanistan’a vardıkları ilk nokta. Midilli’nin tartışılmaz en güzel merkezlerinden biri olan ve Batılı turistlerin en çok tercih ettiği tatil cenneti Molivos aslında ufacık bir köy. Denize girenleri, tavernalarda yemek yiyenleri, eski kaldırımlarıyla görsel şölen sunan Molivos’un meşhur çarşısında alışveriş yapan turistleri görüp şöyle bir dışarından baktığınızda günlük hayatın normal seyrinde aktığını sanmanız çok mümkün aslında. Ama durum hiç de öyle değil.<br />
<img alt="" src="http://iys.turkmedya.com.tr/Content/Resimler/images/052.jpg" /><br />
<br />
Molivos limanında akşam saatlerinde dolaşıyoruz. Mendireklerde oturmuş yüzlerce mülteci öylece bekliyor. Yanlarına gidip ne zamandan beri burada olduklarını soruyoruz. Türkiye’den geldik diye tanıtıyoruz kendimizi. Genç bir adam geliyor yanımıza, adı Delil. İki gece önce geldiklerini anlatıyor. Bir botta 60 kişi, kadınlar, çocuklar, erkekler…<br />
Türkiye’den onları bota bindirenler yeterli yakıt koymadıkları için yarı yolda motor durunca Yunan sahil güvenliği fark etmiş ve onları kurtarmış. ‘’Gelmeselerdi şimdi hepimiz boğulmuştuk’’diyor Delil. İki yıl kadar İstanbul Bağcılarda tekstil işinde çalışmış. İki küçük çocuğu var. Karısı ve çocuklarını gösteriyor. ‘’Hayat çok zor İstanbul’da, geçinemiyorduk. Biz de şansımızı denemek istedik’’. Delil’in yanında hep topu 1200 dolar var. O parayla ailesiyle birlikte yollara düşmüş .<br />
<img alt="" src="http://iys.turkmedya.com.tr/Content/Resimler/images/054.jpg" /><br />
Mültecilere açık kapı politikası uygulayan Türkiye maalesef ona doğru dürüst bir hayat verememiş. Şimdiki hedefi Makedonya üzerinden belki Almanya, belki İsveç. Ama önce sığındıkları bu küçük limandan çıkıp adanın merkezine gitmeleri oradan da şansları yaver giderse Atina’ya ulaşmaları lazım. ‘’iki gündür bize bir otobüs gelip sizi alacak diyorlar, kimse gelmiyor. Burada kalırsak para bitecek. Perişan oluruz’’ diyor Delil.<br />
Yunan yetkililer ise birkaç gün sonra otobüslerle mültecilerin Midilli’ye götürüleceğini söylüyor ama kesin bir gün ve saat vermiyorlar. Aslında onlar da bilmiyorlar. Sadece pasaportu olanların otobüslere binebileceğini, diğerleri için yapacakları bir şey olmadığını söylüyor polis. Hatta Molivos’tan düzenli olarak adanın merkezine çalışan yolcu otobüslerine bile binmeleri yasak mültecilerin. Oysa normal bir turist 7,5 Euro vererek otobüsle Mitilini’ye ulaşabiliyor. Mülteciler ise yanlarında daha fazla para taşımalarına rağmen otobüse binemiyor. Delil’e nasıl yardım edeceğimizi bilemeden yanlarından ayrılmak üzüntü veriyor. Biraz para vermek istiyoruz, en azından çocuklara süt ve yiyecek alsınlar diye. Kabul etmiyorlar…<br />
<br />
Yunan polisi ve sahil güvenliği adadaki mülteci sorunu karşısında biraz da üç maymunu oynasa da orada yaşayan halkın özellikle mültecilere gönüllü yardım eli uzatanların sayesinde biraz olsun insan gibi hissedebiliyor adanın zorunlu misafirleri. 15 yıldır Eftalou’da yaşayan ve eşiyle birlikte bir sanat atölyesi işleten Eric işte bu yardımsever insanlardan biri. Mayıs ayından bu yana Türkiye’den gelen mültecilere denizden çıkar çıkmaz ilk yardımı o yapıyor. Skala Skaminia plajından dönerken yolda, adaya henüz varmış bir mülteci grubun yardımına koşarken tanıştığımız Eric, tekerlekli sandalyesiyle ölüm yolculuğuna çıkan felçli bir genç kızla ilgileniyor. 16 yaşındaki genç kız ve beraberindekiler Kobane’den Midilli’ye uzanan bu yaşam mücadelesinden sağ çıktıkları için mutlular. Rojin adındaki genç kız, günlerdir Türkiye kıyılarından gelenleri karşılamak için orada olan yabancı basından gazetecilere hikayesini anlatıyor. Gözlerinden adeta umut fışkırıyor. Akıcı bir İngilizceyle konuşuyor Rojin. Hayatında ilk defa denizi görmüş. ‘’Düşünsenize daha sinemeye bile gitmedim ben’’ diyor gülerek. Yolda hiç korkmadığını, hatta denizde olmanın eğlenceli olduğunu söylüyor. Rojin ve ablası Nisrin’in hedefi Almanya’ya gitmek. Kobane’den gelen diğer gruptakiler ise İngilizce dertlerini anlatmakta zorlanıyorlar. Kucaklarındaki bebekleri gösteriyorlar sadece. Rojin’e soruyoruz: ‘’Peki Almanya’ya gidince ne yapacaksın?’’ Hiç düşünmeden, dümdüz, basit ve net cevap veriyor; ‘’Mutlu ve başarılı bir insan olmak istiyorum’’.<br />
<br />
Bütün bu gördüklerim karşısında söyleyebileceğim tek şey şu belki de; bu zalimliğin yok olması, bu dünyanın değişmesi sadece ve sadece Rojin ve onun gibilerin yaşamasına bağlı. Hala insan kalabilmemiz için…Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-90500537474969344232015-08-16T08:39:00.002-07:002016-01-04T11:20:52.727-08:00''Birimiz araftaysak hepimiz araftayız demektir"<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; font-style: italic; font-weight: bold; text-align: justify;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-h5vzCYoYzVs/VdCudkmg-hI/AAAAAAAADMo/2jRw0D8tdzY/s1600/birimiz-araftaysak-hepimiz-araftayiz-demektir-70527297910779399545.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://1.bp.blogspot.com/-h5vzCYoYzVs/VdCudkmg-hI/AAAAAAAADMo/2jRw0D8tdzY/s320/birimiz-araftaysak-hepimiz-araftayiz-demektir-70527297910779399545.jpg" width="213" /></a><span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;">‘’Araf’taki Ermenilerin Hikâyesi’’, coğrafyanın kader anlamına geldiği bu toprakların en kadim halklarından biri olan Ermeniler ve yaşadıkları hakkında, ne yapılsa hala bir türlü halının altına süpürülemeyen gerçekleri, yaşanmış hikâyeler eşliğinde tek tek önümüze koyuyor. </span></span></div>
<div>
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<a class="yazaradi" href="http://sanatatak.com/yazarlar/Ozgur-Duygu-Durgun/140" style="background-color: white; color: black; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 8pt; text-align: center; text-decoration: none;">Özgür Duygu Durgun / 16.08.2015</a><br />
<br />
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><strong><a href="http://sanatatak.com/view/Birimiz-araftaysak-hepimiz-araftayiz-demektir/1896" target="_blank">http://sanatatak.com/view/Birimiz-araftaysak-hepimiz-araftayiz-demektir/1896</a></strong></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><strong></strong></span></span></div>
<a name='more'></a><strong><br /></strong>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><strong>‘’Coğrafya kaderdir’’</strong> demiş <strong>İbn-i Haldun</strong> bundan tam yedi asır önce. Bazı insan topluluklarının yaşadığı acılar, çektikleri eziyetler düşünülürse bu söz daha bir anlamlı, daha bir acıtıcı sanki bugün… Bizim gibi, binlerce rengi barındıran ve bu yönüyle dünyada nadir bir örneği oluşturan toplumlarda ne yazık ki bu sözün olumlu yanları yerine negatif anlamları çoğaltılıp kuşaktan kuşağa geçerek, her defasında daha da ağırlaşan bir yük haline dönüşüyor. </span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;">Coğrafyanın bazıları için maalesef daha ağır bir kader olduğu bu toprakların kadim halklarından Ermenileri, daha doğrusu arafta kalmış Müslüman Ermenileri konu alan yeni bir kitap var elimizde: ‘’Araftaki Ermenilerin Hikâyesi’’ (İletişim Yayınları, 2015). Bugüne dek aramızda bir sır gibi yaşayıp giden bu insanlar, gazeteci <strong>Hrant Dink</strong>’in alçakça katledilmesi sonrasında, bu olayı tarihi bir milat gibi kabul edip teker teker gerçek aidiyetlerinin peşine düşmüşler aslında. O kadar yok sayılmışlar ki her taraftan, kendilerini yeniden var etmeye ve görünür kılmaya çabaları işte bu yüzden… </span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;">Müslüman çoğunluğu içinde yüz yıldır Müslümanmış gibi yaşayan, daha doğrusu yaşamak zorunda kalan ‘Kripto’ Ermeniler’den söz ediyoruz. Gazeteci Vercihan Ziflioğlu’nun büyük bir emekle, yıllarını vererek yazdığı kitap, işte bu halkı yani ‘’Ne Hz. İsa’ya ne de Hz. Muhammed’e yaranabilen’’, Sünni bir Türk /Kürt ya da Kürt /Alevi gibi yaşayan ‘’araf’’taki Ermenileri anlatıyor. ‘</span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><strong>’Bu kitapta anlatılanlar, ötekinin de ötekisi Ermenilerin, daha doğrusu, arafta kalanların gerçek hikâyeleri’’ diyor Ziflioğlu. ‘’Kayda aldığım anlatımların her birinde, bir asır araya karşın derin acının hıçkırık sesleri var. Parçaların çoğu kayıp, puzzle tamamlanamıyor. Kimleri isyanını ‘’Ne Hz. İsa’ya ne de Hz. Muhammed’e yaranabildik’’ diye dile getirdi. Kimileri, ‘Biz bafilleler, kaplumbağa gibi tehlikeyi gördüğümüzde kabuğumuza çekiliriz’ diye özetledi hislerini. O iyi yürekli Anadolu Müslümanlarıysa Ermeni komşularının acılarını Kur’an’dan ayetlerle örnekleyerek anlattı. Onca yıl boyunca karış karış gezdiğim Anadolu’da edindiğim izlenim o ki, toplumsal hafıza hala çok canlı’’. </strong></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><strong><br /></strong></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;">Kitapta hayatta kalmak için kimlik değiştirerek Müslümanlaşan Ermeniler, el konulan kız /kadın ve çocuklardan oluşan Müslümanlaştırılan Ermeniler ve Müslümanlığı kabul etmiş gibi görünüp hala Ermeni örf ve adetlerini koruyan farklı gruplardan insanların hikâyeleri anlatılıyor. Sünni- Müslümanlığı seçenler arasında müezzin olan, hacca gidenler bile var. Ya da 12 Eylül askeri darbesinde işkence sırasında Ermeni kimliğini öğrenen, Ermeni yazar <strong>William Saroyan’</strong>a şaşırtıcı benzerliğiyle dikkat çeken <strong>Hadi Gümüş </strong>gibi insanlar… Koyu Müslüman bir ailede yetişen Gümüş, medrese eğitimi almış. 80’de solcu olduğu için gözaltına alındığında Ermeni olduğunu devletten öğrenmiş. Ermeni kökenli olduğu için MEB tarafından öğretmenlik mesleğinden uzaklaştırılmış; sevdiği kadın ile evlenmesi engellenmiş… </span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;">Ağırlıklı olarak Kürtlerin yoğun yaşadığı Güneydoğu illerine yapılan ziyaretler sırasında o illerde yaşayan Kripto Ermeniler ile görüşen ve bugünkü hayatlarına tanıklık eden Ziflioğlu, bir asır geçmiş olmasına rağmen Müslüman /Kripto Ermenilerin arada kalmışlık duygusunu derinden yaşadığını gözlüyor. Kitapta görüşülen kişilerden bazıları namaz kılmak için camiye girdiklerinde arkalarında kimsenin namaz kılmadığını üzülerek anlatıyorlar yazara. </span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;">Kitabın kanımca en önemli yönü, bugüne dek çok da fazla kurcalanmayan, kendinden olan tarafından dışlanma meselesini gündeme getirmesi. Kitapta görüşme yapılan Müslüman Ermeniler, anlatıları boyunca sık sık İstanbul Ermenileri ve diaspora tarafından dışlanıyor olduklarını vurgulama ihtiyacı hissediyorlar. Örneğin, 2013 yılında Hrant Dink Vakfı tarafından Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen ‘<strong>’Müslümanlaştırılmış Ermeniler’’ Konferansı’na Şırnak’tan katılan 21 yaşındaki Melda isimli bir Müslüman Ermeni izlenimlerini şöyle anlatıyor: ‘’Konferansta Ermenilerle, yani kayıp parçalarımızla bir araya gelmek inanılmaz bir deneyimdi. Sırf bu konferans için ben Şırnak’tan geldim. Hikâyelerimizi öğrenmeye çalışıyorlardı fakat gözlerinde bir dışlama vardı. Onlardan olmadığımızı bize hissettiriyorlardı…’’</strong>. </span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><strong>‘’Tüm bu yaşananlar Müslümanlık için miydi?‘’ </strong></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><strong><br /></strong></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;">Kitapta Ermenileri kurtaran Müslümanların hikâyesine de yer veriyor yazar. 1915 olaylarına birinci derecede tanıklık eden görgü tanıkları hala hayatta ve Ziflioğlu bu tanıkların izini Şırnak, Silopi ve Eruh’ta sürüyor. 1915’te Hamidiye Alayları’nda asker olan ve söyleşi yapılırken 129 yaşını süren Mehmet Esen ile yapılan mülakat etkileyici. Esen, kurtarabildikleri insanların kimilerini sınırdan kaçırdıklarını, kaçıramadıklarını evlerde veya dağlarda gizlediklerini anlatıyor. Hamidiye Alayları’na gönüllü değil zorla katılan Esen bölgede olayların yaşanmasında en büyük rolü aşiret reislerinin, şeyhlerin ve ağaların üstlendiğini söylüyor, halkın ise cahilce bir düşünceyle Ermenilerin altınlarına ve mallarına el koymak için öldürdüğünü ifade ediyor. ‘<strong>’Tüm bu yaşananlar Müslümanlık için miydi? ‘’ </strong>diye soruyor Mehmet Esen. Bu, bugün bile bu coğrafyanın halklarına yapılan eziyet düşünüldüğünde ne kadar güncel ve ne kadar haklı bir karşı çıkış aslında…’<strong>’Müslümanlıkta zorla din dayatma yok ki! Müslümanlığa davet edilebilirlerdi, olmasa kendi dinlerini yaşarlardı’’. </strong></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><strong><br /></strong></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;">‘’Araf’taki Ermenilerin Hikâyesi’’, coğrafyanın kader anlamına geldiği bu toprakların en kadim halklarından biri olan Ermeniler ve yaşadıkları hakkında, ne yapılsa hala bir türlü halının altına süpürülemeyen gerçekleri, yaşanmış hikâyeler eşliğinde tek tek önümüze koyuyor. </span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;">Sadece Ermeniler değil elbet coğrafyanın ağır kaderini yüklenenler. Din adına, mezhep adına, tek bir baskın kimliğin yaşayıp diğerlerinin yok edilmesi adına komşusuna, ahbabına bir gecede kıyabilen zalimliğe dair nice hikaye duyup bildiği halde onlar hiç yokmuş gibi yaşayanlar da bu yükü fark etmeseler de taşıyorlar nesiller boyu. Bu coğrafyanın siyasi pratikleri gerçeklerle yüzleşme seçeneğini denememekte çocukça inatçı olduğu sürece bir lanet gibi taşıyacaklar belli ki.. </span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;">Ama Vercihan Ziflioğlu’nun şu vurgusu da unutulmasın; ‘’Birimiz araftaysak hepimiz araftayız demektir’. </span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13.3333330154419px; text-align: justify;">
<span style="font-size: 14px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;">Araftan geçmek için önce insanlık gerek…</span></span></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-45961215686837418192015-08-15T06:31:00.001-07:002015-08-15T06:34:34.276-07:00'Feminizmi hala erkek düşmanlığı olarak görenler var'<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
<b><i>Prof. Dr. Şemsa Özar ile söyleşimiz T24'te. Özar, Türkiye’de kadın özgürleşmesinin uzun soluklu bir mücadeleden geçmekte olduğunu vurgularken; bu süreçte kadın sorunun tüm boyutlarıyla irdelemeyi reddeden egemen bakışı eleştiriyor. Özar, aynı zamanda erkek egemen yönetim anlayışıyla dikkat çeken sendikaların kadın konusundaki tutumunu da sorguluyor. </i></b></div>
<a name='more'></a><br />
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
<a href="http://t24.com.tr/haber/feminizmi-hala-erkek-dusmanligi-olarak-gorenler-var,306328" target="_blank">http://t24.com.tr/haber/feminizmi-hala-erkek-dusmanligi-olarak-gorenler-var,306328</a></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-oi14KEnnoYg/Vc8-t4vHLWI/AAAAAAAADMY/skQWSikyXmM/s1600/page_feminizmi-hala-erkek-dusmanligi-olarak-gorenler-var_520158587.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="160" src="http://3.bp.blogspot.com/-oi14KEnnoYg/Vc8-t4vHLWI/AAAAAAAADMY/skQWSikyXmM/s320/page_feminizmi-hala-erkek-dusmanligi-olarak-gorenler-var_520158587.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Uluslararası Feminist İktisat Birliği’nin (International Association for Feminist Economics, IAFFE) 2015-2016 dönemi için başkanı Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü hocalarından Prof. Dr.<strong>Şemsa Özar</strong> oldu.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Feminist iktisat, gelişme ekonomisi, zorunlu göç ve sosyal politika alanlarında çalışmalar yürüten Prof. Dr. Şemsa Özar, daha önce Uluslararası Feminist İktisat Birliği'nde başkan yardımcılığı görevinde bulunmuştu. Şemsa Özar ile yeni görevi dolayısıyla konuştuk. ‘’Feminist İktisat’’ kavramını ve toplumsal meselelere yaklaşımda bildiğimiz genel iktisat teorileriyle nerelerde ayrıştığını, feminist iktisadın kadın sorunlarına bakışını dinledik. Özar, Türkiye’de kadın özgürleşmesinin uzun soluklu bir mücadeleden geçmekte olduğunu vurgularken; bu süreçte kadın sorunun tüm boyutlarıyla irdelemeyi reddeden egemen bakışı eleştiriyor. Özar, aynı zamanda erkek egemen yönetim anlayışıyla dikkat çeken sendikaların kadın konusundaki tutumunu da sorguluyor. </div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
<strong>-Öncelikle sizi tanıyıp feminist hareketle tanışma hikayenizi dinleyebilir miyiz?</strong></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
12 Mart darbesi döneminde lise öğrencisiydim. Boğaziçi Üniversitesi’nde okurken sol gruplar içindeydim; aynı zamanda Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesiydim. O zamanlar kadın-erkek meseleleri pek de gündemimizde değildi. Mezun olup iş hayatına başladıktan bir süre sonra 12 Eylül darbesi oldu. Pek çok arkadaşımız hapsedildi, işkence gördü. Ben de bir süre sonra Avusturya’ya doktora yapmaya gittim. Avusturya’da feminist fikirlerle tanıştım. Doktora yaptığım süre zarfında Türkiye’den hiç kopmadım. Ülkedeki gelişmeleri sürekli takip ediyordum. Türkiye’de darbeden sonraki ilk muhalif hareketlerin içinde kadın hareketinin önemli bir yeri vardı. İstanbul’a geldikçe düzenlenen kampanyalara, yürüyüşlere katılıyordum, yayınları okuyordum. 1990 yılında Türkiye’ye dönüp Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü’nde öğretim üyesi olarak işe başladım. Edindiğim feminist birikimle birlikte kadın emeği ve istihdamı üzerine çalışmaya başladım. Sonra kadın ve erkek mesleklerinde ayrışma, istihdamda kadınlara karşı ayrımcılık, boşanmış ve dul kadınların ekonomik durumu, sosyal güvenlik bağlamında kadınların durumu, zorunlu göçün kadınlar üzerindeki etkisi gibi bir çok konuda çalışmalarım oldu.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
1990larda kadın emeği hakkında çok fazla çalışma yapılmıyordu. Türkiye’de feminist hareket daha çok kadın bedeni, kimliği ve çok haklı olarak kadına karşı şiddet üzerine yoğunlaşıyordu. Feminizm aslında, kadınların iktisatla ilişkisine oldukça geç bir zamanlamayla dahil olabildi. Şimdi ise hem akademik çalışmaların niteliği ve niceliğinde artış söz konusu, hem de kadın örgütlerinin bu konudaki çalışmalarında yaygınlaşma. Örneğin, benim de kurucu üyelerinden olduğum Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi (KEİG, www.keig.org) kadın emeğinin tanınması, ayrımcılığın ortadan kaldırılması, bakım emeğinin sadece kadınların sorumluluğu olmaktan çıkarılması için çalışmalar yürütüyor; politika metinleri yayınlıyor, kampanyalar düzenliyor. KEİG dışında da bu konularda faaliyet gösteren feminist örgütler var. Ancak, kadına karşı şiddet, saldırı ve savaş koşulları gibi o kadar çok acil konu çıkıyor ki karşımıza, emek meseleleri ikinci plana itilebiliyor.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
<strong>-Bildiğimiz iktisattan farklı olarak feminist iktisat topluma ne öneriyor, biraz açar mısınız?</strong></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Feminizmi hala erkek düşmanlığı olarak görenler var maalesef. O nedenle, feminizmin ve de feminist iktisadın erkek düşmanlığından yola çıkmadığımı vurgulamakla başlayayım. Ayrıca, tek tip bir feminizm olmadığı gibi tek tip bir feminist iktisat da yok. Farklı metodolojilerle araştırma yapan, farklı bakış açıları olan pek çok feminist akademisyen, araştırmacı, aktivist, politika uygulayıcısı bu alanda çalışıyor. Her alanda bir fikir birliği de söz konusu değil. Örneğin ev içi emek karşılığında para ödenip ödenmemesi konusunda çok farklı düşünen feministler var. Bazıları, ev içi emeğin parasal bir karşılığı olmazsa erkek egemen toplumsal yargılar büyük çoğunlukla kadınların ürettiği hizmetlerin değerini hiç bir zaman anlamayacak derken, diğerleri eğer kadınlara “ev kadını” olmak üzerinden bir ücret ödenirse, bu rolden hiç bir zaman kurtulamazlar diyerek ev içi emek karşılığında ücret verilmesine karşı çıkıyor.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Feminist iktisat şunu yapmaya çalışıyor; kadınların, çocukların, erkeklerin, refahını artırmak ve bunu yaparken de adil ve eşitlikçi olmak. Böyle bir noktadan hareket edildiği zaman, örneğin bugün bir savaş ortamında isek, feminist iktisat savaş bütçelerine dair de bir şey söylüyor. Zira insanların refahına harcanmayan bütçe, insanların ölümüne harcanır.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Ana akım iktisat disiplini diğer sosyal bilimler içinden bakıldığında biraz kendini beğenmiş, diğer disiplinlere yukarıdan bakan bir havada. En iyi benim diyor. Feminist iktisat ise daha disiplinlerarası bir metolodoji kullanıyor. Tüm disiplinlere açılarak onlarla etkileşim içinde kurmaya çalışıyor kuramsal tabanını.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Biz feminist iktisatla uğraşanlar ana akım iktisadı takip ediyoruz ve derslerimizde de anlatıyoruz ama ana akım bizi yok sayıyor. Feminist iktisatın ilgilendiği konuları, örneğin kadın ve erkekler arasındaki ücret eşitsizliklerini ana akım da işliyor, ama bu eşitsizlikleri erkek egemen toplumun yapısal bir sorunu olarak görmek istemiyorlar. Bizim bu konudaki analizlerimize de kulakları kapalı olduğu için kendi bildikleri noktalarda ısrar ediyorlar.</div>
<h3 style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'Roboto Slab', serif; font-size: 20px; margin: 0px 0px 15px; padding: 0px;">
Sorun tek başına eğitim sorunu değil</h3>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
<strong>-Ne gibi konular bunlar?</strong></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Örneğin Türkiye’de kadın istihdamı oranı çok düşük. Ana akım bunun bir eğitim sorunu olduğunda ısrar ederken feministler olarak bizler, bunun sadece eğitim sorunu olmadığını, aynı zamanda bir bakım sorunu olduğunu da savunuyoruz. Örneğin, genellikle çalışan bir kadın çocuk doğurduktan sonra çalışma hayatına ara vermek ya da tamamen işi bırakmak durumunda kalıyor. Çünkü bakım hizmetleriyle ne erkekler ilgileniyor ne de kamusal hizmet olarak sunuluyor; büyük oranda kadının sırtına yüklenmiş durumda. Toplumsal cinsiyet veya kadın istihdamı üzerine çalışan ana akımdan (çoğunlukla erkek) iktisatçılar ise meseleyi bu yönüyle görmeyip kadın istihdamını düşük eğitim düzeylerinin bir sonucu olarak ele almayı tercih ediyorlar. Oysa, biz biliyoruz ki daha eğitimli kesimin istihdamda kalabilme nedeni eğitimsize göre ücretlerin göreli yüksekliği ve o ücret ile özel bakım hizmeti satın alabilme olanağı.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Bizim derdimiz bütün kadınları üniversite mezunu yapıp işe sokmak değil ki zaten bu mümkün değil. İlköğretim ya da lise mezunu bir erkek nasıl iş bulup çalışabiliyorsa, aynı eğitim düzeyindeki bir kadın da çalışabilmeli, iş sahibi olabilmeli. Kadınlar iş bulamıyorlarsa veya iş buldukları halde çocuklarına bakacakları bir kreş bulamadıkları için çalışamıyorlarsa burada bir sorun var demektir. Bu yüzden ‘’üniversite mezunu kadınların istihdama katılımı daha yüksek’’ söylemi soruna bir cevap oluşturmuyor. Önce bakım hizmetini kadın, erkek ve kamu nasıl paylaşacağız onu konuşmalıyız.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
<strong>-Feminist iktisat ve ana akım iktisat tam olarak nerede farklılaşıyor?</strong></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Feminist iktisat, insanın ekonomik faaliyetlerinin sosyal ilişkilerden bağımsız olarak tanımlanmasına karşı çıkıyor. Yaşamın içinde hepimiz pek çok iktisadi faaliyet yürütüyoruz. Bütün bu faaliyetleri yapan insan aynı zamanda diğer insanlarla sosyal ilişkiler içinde olan bir insan; bir boşluk içinde var olmuyor. O ilişkiler bizim düşünce kalıplarımızı da etkiliyor. Kadınların neden erkekler kadar imkâna sahip olamadığı, iş bulup çalışmadıkları, ailenin neredeyse tüm mal ve mülkünün erkeğin üzerinde olduğu gibi soruların bir cevabı olması lazım. Kadınlar çalışmadıkları, tembel oldukları için mi? Değil. Çünkü kadına, erkek egemen toplum bir rol biçmiş, anne ve eş rolü. Kadın, üretim ve tüketimini o sorumluklar altında düşünüyor. Bu, ana akım iktisadın çizdiği rasyonel, kendi çıkarını düşünen ve maksimize eden birey tanımından çok uzak aslında. Kadınların lehine toplumsal ilişkilerin dönüşümü söz konusu olmadıkça, kadınlar kendilerine dayatılan roller içinden katılacak iktisadi faaliyetlere.</div>
<h3 style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'Roboto Slab', serif; font-size: 20px; margin: 0px 0px 15px; padding: 0px;">
Erkeklere evdeki işlere günde <span style="line-height: 1.5;">51 dakika, kadınlar ise saatler harcıyor</span></h3>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
<strong>-Hem dünya hem de Türkiye açısından baktığımızda ‘’Feminist iktisat’’ın güncel meselelerini nasıl tanımlarsınız?</strong></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Kadın ve erkeğin zaman kullanımı bir çok ülkede periyodik olarak araştırılan ve yayınlanan önemli bir gösterge. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ise kadın ve erkeklerin 24 saat içinde zaman kullanımına dair bugüne dek sadece tek bir araştırma yayınladı. Bu araştırmada erkek ve kadınların, kız ve oğlan çocukların zamanı nasıl kullandığı veriliyor. Bu dağılımı görmek çok önemli. Doğuştan itibaren çocukların kadın ve erkek rollerine nasıl hazırlandığını görüyorsunuz. Zaman kullanımı konusunda özellikle Latin Amerika’da derinlikli çalışmalar var. Türkiye’de de feminist araştırmacılar bu konuda değerli çalışmalar yürütüyor. Türkiye’de evde ve dışarda çalışma süresini topladığımız zaman gün boyunca kadınların erkeklerden daha uzun süre çalıştıkları ortaya çıkıyor. Buna ek olarak, Türkiye, kadın ve erkekler arasında bakım hizmeti açısından en büyük farkın olduğu ülkelerden biri. Aile fertlerinin bakımı ve ev işlerine ortalama olarak erkekler günde sadece 51 dakika ayırırken kadınlar 5 saat 17 dakika ayırıyor. Çalışan kadınlara baktığımızda da durum pek farklı değil. Kadın dışarda çalışıyor olsa bile evdeki bakım hizmetlerine yine erkeklerden çok daha fazla zaman harcıyor.</div>
<h3 style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'Roboto Slab', serif; font-size: 20px; margin: 0px 0px 15px; padding: 0px;">
Kadına düşen işler niteliksiz ve daha ağır</h3>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
<span style="line-height: 1.5;">Yine bu çalışmalar kapsamında kadınların ‘’Zaman yoksulu’’ olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Bu sadece parasızlıkla ilgili bir şey değil; kadının kendine ayırabileceği zaman açısından yoksulluğuyla ilgili bir durum.</span></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Aynı zamanda işlerin dağılımı açısından nitelik de çok önemli. Erkekler bu 51 dakika içinde fatura yatırma, araba bakımı gibi işlere zaman harcarken kadınlara temizlik, bulaşık, çamaşır, çocuk bakımı gibi daha ağır ve nitelik açısından ‘’kötü’’ denilebilecek işler düşüyor. Bu durumun politika sonuçlarına gelecek olursak, kaliteli ve ücretsiz kamu kreş ve yuvalarının olması lazım. Özel sektörün de (ki bu yasada var ama bildiğimiz kadarıyla ciddi bir uygulama mevcut değil) bu konuda sorumluluğu var. 150’den fazla kadın işçi çalıştıran iş yerlerinin kreş/yuva açma zorunluluğu var. Bu tabii ki çok yetersiz bir hizmet. Kadın hareketi çok uzun süredir bu yasanın değiştirilmesi yönünde mücadele veriyor. Bakım hizmeti sunumunun özel ve kamu sektörü arasında paylaşılması lazım ancak kamu özele, özel de kamuya topu atıyor. Bizim önerimiz haftada 7 gün 24 saat herkesin ulaşabileceği, ailelerin taleplerine göre farklılaşabilen kreş ve yuvalar.<br />
Zaman kullanımına dair çalışmalara ek olarak ‘’Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme’’ konusu önemli diğer bir çalışma alanı. Bu alanda çalışan pek çok feminist grup var. Herhangi bir kurumun bütçesinin gelir ve özellikle harcamaları kadınlar ve erkekler arasında nasıl dağılıyor; o inceleniyor. Tabii ki amaç, eşitlikçi bir bütçe oluşturmak ve uygulamasını sağlamak. Diyarbakır ve İstanbul’daki bazı belediyeler bu konuda ufak ufak çalışmaya başladılar. Dünyadan örnek vermek gerekirse; İskoçya’da Spor Bakanlığı tarafından bir çalışma yapılmış. Bu çalışmada görülüyor ki bakanlığın bütçesi en fazla futbola harcanıyor. Yani, erkeklere ayrılıyor. Bu çalışmayı yapan grupta yer alan feminist bir arkadaşım durumu mizahla karışık şöyle anlatmıştı; ‘’Tam yedi yıl bu iş için çalıştık ama kamudan çıkan sonuç “kadınları daha fazla futbola alıştırmamız lazım”oldu!’’</div>
<h3 style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'Roboto Slab', serif; font-size: 20px; margin: 0px 0px 15px; padding: 0px;">
Sendikalar 8 Mart’ta karanfil<br />dağıtmaktan başka bir şey yapmadı</h3>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
<strong>Peki Türkiye’ye gelirsek?</strong></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Kadınlar Türkiye’de şiddetten kaçıp kadın derneklerine başvurduklarında ilk sordukları şey ‘’Ben nasıl para kazanabilirim’’ oluyor. Ancak burada şunu da hatırlamak lazım; bir dönem kadın girişimciliği adeta moda olmuştu. Kadınlar ücretli işçi ya da memur olarak iş bulamıyor, kendi başlarına iş kurarlarsa hem yoksulluktan kurtulurlar hem de erkekler karşısında güçlenirler diye düşünüldü. Biz bunun üzerine de epey kafa yorduk, araştırmalar yaptık. 500 TL mikro kredi verilince kadınlar girişimci olamıyor maalesef, zira kapitalist sistem çok acımasız. Nitekim o dönemlerde başlayan pek çok proje bugün sukut -ü hayal oldu.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Bu bir taraftan da aslında sendikaların da dahil olması gereken bir şey. Sendikaların toplu sözleşmelerde hem çalışan kadınların hakkını savunmaları, hem de daha çok kadın istihdamı nasıl sağlanır konusunda ses çıkartması gerekiyor. Oysa sendikalar 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kadınlara karanfil dağıtmak dışında, pek de bir şey yapmıyorlar. . Şimdi yeni yeni sendikalarda birkaç kadın başkan görebiliyoruz. Ama hala kadın politikaları neredeyse yok.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Öte yandan kadın meselesine Ak Parti karşıtlığı üzerinden dahil olanlar da oldu Türkiye’de. Hoşgeldiler sefa getirdiler tabii. Sadece, bizler yıllarca erkek egemen toplumun baskıları ile ilgili politika yaparken gündeme getirdiklerimizi duymak istemediler. Halbuki Ak Parti öncesinde de kadın-erkek eşitliği yoktu, kadınlar özgür değildi, her alanda ayrımcılığa uğruyorlardı ve bütün bunların üstesinde gelmek için mücadele ediyorlardı; dayanışmaya ihtiyaçları vardı. Ama söz ettiğim kesim hiç de ilgilenmedi bu mücadele ile. Ancak ne zaman Ak Parti’nin muhafazakar aile politikaları bu kesimi rahatsız etmeye başladı, birden kadın istihdamının düşüklüğünü, kadının eve tıkılmışlığını keşfettiler. Evet, Ak Parti döneminde kadınlar üzerinde baskı daha arttı ama kadınların emeğine, bedenine ve kimliğine sahip çıkma mücadelesi bir siyasi parti dönemiyle ya da sadece kendi yaşamımız için tehdit gördüğümüz dönemlerle sınırlı değil, uzun soluklu bir mücadele. </div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
<strong>2015-2016 döneminde Uluslararası Feminist İktisat Birliği’nin başkanı olmanız nasıl gündeme geldi ve başkanlık döneminde gündeminizde neler olacak?</strong></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Uluslararası Feminist İktisat Birliği’nin bir aday komitesi var. Bu komite, aday önerilerini Yönetim Kurulu’na iletiyor. Tecrübeli, belirli araştırma deneyimi ve birikimi olan; farklı ülkelerde yaşayan ve değişik konularla ilgilenen akademisyen, aktivist, politika yapıcıları aday gösteriliyor. Bu adayların özgeçmişleri üyelere gönderiliyor ve oylama sonucu başkan seçiliyor. Beni üyeler 2000 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlediğim Yaz Konferansı’ndan beri tanıyorlardı zaten. O konferans gerek tartışılan temalar gerek katılım açısından IAFFE’nin en başarılı konferanslarından biri olmuştu. </div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Feministler mümkün olduğu kadar hiyerarşiye karşı olduğu için bizim başkanlık sistemimiz rotasyona tabii. Başkan olarak seçilen kişi bir yıl süreyle bir nevi başkanlığa hazırlık dönemi olarak yönetim kurulunda ‘’seçilmiş başkan’’ olarak birtakım görevler alıyor. Sonraki yıl başkanlık yapıyor. Her sene bir ülkede Yaz Konferansları yapıyoruz. Bunun da bir sıralaması var; konferanslardan biri ABD’de, biri bir Kuzey ülkesinde, bir diğer konferans ise bir Güney ülkesinde yapılıyor. Bu sene benim yapacağım konferans İrlanda’da olacak. Gelecek yıllarda ise Güney Kore ve ABD’de konferanslarımız olacak.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Yapmak istediklerime gelince, IAFFE’ye Ortadoğu ülkelerinden katılım çok az, oralara ulaşmak için çalışacağım. Yine, önemli bir çalışmamız tematik gruplar oluşturduk. Gerek kuramsal yaklaşımlarımızı güçlendirmek gerekse ekonomik kriz ve etkileri, ekolojinin feminist iktisat bakış açısından değerlendirilmesi, tarım krizi ve etkileri gibi farklı konularda çalışmalarımızı artırmayı amaçlıyoruz. Ayrıca, gençler ya da feminist iktisatla yeni tanışanlar bizim için çok değerli onların katılımını sağlamak için faaliyetlerimiz olacak.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: Roboto, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 24px; margin-bottom: 24px; padding: 0px;">
Uluslararası Feminist İktisat Birliği- IAFFE, ekonomik konuları feminist perspektiften sorgulamak amacıyla bir grup feminist tarafından 1992'de kuruldu. 1997’de Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi tarafından “özel danışman sivil toplum örgütü” statüsünü aldı. Günümüzde ise 64 ülkeden 500 civarında üyeye sahip.</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-57972386518649877492015-07-31T01:34:00.000-07:002015-07-31T01:34:25.806-07:00Ölme Üzerine Bir İnceleme<em><strong>Nasıl bir şey ölmek? İnsanın varoluşundan beri merak ettiği en önemli soru... Sosyoloji ve kamu sağlığı alanında çalışmalarıyla tanınan akademisyen Dr. Allan Kellehear ise ‘Ölmek ne tek bir şey, ne tek bir deneyim, ne de basitçe sağlık durumundaki kötüleşme ya da zayıflık klişesi’ diyor.”</strong></em><br />
<strong><em></em></strong><br />
<a href="http://t24.com.tr/k24/kitap/olme-uzerine-bir-inceleme,75" target="_blank">http://t24.com.tr/k24/kitap/olme-uzerine-bir-inceleme,75</a><br />
<strong></strong><a name='more'></a><br />
<strong>ÖZGÜR DUYGU DURGUN</strong><br />
<strong></strong><br />
<em>“Atinalılar! Ölümden korkmak, kendini (olmadığı halde) bilge sanmaktan farklı bir şey değildir. Bilmediği bir şeyi bildiğini sanmak demektir bu da. Aslında ölümün ne olduğunu kimse bilmiyor. Kim bilir, belki de insan için en büyük iyiliklerden biridir ölüm. Ama kötülüklerin en büyüğü olduğu da kesinmiş gibi herkes korkuyor ondan. İnsanın bilmediği bir şeyi bildiğini sanması, kınanması gereken bir bilgisizlik değil mi sizce?”</em><br />
<em></em><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-Mfz3O6bA3kw/VbsywhW9qtI/AAAAAAAADLg/zP_PX1xO_WA/s1600/page_olme-uzerine-bir-inceleme_936045893.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://1.bp.blogspot.com/-Mfz3O6bA3kw/VbsywhW9qtI/AAAAAAAADLg/zP_PX1xO_WA/s320/page_olme-uzerine-bir-inceleme_936045893.jpg" width="212" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
Evet, Sokrates’in sorusu böyle… Baldıran zehrini içmeden önce, hatta belki de son anlarında, ölümünden asırlar sonra bile varlık- yokluk ikilemine dair çaresizce tartışmaya devam ettiğimiz en önemli sorun bu belki de. Bilmediğini bildiğini sanmanın aslında en büyük bilgisizlik olması.<a href="http://t24.com.tr/k24/kitap/olme-uzerine-bir-inceleme,75#_edn1" name="_ednref1" title="">[i]</a><br />
Nasıl bir şey ölmek? İnsanın varoluşundan beri merak ettiği en önemli soru üzerine nice düşünürler kafa yordu, nice bilginler tezler üretti, nice lafazanlar tartıştı. Fakat vardığımız nokta hiç değişmedi: Tümden bir belirsizlik, yokluk, hiçlik hali… Sosyoloji ve kamu sağlığı alanında çalışmalarıyla tanınan akademisyen Dr. Allan Kellehear ise “Ölmek ne tek bir şey, ne tek bir deneyim, ne de basitçe sağlık durumundaki kötüleşme ya da zayıflık klişesi” diyor. “Ölme her zaman sağlık durumundaki kötüleşmeyle, umutsuzlukla ilişkili olmasa da, sağlığını yitirme ve çaresizlik hemen her zaman yaşamın sona erişiyle ilişkilendirilir.”<br />
<br />
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’nin Temmuz ayındaki yeni kitapları arasında yer alan, Kellehear’ın derlediği <em><a href="http://www.bupress.org/tanim.asp?sid=RPCUZ72IL2PMJ7PNBU0Y">Ölme Üzerine Bir İnceleme</a></em> insanın ölme deneyimini ve bu deneyimin karmaşıklığını okurun önüne bir parça olsun serebilmeyi amaçlayan bilim insanlarını ve klinisyenlerin görüşlerini bir araya getiriyor. Bize, şimdiye dek öğretildiği gibi, ölmeyi üzücü ve kötü bir durum olarak sunan klişelere itibar etmekte fazla aceleci davranmamamız gerektiğini anımsatan, farklı boyutlarıyla ölme üzerine düşünmeye davet eden, bu konudaki yargıları incelikli bir biçimde gözden geçirmeyi öneren bir inceleme…<br />
<br />
Toplumsal ve davranışsal çalışmaların ölme üzerine söylediklerinden tıp biliminin ölmeye yaklaşımına, ölme ve sanat ilişkisine, Batı edebiyatında ölme kavramına, hatta filmlerde ölmeye uzanan bir dizi başlık altında insanın bu en eski ve bitmeyecek merakının gizli kapılarını aralamaya çalışıyor Kellehear’ın bu çalışması. Öte yandan, kitap tüm bu başlıklar çerçevesinde ölme deneyimine dair görüşlere, yerleşik yargılara ve ihtimallere çok disiplinli bir yaklaşımla yer verirken bir yandan da “ölmeyle birlikte yaşama” vurgusu etrafında şekilleniyor.<br />
<br />
<strong>Coğrafyanın kaderi, kaderimiz</strong><br />
<strong></strong><br />
Yazar toplumsal ve davranışsal çalışmaların ölme üzerine söylediklerini konu alan bölümde; ölme deneyiminin bugüne dek daha çok bedensel kötüleşme, hastalık veya yaşlılıkla bağlantılandırma biçimini eksikli gördüğünü ifade ediyor. Batı aklının verileri üzerinden gidildiğinde bu tür ölme deneyimlerinin vasiyet hazırlanması, duygusal hazırlık, yaşamdan elin eteğini çekme ve miras boyutuyla ele alındığına değinen yazar, ölmeye dair bugünkü anlayışımızda hâlihazırda çok eksik parça olduğunu; örneğin yoksulların ölme deneyimleri veya hastalık dışı (hapsedilme, intihar, savaş ) koşullarda ölme deneyimine dair daha fazla tanıklığa ihtiyaç duyulduğunun altını çiziyor.<br />
Modern tıp veya biyo- tıbbın ölüme yaklaşımının konu edildiği bölüm ise ölüm gerçeği söz konusu olduğunda insanlığın ne kadar eşit olup olmadığını sorgulaması açısından önemli. Örneğin ABD’de 1997’den beri uygulanan Ölümü Belirlemeye Dair Genel Yasa’ya göre hekimler kalp– solunum ya da beyin işlevleri durmuş ve geri döndürülemez kişiyi ölü kabul ediyor. AB ülkeleri beyin ölümü kavramını ilk kabul eden ülkeler arasında. Ancak gerekli klinik göstergeler tek biçimli olduğu için, ABD’deki uygulamadan farklı olarak, bazı AB ülkeleri tamamlayıcı testler de istiyor. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda ise doğrulayıcı testler mecburi değil, zira bu testleri yapma imkânı bile olmayabiliyor. Asya ülkelerinde ise beyin ölümü kıstası her yerde kabul görmüş değil. Örneğin Japonya’da beyin ölümü gerçekleşmediği iddia edilen bir hastanın kalbinin çıkarılması nedeniyle bir doktorun cinayetten mahkûm olduğu kayıtlara geçmiş durumda. Velhasıl, tıpkı yaşarken olduğu gibi ölürken de yaşadığımız coğrafyanın “kader” ve şartlarına bağlıyız…<br />
<br />
Ölme ve sanat ilişkisine gelince… Kitabın kuşkusuz en merak uyandırıcı bölümlerinden biri olan bu bölümde, sanat ve ölüm temasında tarihte bir yolculuk yapıldığında ilk bulguların M.Ö. 5. veya 6. yüzyıldan kalma klasik dönem Yunanistan’a ait yontu mezar taşlarında olduğu vurgulanıyor. Ölümün bir çeşit yolculuk olarak algılandığına dair ipuçları veren bu mezar taşlarında dünyadan ayrılma ya da “çekilme” imgelerine yer veriliyor. Yunan heykel sanatı ölmekte olan savaşçılara dair çeşitli betimlemelerle öne çıkıyor. Kahramanlık destanları ile elele gidiyor ölüm, bu heykellerde. Hıristiyanlık çağında ise en önemli model kuşkusuz çarmıha gerilen İsa. Batı sanatında en çok betimlenmiş bu figür; İsa’nın çarmıha gerilirken çektiği ıstırap, gösterdiği sabır ve tevazuuyla tasvir ediliyor.<br />
<br />
15. yüzyılda basılı kitapların ortaya çıkmasıyla “iyi ölme” yaklaşımının önemini “Ars Moriendi” adı verilen ve pek çok Avrupa diline çevrilen, resimlerle süslenmiş bir çeşit ölüm rehberi denilebilecek yapıtlarda görmek mümkün. Bu kitaplar, Katolik inancına mensup kişilere, yanlarında bir rahip olmadığı zaman yol gösterici olmak üzere tüm detaylarıyla bir ölüm seremonisini anlatan biçimde tasarlanmış.<br />
<br />
Batı edebiyatında ölme deneyiminin sıklıkla “yolculuk” metaforuyla birlikte anıldığını vurgulayan bu incelemede S. Plath, E. Dickinson, A. Camus, T. Mann gibi yazar ve şairlerin ölme kavramına yaklaşımları da unutulmamış. Bu arada ölüm teması üzerinden epeyce ekmek yiyen sinema endüstrisi de kitaptaki yerini almış. Popüler kültürde ölümün resmedilişinin görsel basının satış kaygılarını gidermek için kullandığı bir araç haline geldiği günümüzde, Prenses Diana’nın Paris’te bir Mercedes Benz’in arka koltuğunda ölürken çekilmiş fotoğrafı veya Saddam Hüseyin’in asılarak idam edilişini hangimiz belleklerimizden silebiliyoruz? Özellikle sinemanın “sıradan” ölmeyi görmezden gelip ölümü olağandışı bir olay gibi sunduğuna dikkat çeken kitapta, İngilizce konuşan dünyada son 70 yılda üretilmiş bazı filmlere atıfta bulunularak ölme etrafında kurulan “egemen anlam inşaları” da ele alınıyor.<br />
<br />
Kitabın yazar Fran McInerney imzalı bu bölümünde “Ölüm ve Bakire” teması altında <em><a href="http://www.imdb.com/title/tt0066011/">Aşk Hikâyesi/ Love Story</a></em> (Yön. Arthur Hiller, 1970), “Ölmekte Olan Genç Adamlar” başlığı altında genç bir eşcinsel erkeğin AIDS sonucu ölümünü konu alan <em><a href="http://www.imdb.com/title/tt0107818/?ref_=nv_sr_1">Philadelphia</a></em> (Yön. Jonathan Demme, 1993), “Tanrı’nın Bekleme Odasında Ölüm” başlığında ise Stephen King’in romanından uyarlanan, idam hücresindeki erkek mahkûm ile gardiyanlar arasındaki ilişkiyi betimleyen <em><a href="http://www.imdb.com/title/tt0120689/?ref_=nv_sr_1">Yeşil Yol</a></em> (Yön. Frank Darabony, 1999) gibi filmler konu edilerek sinema yoluyla ölme deneyimine dair egemen anlam inşasının nasıl biçimlendirildiği gözden geçiriliyor.<br />
<br />
Biyolojik olduğu kadar sosyo -kültürel bir kavram da olan ölüm üzerine farklı disiplinlerden görüşleri, alanlarına göre belli bir bütünlük içinde sunan bu kitap, ortak yazgımıza dair bilgi ve yorumları yeniden gözden geçirmek için ideal bir okuma. Dört bir yanımızı saran şu “cehalet çağı”nda bilmediğini bilmenin de bir erdem olabileceğini hatırlamak belki de bizi kurtaracak olan…<br />
<div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-89565465853184566132015-07-01T01:26:00.003-07:002015-07-01T01:27:56.633-07:00Dinin Demokrasiyle İmtihanı<em>‘</em><br />
<em></em><br />
<em><strong></strong></em><br />
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-hCXpSbNM9bs/VZOkDL5EosI/AAAAAAAADK8/uCWCW6SOhYE/s1600/page_dinin-demokrasiyle-imtihani_899798156.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><strong><img border="0" height="320" src="http://4.bp.blogspot.com/-hCXpSbNM9bs/VZOkDL5EosI/AAAAAAAADK8/uCWCW6SOhYE/s320/page_dinin-demokrasiyle-imtihani_899798156.jpg" width="213" /></strong></a><em><strong>Demokratik toplumları bir arada tutmak için ifade özgürlüğü ve oy verme hakkı dışında neye ihtiyaç vardır? Hukukun üstünlüğü yeterli midir, yoksa ortak değerlere, etiğe, ahlaka ihtiyacımız var mıdır? Tüm bunlarda dinin rolü nedir; liberal demokrasi için destek mi yoksa köstek mi?’’ Ian Buruma, kitabında din ve demokrasinin nasıl bir arada var olabileceğine dair önemli tespitlerde bulunuyor.</strong></em><br />
<em></em><br />
<strong>ÖZGÜR DUYGU DURGUN</strong><br />
<strong></strong><br />
Malumunuz Haziran’a gergin bir başlangıç yaptık. 7 Haziran seçimleri ve ardından gelen koalisyon tahminleri hâlâ siyasi gündemin bir numaralı meselesi. Din ve kimlik siyasetinin pompalanması marifetiyle adım adım ciddi bir toplumsal kutuplaşmanın içine itildiğimiz şu dönemde, koalisyon tahminlerine biraz mola verip, kültür araştırmacısı, <em>the New Yorker</em> ve <em>the Guardian</em>’a sık sık yazan ve aynı zamanda Bard Collage’da ders veren Ian Buruma’nın <strong><em><a href="http://www.bupress.org/tanim.asp?sid=W4EB5M7CZD5DIS5KC3N5">Dinin Demokrasiyle İmtihanı: Üç Kıtadan Deneyimler</a></em> </strong>başlıklı kitabına kulak vermenin tam vakti...<br />
<br />
Zira kitabın ele aldığı sorular Türkiye’nin 90 yıllık varoluş hikâyesi açısından da dinin demokrasiyle imtihanı konusunda düşündürücü saptamalar içeriyor.<br />
Buruma, Fransız siyasi düşünür ve tarihçi Alexis de Tocquville’in şu sorusunu kitabın iskeleti olarak kurmuş: “Demokratik toplumları bir arada tutmak için ifade özgürlüğü ve oy verme hakkı dışında neye ihtiyaç vardır? Hukukun üstünlüğü yeterli midir, yoksa ortak değerlere, etiğe, ahlaka ihtiyacımız var mıdır? Tüm bunlarda dinin rolü nedir; liberal demokrasi için destek mi yoksa köstek mi?”<br />
Ian Buruma, çok sayıda güncel ve tarihsel örnekten yola çıkarak kitabında demokrasinin işlemesi için dinî inanca dayandırılan şiddetin durdurulması gerektiğine dikkat çekiyor.<br />
<br />
ABD ile Avrupa’yı karşılaştıran Buruma, niçin çok sayıda Amerikalının –ve çok az sayıda Avrupalının- dini demokrasinin hizmetinde bir kurum olarak gördüğünü soruyor. Çin ve Japonya örneklerine dönerek, yalnızca tektanrılı dinlerin seküler siyaset için sorun yarattığına ilişkin yaygın inanca karşı çıkıyor.<br />
<br />
Ve çağdaş Avrupa’da görülen radikal İslam olgusunu, Salman Rushdie’nin <em>Şeytan Ayetleri</em>’nin yayımlandığı dönemde aldığı tehditlerden Theo van Gogh cinayetine uzanan farklı örneklerle gözden geçiriyor.<br />
Taraf tutmamaya özen gösteren Buruma, “Batılı değerler”i savunanlar ile “çokkültürcü”ler arasındaki savaşın sorunlu yönlerini göstererek, demokratik bir Avrupa İslam’ının yaratılmasının “zorunlu” olduğunu vurguluyor.<br />
<br />
Nasıl mı?<br />
Öncelikle dini ezme girişimlerinin, demokrasi getirmek yerine genellikle dinî isyanlara ya da dinî şiddetin en kötü biçimlerine kadar kanlı siyasi kültlere yol açtığını hatırlatarak…<br />
Örgütlü dinleri ezme girişimlerinin toplumlarda yarattığı ağır tahribatı hatırlatan Buruma, Nazizm ve Stalinizmi yad etmeyi ihmal etmeyerek, devletin mutlak hakikatin kaynağı olduğunu iddia ettiği böyle örneklerde her yolun kaçınılmaz olarak şiddete çıkacağının altını kuvvetle çiziyor.<br />
<h2>
<strong>Medeniyetler çatışması mı dediniz?</strong></h2>
Robert Frost’tan manidar (!) bir alıntıyla (‘‘Yaşlandığımda muhafazakâr olmama yol açmasından korktuğum için gençliğimde radikal olmaya asla cüret etmedim’’) devam eden kitabın önemli bir kısmında İslam’ın demokrasiyle olan gerilimine ve Avrupa– İslam ilişkisine odaklanılıyor.<br />
Ezici çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin kültürel, siyasi, tarihsel çok farklı nedenlerle otokratik olmaya yatkın olduğuna dikkat çeken Buruma, öte yandan İran ve Afganistan dışında kalan Mısır ve Irak gibi ülkelerde diktatörlüklerin seküler olduğunu ve referanslarını Marksizm’den aldıklarını hatırlatıyor çok önemli bir detay olarak.<br />
<br />
Özellikle bu iki ülkede ortaya çıkan radikal dinsel aktivizmin temel hedefinin yozlaşmış seküler polis devleti olduğunu anımsatan yazar, “Saddam gibi otokratik Ortadoğu elitlerinin yozluğu, kafir Batı ile özdeş görüldüğünden bugün Amerika ve Avrupa’nın köktendincilerin temel hedefi haline geldiğini” sözlerine ekliyor. Günümüzde Avrupa’da var olan İslam korkusunun sadece şiddetle sınırlı olmadığını da düşünen yazar aynı zamanda Müslümanlar daha fazla çocuk yaptığı için bir çeşit “yok olma”, “Avrupalı kimliğini yitirme” ve “İslamlaştırılma” gibi korkuların Avrupalılarda giderek kronik bir hal aldığına dikkat çekiyor.<br />
<br />
Buruma’nın analizleri Huntington’ın çok meşhur edilen “Medeniyetler Çatışması” tezini artık bir tarafa koyma vakti geldiğini de gösteriyor.<br />
Zira 1960’larda Türkiye ve Kuzey Afrika’dan ucuz işçi gücüne kapılarını açan; ardından bu işçilerin aileleri ve çocuklarını da alan; oluşan işçi mahalleri ve gettolarını çoğunlukla kendi haline bırakan ve buraların şiddet ve gerilim alanları olmasına göz yuman Avrupa politikalarını sert bir şekilde eleştiriyor yazar. Bu mahallelerde büyüyen; ne geldikleri ülkeye ne de yaşadıkları kültüre tam olarak ait olmayan gençlerin kendilerine yeni bir kimlik sunan radikal İslam’ı seçmeleri ise bu noktadan sonra artık hiç kimse için sürpriz oluşturmuyor…<br />
<h2>
<strong>Ruhları bir kenara bırakınız...</strong></h2>
Avrupa’daki Müslümanlar konusuna özel bir ilgiyle eğilen Buruma, Avrupalı Müslümanların meselesinin kültür, medeniyet hatta dinle bile ilgisi olmadığını savlıyor. Bunun toplumsal ve siyasal bir mesele olduğunu altını çizen yazar, kamusal alanda kendi norm ve inançlarını sergilemek isteyen bir Müslüman’ın veya bir Yahudi’nin ya da Sih’in topluma uyumunun nasıl sağlanacağı sorusunu din ve demokrasi açmazında kilit bir soru olarak önümüze bırakıyor.<br />
İnsanları Fransa’daki devlet anlayışı örneğinde olduğu gibi, kurallara uymaya zorlamanın bağnazlık; İngiltere örneğindeki gibi kendi yollarını tutunmaya teşvik etmenin ise toplum tarafından içerilme duygusunu engelleyeceğini söyleyen yazar, yapılması gerekenin “Teolojik ya da sosyal benzerlik arayışına son verip, yasalara ve demokratik toplumun temel kurallarına riayeti teşvik etmek” olduğunu söylüyor.<br />
Peki, dini kabul ediş dine saygıyı da kapsamalı mı? Veya bir agnostik ya da ateist din kavramını saçma bulduğu halde neden inançlara saygı duysun?<br />
<br />
Buruma bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Saygı ile takdir aynı şey değildir. Bir kişi dini inançlara değil ama inananların haysiyetine saygı duymalıdır. Salman Rushdie inançlara saldırmak ile inananlara saldırmak arasında ayrım yapmıştır. İlki tamamen serbest olmalıyken, ikinci serbest olmamalıdır….Siyasette dini inancın ifadesi, bu inançlar akla tabi tutumları bildirdiği sürece meşrudur.”<br />
Herhangi bir inancın partizanı olmadığı gibi militan bir ateist de olmadığını söyleyen yazar, kitap boyunca konusuna yönelik mesafesini her zaman koruyor. Hiç kuşkusuz bu, kitabı okur gözünde değerli kılan en önemli unsur…<br />
<br />
Ve son söz Buruma’nın: Çin’in akıllı kadim bilesi Konfüçyüs demokrasi diye bir şey duymamıştı ama kendisine ruhlara ve tanrılara nasıl hizmet edilebileceğini soran öğrencisine aşağı yukarı şu yanıtı vermişti: İnsanlara hizmet etmenin en iyi yolunu bulana kadar ruhları bir kenara bırakalım.<br />
<br />
<a href="http://t24.com.tr/k24/kitap/dinin-demokrasiyle-imtihani,64" target="_blank">http://t24.com.tr/k24/kitap/dinin-demokrasiyle-imtihani,64</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-34109492346491554002015-05-31T04:20:00.000-07:002015-05-31T04:51:17.534-07:00Soykırıma insanca yaklaşmak …<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="background-color: white; color: black; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; text-align: center; width: 1000px;"><tbody>
<tr><td align="left" valign="top"><div class="ortaalan" style="float: left; width: 660px;">
<div class="icerik" style="float: left; margin-top: 30px; width: 1000px;">
<div class="fotogaleri" style="float: left; min-width: 550px; padding-right: 30px; width: 550px;">
<a href="http://sanatatak.com/view/Soykirima-insanca-yaklasmak-/1654" target="_blank">http://sanatatak.com/view/Soykirima-insanca-yaklasmak-/1654</a><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.sanatatak.net/uploadedfiles/soykirima-insanca-yaklasmak--66190895304394162332.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.sanatatak.net/uploadedfiles/soykirima-insanca-yaklasmak--66190895304394162332.png" height="209" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="ozet" style="color: #333333; float: left; font-style: italic; font-weight: bold; padding: 10px 0px; width: 400px;">
<div style="color: black; font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt;">
<span style="font-size: 12px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><span lang="EN-US">Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü, ilk Ermeni sosyalist ve feminist yazar Zabel Yesayan’ın hikayelerini 2 Haziran’da Ermenistan’da sahneleyecek.</span></span></span></div>
<div dir="ltr" style="color: black; font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt;">
</div>
<div style="color: black; font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt;">
</div>
</div>
<div class="cizgi" style="background-color: black; float: left; height: 1px; margin: 10px 0px; width: 400px;">
</div>
<div class="icerikyazisi" style="float: left; padding: 0px 0px 10px; width: 400px;">
<div style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<span style="font-size: 12px;"><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;">Osmanlı toplumunda antimilitarist hareketin öncüsü, ilk Ermeni sosyalist feminist kadın yazar <span lang="EN-US">Zabel Yesayan’ın yaşam öyküsünü tiyatro sahnesine taşıyan Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’nden bir grup oyuncu ve müzisyen, ‘’Zabel’’ adlı oyunla önümüzdeki hafta Ermenistan’ın başkenti Erivan’da izleyicilerle buluşmaya hazırlanıyor.</span></span></span></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Roman ve makalelerinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kişisel özgürlük ile toplumun geleneksel beklentileri arasındaki ikilemi dile getiren ve bunu epey erken bir dönemde, 1900’lerin başında yapabilen Zabel Yesayan, aynı zamanda 1915 Soykırımı’ndan kurtulabilen Ermeni entelektüeller arasında tek kadın olarak biliniyor. 1878 Üsküdar doğumlu olan Yesayan’ın soykırımdan kaçarak yurtdışına çıktığı söyleniyor. Resmi kaynaklara göre, 1918 yılının sonuna dek Orta Doğu'daki mülteci ve yetimlere yardım etmek üzere çalışmalarda bulunuyor. Bu süreçte, Ermeni halkına yapılan pek çok adaletsizliği konu alan, </span><i style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Verçin Pacagi</i><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;"> (Son Bardak) ve</span><i style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Hokis Aksoryal</i><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;"> (Sürgündeki Ruhum; 1919), yeni romanlar yazıyor. başladı. 1926 yılında Sovyet Ermenistan'ı ziyaret eden Esayan, izlenimlerini, </span><i style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Prométhée déchaîné</i><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;"> (Zincirsiz Prometheus; Marsilya 1928) isimli romanında anlatıyor. 1933 yılında Sovyet Ermenistan'a yerleşiyor. Bu süreçte </span><i style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Vernaşapik Kraki</i><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;"> (Ateşten Gömlek, Erivan 1934; 1936 yılında Rusçaya çevrilmiştir) ve ilk otobiyografik kitabı </span><i style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Silihdari Bardezneri</i><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">(Silahtarın Bahçeleri; Erivan 1935) ile ilgilendi. Fransızca ve Ermenice edebiyat dersleri veriyor. 1940’larda Sibirya’da sürgünde öldüğü düşünülüyor.</span></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Osmanlı’nın son karanlık günlerinde yaklaşan büyük felaketi sezinleyip yazılarından birinde </span><i style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">"Savaşın yanı başımızda olduğunun bilincindeyiz, fakat yine de sakin ve tekdüze hayatımıza devam ediyoruz’’</i><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;"> notunu düşen Zabel’in fırtınalı yaşam öyküsünü sahneye taşıyan Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’nden, aynı zamanda oyuncu ekibinde de yer alan </span><b style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Nihal Albayrak</b><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;"> ile ekibin Ermenistan yolculuğu öncesinde ‘’Zabel’’i konuştuk.</span></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<b style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Her şeyden önce Zabel Yesayan ile yollarınız nasıl kesişti?</b></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü olarak feminizm tarihi okumaları yapar ve bu topraklarda feminizmin çıkışımı araştırırken karşımıza pek çok Ermeni kadın yazar çıkmıştı. Aralarında örneğin Hayganuş Mark vardı. </span></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Açıkçası Zabel Yesayan üzerine çok düşünmemiştik başlangıçta. Hakkında bilebildiklerimiz birkaç akademik çalışmanın ötesine geçmiyordu. Tabii bu eksikliğin bir diğer tarafı da Türkçeye çevrilmiş kaynak olmamasından kaynaklanıyordu. Derken Zabel ile ilgili bir belgesel yapılmış olduğunu öğrendik. Ardından, Belge Yayınları’ndan çıkmış olan ‘’Silahtarın Bahçeleri’’ adlı kitabının Türkçesini okuyunca inanılmaz güzel bir edebi eserle karşı karşıya olduğumuzu gördük. Ancak kitabın Türkçeye çevrilirken kimi eksikleri oluşmuş. Bunun üzerine kitabın İngilizce baskısını da edinerek bu eksikleri gidermeye çalıştık.</span></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Bu yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için bir oyun kurmayı tasarlarken, Zabel Yesayan üzerine yapmış olduğumuz tüm bu okumalar ve araştırmalardan hareketle, bu hikayeyi sahneye taşımaya karar verdik.</span></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<b style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Zabel Yesayan aynı zamanda soykırımdan kurtulabilen tek Ermeni entelektüel kadın bildiğimiz kadarıyla?</b></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">1915 olayları sırasında İstanbul’da Ermeni entelektüelleri de aranmaya başlanıyor. Bu aramalarda bir gün Zabel, oğlu ile sokaktayken bir görevli gelip kendisine Zabel Yesayan’ın nerede oturduğunu soruyor. O an çocuğunun elini sıkıca sarıyor r ve ülkeden kaçmaya karar veriyor. Bir süre Avrupa’da yaşıyor. Oradan Ermenistan’a geçiyor, akademisyenlik yapıyor.</span></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<b style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Peki bu hikayenin aynı zamanda soykırımın 100. Yılında, siyasetin sığ sularında bir tartışma malzemesi olma riski de yok mu? Ya da siz bu riski hissettiniz mi, herhangi bir çekinceye kapıldınız mı? </b></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Bu konu çerçevesinde (soykırım) tartışmalarının genellikle içinin doldurulmadığını görüyoruz. Her şey bir tarafa, yaşananın soykırım olup olmadığını tartışmak bile konunun nasıl siyasi malzeme haline getirildiğini gösteriyor. Bu aslında bir kadınlık durumu ve bu durumun hikayesi. Ortada yaşanmışlıklar varken bunu bir siyasi malzemeye çevirmek zaten mümkün değil. Bu olmuş ve yaşanmış bir durum. Yüksek siyaset yapmak yerine bu yaşanmışlıkları, insan hikayelerini ve deneyimlerini ele almak bizim için çok daha değerli. Bu anlamda resmi tarih yerine sözlü tarih her zaman daha çekicidir. Bu anlamda Zabel’in yazdıklarını okursanız içinde hiçbir şekilde propaganda olmayan, bir çeşit sözlü tarih okuması olduğunu göreceksiniz.</span></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<b style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">İstanbul’da daha önce oyunu pek çok kez sahnelediniz, nasıl tepkiler geldi?</b></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Biz oyunu 8 Mart Kadınlar Günü için çıkarmıştık. Boğaziçi Üniversitesi’nde, Getronagan Lisesi ve Esayan Lisesi’nde sahneledik. 30 Mayıs’ta saat 16.00’da yine Boğaziçi Üniversitesi’ndeyiz. Sonrasında Ermenistan turnesine çıkıyoruz. 2 Haziran Salı günü Yerevan Small Theatre’da iki temsilimiz olacak.</span></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Gelen tepkiler daha çok oyunun biçimine ve kurgusuna yönelik bazı eleştirilerdi. Bu yorumları ve önerileri de dikkate alarak oyunu zaman içinde geliştirdik. Bazı bölümler yeniden yazıldı. Oyundaki tarihsel akış yeniden ele alındı. </span></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<b style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Ermenistan seyahati nasıl gündeme geldi? Oradan davet mi aldınız?</b></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Hrant Dink Vakfı’nın Seyahat Fonu’na başvurduk ve kabul edildik. Bu fon Ermenistan-Türkiye arasında kültürel alışverişi özendiren bir fon. Kabul alınca Ermenistan’da Women Resource Center’dan arkadaşlarımızla iletişime geçtik. Bize organizasyon açısından çok yardımcı oldular. Boğaziçi Üniversitesi de turne masrafları için katkıda bulundu.</span></div>
<div dir="ltr" style="font-family: Calibri; font-size: 16px; line-height: 17.1200008392334px; margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<b style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;"><span lang="EN-US">Zabel’e emeği geçenler</span></b><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Metin: Duygu Dalyanoğlu</span><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Sahneleme ve Prodüksiyon: Kadro çalışması</span><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Işık: Damla Pinçe, Zilan Kaki</span><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Ses: Deniz Saldıran</span><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Görüntü: Beril Sarıaltun</span><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Afiş: Damla Pinçe</span><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Müzisyenler: Beril Sarıaltun (perküsyon), Gülşah Gülebakan (keman), İlksen Gürsoy (ud)</span><span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; font-size: 12px;">Oyuncular: Büşra Karpuz, Duygu Dalyanoğlu, Elif Karaman, Maral Çankaya, Miray Bal, Nihal Albayrak</span></div>
<div dir="ltr" style="margin: 0cm 0cm 8pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 17.1200008392334px;">http://sanatatak.com/view/Soykirima-insanca-yaklasmak-</span></span><br />
<span style="font-family: arial, helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 17.1200008392334px;"><br /></span></span></div>
</div>
</div>
</div>
</div>
</td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-43380791448741525712015-05-31T04:16:00.003-07:002015-05-31T04:32:46.721-07:00<div class="haber-img" style="background-color: #eeeef4; border-radius: 5px; border: 3px solid rgb(255, 255, 255); font-family: 'Myriad Pro'; font-size: 16px; line-height: 14.5454540252686px; margin: 0px 0px 20px; min-height: 117px; padding: 0px; position: relative; vertical-align: baseline;">
<img alt="" src="http://iys.turkmedya.com.tr/Documents/Serbestiyet/Images/2015/05/28/34554dc1-d529-4e32-966b-1cef211661a6.jpg" style="border-radius: 5px; border: 0px; display: block; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline; width: 657.542602539063px;" /></div>
<div class="haber-title" style="background-color: #eeeef4; border: 0px; color: #ff6900; font-family: 'Myriad Pro'; font-size: 36px; font-weight: bold; line-height: 41px; margin: 0px 0px 20px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
'Ben oldum' dersen tükenirsin</div>
<div class="haber-meta" style="background-color: #eeeef4; border: 0px; font-family: 'Myriad Pro'; font-size: 16px; line-height: 14.5454540252686px; margin: 0px 0px 15px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span class="date" style="border: 0px; color: #b8b8b8; font-size: 11px; margin: 0px 5px 0px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">28.05.2015 </span><a class="fb" href="https://www.facebook.com/sharer/sharer.php?u=serbestiyet.com/Kultur-Sanat/ben-oldum-dersen-tukenirsin-146685" style="border: 0px; color: #0055c8; font-size: 14px; margin: 0px; padding: 0px; text-decoration: none; vertical-align: baseline;" target="_blank"><span class="fa fa-facebook-official" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; display: inline-block; font-family: FontAwesome; font-size: inherit; font-stretch: normal; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-rendering: auto; transform: translate(0px, 0px); vertical-align: baseline;"></span></a> <a class="tw" href="http://twitter.com/intent/tweet?text=%27Ben%20oldum%27%20dersen%20t%C3%BCkenirsin%20serbestiyet.com/Kultur-Sanat/ben-oldum-dersen-tukenirsin-146685" style="border: 0px; font-size: 14px; margin: 0px; padding: 0px; text-decoration: none; vertical-align: baseline;" target="_blank"><span class="fa fa-twitter" style="-webkit-font-smoothing: antialiased; border: 0px; display: inline-block; font-family: FontAwesome; font-size: inherit; font-stretch: normal; line-height: 1; margin: 0px; padding: 0px; text-rendering: auto; transform: translate(0px, 0px); vertical-align: baseline;"></span></a></div>
<h1 style="background-color: #eeeef4; border: 0px; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 14.5454540252686px; margin: 0px 0px 25px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
‘’Hayata karşı tutkulu, ihtiraslı, istekli ve direngen bir yazar’’ olduğunu anlatan Murathan Mungan, ihtirasın bir yazarın sonunu getirebilecek bir tuzak olabileceğine söyledi.</h1>
<div class="haber-text" style="background-color: #eeeef4; border: 0px; font-family: 'Myriad Pro'; font-size: 16px; line-height: 30px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Mana YAZICI</strong>/<em style="border: 0px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;"> Serbestiyet</em></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<em style="border: 0px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;"><a href="http://serbestiyet.com/Kultur-Sanat/ben-oldum-dersen-tukenirsin-146685" target="_blank">http://serbestiyet.com/Kultur-Sanat/ben-oldum-dersen-tukenirsin-146685</a></em></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Murathan Mungan, Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi’nin ''Yazar & Şair Buluşmaları'' başlıklı dizisinin 27 Mayıs tarihindeki konuğu oldu.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Öğrencilerle, moderatörlüğünü Nüket Esen’in yaptığı söyleşide biraraya gelen Murathan Mungan, edebiyat serüvenine dair son derece kişisel, samimi bir sohbet havasında ilerleyen söyleşi boyunca edebiyatı bir hayat biçimi olarak seçmiş bir yazar olarak, bugünün dünyasında edebiyatın dönüşümünden söz etti: ‘’Edebiyatta, sanatta aslında konu diye bir şey kalmadı. Antik Yunan ve Shakespeare hepsini hallettiler zamanında. Bize kalan aslında suyunun suyu. Bugün yaptığımız, bize kalan bu mirasın içini kendi bilgilerimize, hayata getirdiklerimizle doldurmaktan başka bir şey değil’’. </div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Homofobik saldırılara maruz kaldım ama...</strong></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
‘’Hayata karşı tutkulu, ihtiraslı, istekli ve direngen bir yazar’’ olduğunu anlatan Mungan, kimi zaman bu özelliklerin, özellikle ihtirasın yazarın sonunu getirebilecek bir tuzak olabileceğine dikkat çekti.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
‘’Hayatla geçinemeyen tüm insanlar gibi tedirgin ruhunu sanatla yatıştırmaya’’ çalıştığını söyleyen Murathan Mungan, Türkiye’de edebiyatın belli dönemlerde belli ideolojilere saplanıp kalmış olmasından dem vurarak özellikle 1980 darbesiyle ‘’Bir örnek olma’’ adına edebiyatın önemli kayıplar verdiğini, ülkenin adeta bir ‘’yetenekler mezarlığına’’ dönüştüğünü belirtti. Mungan, yine ’80 sonrasında kendisine yönelik çok sert homofobik saldırılar yapıldığını anımsatarak, o dönemde maruz kaldığı bu saldırışlara rağmen hiç bir zaman mağduriyet edebiyatına sığınmadığını da ekledi.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Edebiyat konserveleşiyor</strong></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Edebiyatın etiketlerden, yaftalardan uzak durması gerektiğine inandığını söyleyen Mungan, Türkiye’de son dönemde romanın çok ön plana çıktığından; roman yazmayan kişinin neredeyse edebiyatçı sayılmadığından dem vurarak bu durumu ‘’Edebiyatın konserveleşmesi’’ olarak niteledi. </div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Günümüzde teknolojiyle birlikte bilgi akışının da çok hızlı olduğundan şikayet eden Mungan, bir edebiyat eserinde anlatılanı, o eserin sahibine ait kılacak sahiciliğin günümüz koşullarında giderek azaldığına dikkat çekti.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Anadolu’daki kitapçılar hızla kapanıyor</strong></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Türkiye’de hakim olan sözlü kültürden yazılı kültüre hala doğru dürüst bir geçiş yapılamadığını söyleyen Murathan Mungan, daha yazılı kültürü kavrayamamışken görsel kültüre teslim olmaktan şikayet etti. Kitap okuma oranalrı kadar kitaçıların sayısında da önemli bir düşüş yaşandığına dikkat çeken Mungan; ‘’Kitaplarımın Anadolu’daki dağıtımı sırasında yayınevinden arkadaşlar bana bilgi verirler. Geçenlerde öğrendim ki Anadolu’da 460 olan kitapçı sayımız bu sene itibariyle 210’a inmiş’’ dedi.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Yazıdan bir hayat oluşturmak için…</strong></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
‘’İnsanlar son dönemde kendilerinden vakıf oldukları şeyi yapmaları beklendiği halde , övgü alıyor oldular. Örneğin bir spiker kelimeleri iyi telaffuz ediyor diye başarılı sayılır oldu. Bu edebiyat için de bu hale geldi. Oysa bir yazarın malzemesidir dil. Benim gibi türler arası yazabiliyorsan bir şarkı sözü ile şiir arasındaki dil farkını, ikisinin ne kadar yakın olsalar da birbirlerinden farklı disiplinler olduğunu bilmek durumundasın’’ diyen Mungan yazarlığı bir yapıtın içine ‘’nefes üflemek’’ olarak tanımladı.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Mungan ‘’yazıdan bir hayat oluşturmak’’ isteyen yazarların bu hızlı görsel çağda kolaycılığa kapılmadan, her gün ne olursa olsun mutlaka yazı masasının başına geçip işçiliğe devam etmeleri gerektiğine inandığını söyledi. Yazarın, yazdığı eserin önüne geçmesinin tüketici bir durum olduğuna değinen Mungan , ‘’Bu, insanın kendi ile yarışını kaybetmesidir. İki ödül alıp sonra da ayaklarını uzatıp ‘’Ben önemli bir yazarım’’ diyen biri aslında kendi serüvenini bitirmiştir. Bu, ‘’Zaman benimle başlar’’ duygusuna teslim olmaktır. Bu bir tür ergenlik ve gençlik hastalığıdır aslında’’ diye konuştu…</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Murathan Mungan kendisini dinleyen kalabalık topluluğa son söz olarak ‘’Kendimi hala bu işe yeni başlamış biri gibi hissediyorum’’ diye veda ederken ‘’Harita Metot Defteri’’ adını verdiği yeni kitabının sonbaharda çıkacağı müjdesini de verdi.</div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4451982281687784048.post-70278567300536594732015-05-31T04:14:00.005-07:002015-05-31T04:34:03.946-07:00Nazi Almanya'sından Boğaziçi'ne uzanan bir hikaye<h1 style="background-color: #eeeef4; border: 0px; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 14.5454540252686px; margin: 0px 0px 25px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
</h1>
<h1 style="background-color: #eeeef4; border: 0px; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 14.5454540252686px; margin: 0px 0px 25px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
</h1>
<h1 style="background-color: #eeeef4; border: 0px; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 14.5454540252686px; margin: 0px 0px 25px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<a href="http://serbestiyet.com/Kultur-Sanat/nazi-almanyasindan-bogazicine-uzanan-bir-hikaye-143339" target="_blank">http://serbestiyet.com/Kultur-Sanat/nazi-almanyasindan-bogazicine-uzanan-bir-hikaye-143339</a></h1>
<h1 style="background-color: #eeeef4; border: 0px; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 14.5454540252686px; margin: 0px 0px 25px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
</h1>
<h1 style="background-color: #eeeef4; border: 0px; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 14.5454540252686px; margin: 0px 0px 25px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
4 Mayıs 2015</h1>
<h1 style="background-color: #eeeef4; border: 0px; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 14.5454540252686px; margin: 0px 0px 25px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
</h1>
<h1 style="background-color: #eeeef4; border: 0px; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 14.5454540252686px; margin: 0px 0px 25px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Traugott Fuchs’un Nazi Almanya’sından Boğaziçi’ne uzanan ve dolu dolu bir yaşamın ardından Protestan Mezarlığı’nda sonlanan hikayesinden ilginç kesitleri gün ışığına çıktı.</h1>
<div class="haber-text" style="background-color: #eeeef4; border: 0px; font-family: 'Myriad Pro'; font-size: 16px; line-height: 30px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">MANA YAZICI/Serbestiyet</strong></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;"><em style="border: 0px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Nazi Almanya’sından kaçan bilim adamlarından Leo Spitzer’in öğrencisi oldu. Hocasının önerisini dinledi ve İstanbul’a yerleşti. 2. Dünya Savaşı döneminde İsmet İnönü sayesinde Alman Ordusu’na teslim olmaktan kurtuldu. İki yıl Çorum’da yaşadı, Anadolu’yu tanıdı. Yüzlerce resim ve eskiz yaparak Anadolu’ya ve İstanbul’a dair olağanüstü gözlemlerini ölümsüzleştirdi. </em></strong></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;"><em style="border: 0px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Dilbilimci, yazar, ressam Traugott Fuchs hayatından ve çalışmalarından kesitlerle 29 Mayıs’a dek sürecek olan ‘’Bavullardan Kataloglara: Boğaziçi Arşivleri’ne Doğru’’ sergisinin en heyecan verici keşiflerinden biri…</em></strong></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<em style="border: 0px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">‘’…Adeta sihirli bir anahtarla büyüleyici bir dünyaya gitmiş gibiydik. II. Dünya Savaşı öncelerine uzanan mektuplar ve fotoğraflar, Erich Auerbach’ın Dante üzerine konuşmasını içeren bir kaset, sayısız öğrencinin övgü ve bağlılığını dile getiren mektuplar ve kartlar, günlük gazetelerden yıllar boyu kesilmiş resim ve alt yazıların yapıştırıldığı sosyal tarih niteliği taşıyan elle yazılmış humoristik manzume ve vecizelerle donatılmış defterler, günlükler, doğadan toplanmış çeşitli renk ve biçimde taşlar, yapraklar, dal parçacıkları, deniz kabukları… Boş tebrik kartları ya da kasetçalar gibi kullanılmak üzere gönderilmiş bile olsa, pratik işlevini yitirip, gönderen kişinin mektupları, fotoğrafları ve onunla ilgili ne varsa hep birlikte paketlenmiş, armağanlar, dostluğa adanan kutsal birer hatıra gibi korunmuş. Madde ile tarih, manevi değerlerle belgesel nitelik iç içe girmiş, kaynaşmış…’’</em></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Osmanlı’nın son hanımefendilerinden, Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı hocası <strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Süheyla Artemel</strong> , ‘’Hocaların Hocası’’ olarak da bilinen Traugott Fuchs’un sınırsız zenginlikler içeren odasıyla ilk karşılaşmasını böyle ifade ediyor 1995 tarihli bir yayında.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Geç dönem Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan 150 yıllık dönemin tarihsel ve sosyolojik yönleriyle aydınlatılması açısından son derece önemli dokümanları bir araya getiren ‘’<strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Bavullardan Kataloglara: Boğaziçi Arşivleri’ne Doğru’’ </strong>sergisinin en önemli sürprizlerinden biri olan <strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Traugott</strong> <strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Fuchs Arşivi</strong> dilbilimci, yazar, alaylı ressam Fuchs’un Nazi Almanya’sından Boğaziçi’ne uzanan ve dolu dolu bir yaşamın ardından Protestan Mezarlığı’nda sonlanan hikayesinden ilginç kesitleri gün ışığına çıkarıyor.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<img alt="" src="http://iys.turkmedya.com.tr/Content/Resimler/images/003(11).jpg" style="border: 0px; height: 300px; margin: 0px; max-width: 100%; padding: 0px; vertical-align: baseline; width: 600px;" /></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Savaş yıllarında Türkiye’ye geliyor</strong></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Fuchs, 1906 yılında Alsace-Lorraine bölgesinde küçük bir köy olan Lohr’da Protestan bir rahibin oğlu olarak dünyaya geliyor. Romanistik Dilleri ve Edebiyatı, Sanat Tarihi, Felsefe ve Pedagoji alanlarında eğitim görür; filozof Karl Jaspers, eğitimci Eduard Spranger, edebiyat tarihçisi Friedrich Gundolf’tan dersler alıyor.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Hocası Leo Spitzer ile tanışması Fuchs’un hayatına bambaşka bir yön veriyor. Spitzer’in Yahudi olması nedeniyle Naziler tarafından ders vermesi yasaklanınca, ırkçı politikalara karşı verdiği mücadele nedeniyle hakkında soruşturma açılıyor. Nazi rejiminden kaçarak Türkiye’ye sığınmış olan Spitzer’in davetiyle, Fuchs 1934 yılında İstanbul’a geliyor ve İstanbul Üniversitesi’nde Spitzer başkanlığında kurulan Yabancı Diller Okulu’nda çalışmaya başlıyor.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<img alt="" src="http://iys.turkmedya.com.tr/Content/Resimler/images/005(6).jpg" style="border: 0px; height: 300px; margin: 0px; max-width: 100%; padding: 0px; vertical-align: baseline; width: 600px;" /></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Alman ordusunda askerlik yapmadı</strong></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
1943 yılından itibaren de Robert Kolej’de Alman ve Fransız dilleri ve edebiyatları üzerine dersler veriyor. İkinci Dünya Savaşı sürerken, 1944’te Alman ordusuna askerlik yapmak üzere çağrılma tehdidi altında bulunan Alman pasaportlu mülteciler için durum zorlaştığından, İnönü hükümeti, aralarında Fuchs’un da bulunduğu bu mültecilerin bir kısmını Çorum’a yollar ve Fuchs iki yıla yakın süre Çorum’da yaşar. Bu süre içinde Anadolu'yu, halkı tanır ve resim yapmaya başlar. Resim alanında akademik eğitimi olmamasına rağmen, yaptığı birbirinden ilginç tabloları 'Çorum and Anatolian Pictures' adlı kitapta yayınlar.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Yaklaşık 200 civarında yayınlanmamış şiir, sanatsal ve sosyolojik önemi olan 200 kadar sulu ve yağlıboya ve beş binin üzerinde desen ve eskizi bulunan Fuchs bu çizimlerinde yerel halkı, meslek erbabını, bitkileri, sokakları, evleri adeta titiz bir belgeselci gibi kayıt altına almış.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Türkiye’yi içerden ama aynı zamanda dışarıdan bir göz olarak izleyen Fuchs, 60’lardan başlayarak dönemin popüler ‘’magazin’’ gazetesi Günaydın’dan seçtiği kimi yazı ve fotoğraflardan kolajlar yaparak bir koleksiyon oluşturmuş. Ülkenin siyasal ve kültürel dokusuna dair kah mizahi kah ciddi yazılar ve manzumelerden oluşan bu ilginç koleksiyon 60-80 dönemi Türkiye’sinin hicvedilmiş manzum bir ifadesi adeta…</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<img alt="" src="http://iys.turkmedya.com.tr/Content/Resimler/images/004(9).jpg" style="border: 0px; height: 300px; margin: 0px; max-width: 100%; padding: 0px; vertical-align: baseline; width: 600px;" /></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Vasiyeti Aşiyan’a gömülmekti ama…</strong></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
1973 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde çalışmaya başlayan Fuchs 1983 yılına kadar ders veriyor. Emekli olsa da üniversite çevresinden kopmayan bu sıradışı ‘’hoca’’ Rumelihisarı'nda bir eve taşınıyor. Ne yazık ki yaşamının son yılları maddi sıkıntılar yaşayan ve ilerleyen yaşlılıkla gelen rahatsızlıklar edinen Fuchs’un vasiyeti Aşiyan’a gömülmek ancak gayrimüslimlerin müslümanlarla aynı mezarlığa defnedilmesi uygulaması bir gecede kaldırıldığı için Fuchs’un vasiyeti bir türlü yerine gelmiyor. 21 Haziran 1997’de hastane odasında kitaplarının arasında vefat eden Fuchs, Protestan Mezarlığı’na gömülüyor.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Kişisel arşivini Boğaziçi Üniversitesi’nden meslektaşı Prof. Dr. Süheyla Artemel’e emanet eden Fuchs, bu arşivin Türkiye’de öğrenci ve araştırmacılar tarafından kullanılmasını istiyor. Çocukları olmayan Traugott Fuchs’un Almanya’da bulunan ailesi de bu isteğe uyarak arşivi Boğaziçi Üniversitesi’nin kullanımına tahsis ediyor.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<img alt="" src="http://iys.turkmedya.com.tr/Content/Resimler/images/006(3).jpg" style="border: 0px; height: 300px; margin: 0px; max-width: 100%; padding: 0px; vertical-align: baseline; width: 600px;" /></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<strong style="border: 0px; line-height: 35px; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Tarihi kişisel anlatılarla okumak</strong></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Traugott Fuchs’u tozlu arşivlerden çıkararak yeniden kamuoyuna tanıtan ‘’Bavullardan Kataloglara: Boğaziçi Arşivleri’ne Doğru’’ sergisi, büyük anlatıların ardında böyle küçük ve kişisel hikayelerin de gizli olduğunu göstermesi bakımından ilgiye değer bir emeğin ürünü.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Serginin belkemiğini oluşturan yazılı ve görsel dokümanların başında Robert Kolej- Boğaziçi Üniversitesi Arşivleri geliyor. Günümüzde New York’ta Columbia Üniversitesi Nadir Eserler ve Yazmalar Kütüphanesi’nde bulunan bu arşiv, Columbia Üniversitesi ile Boğaziçi Üniversitesi arasında gerçekleştirilen protokol sonucu dijital kopyalar halinde üniversiteye aktarıldı.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<img alt="" src="http://iys.turkmedya.com.tr/Content/Resimler/images/007(4).jpg" style="border: 0px; height: 300px; margin: 0px; max-width: 100%; padding: 0px; vertical-align: baseline; width: 600px;" /></div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Ziyaretçiler bu sergide Fuchs’a ayrılan bölüm dışında, Boğaziçi Üniversitesi’ne kişisel bağışlarla aktarılmış olan <a href="http://www.boun.edu.tr/tr_TRhttp://iys.turkmedya.com.tr/Content/Genel/Default.aspx?SectionID=889" style="border: 0px; margin: 0px; padding: 0px; text-decoration: none; vertical-align: baseline;" target="_blank">Adalet Ağaoğlu Araştırma Odası</a>’nı; Boğaziçi Üniversitesi’nin kurucu rektörü, ünlü mimarlık tarihçisi <a href="http://www.boun.edu.tr/tr_TRhttp://iys.turkmedya.com.tr/Content/Genel/Default.aspx?SectionID=888" style="border: 0px; margin: 0px; padding: 0px; text-decoration: none; vertical-align: baseline;" target="_blank">Aptullah Kuran Arşivi</a>’ni, Türkiye müzeciliğinin ve arkeoloji çalışmalarının uluslararası bağlamda tanınmasını sağlamış olan <a href="http://www.boun.edu.tr/tr_TRhttp://iys.turkmedya.com.tr/Content/Genel/Default.aspx?SectionID=973" style="border: 0px; margin: 0px; padding: 0px; text-decoration: none; vertical-align: baseline;" target="_blank">Aziz Ogan’a ait Aziz Ogan Koleksiyonu</a>’nu, Türkiye’nin ilk kadın arkeologlarından <a href="http://www.boun.edu.tr/tr_TRhttp://iys.turkmedya.com.tr/Content/Genel/Default.aspx?SectionID=890" style="border: 0px; margin: 0px; padding: 0px; text-decoration: none; vertical-align: baseline;" target="_blank">Halet Çambel ve eşi, ünlü mimar Nail Çakırhan’ın adını taşıyan Halet Çambel ve Nail Çakırhan Arkeoloji, Geleneksel Mimarlık ve Tarih Uygulama ve Araştırma Merkezi</a> Arşivi’nden bir seçkiyi, Dışişleri eski Bakanlarından <a href="http://www.boun.edu.tr/Default.aspx?SectionID=974" style="border: 0px; margin: 0px; padding: 0px; text-decoration: none; vertical-align: baseline;" target="_blank">Melih Rauf Esenbel Koleksiyonu</a>’nu, 1870’den 1990’lara kadar uzanan süreçte üretilmiş çizimleri kapsayan <a href="http://www.boun.edu.tr/tr_TRhttp://iys.turkmedya.com.tr/Content/Genel/Default.aspx?SectionID=891" style="border: 0px; margin: 0px; padding: 0px; text-decoration: none; vertical-align: baseline;" target="_blank">Mimari Çizimler Koleksiyonu</a>’nu, uzun yıllar Robert Kolej’e hizmet vermiş <a href="http://www.boun.edu.tr/tr_TRhttp://iys.turkmedya.com.tr/Content/Genel/Default.aspx?SectionID=893" style="border: 0px; margin: 0px; padding: 0px; text-decoration: none; vertical-align: baseline;" target="_blank">Scotts Ailesi’ne ait olan Scotts Papers</a>’ı kapsayan ilgi çekici bir seçkiyi görebilecek.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Boğaziçi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Cengiz Kırlı’nın liderliğinde Nurçin İleri ve Burak Şuşut’un yer aldığı küratör ekip tarafından hazırlanan bu önemli bellek sergisi 29 Mayıs tarihine dek Albert Long Hall’de yer alıyor. Sergiye eşlik eden hacimli kitap ise sergide yer alan ve alamayan geniş bir arşivi kayıt altına alıyor.</div>
<div style="border: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0