19 Şubat 2013 Salı

Kırmızı Yalı artık İstanbulluların...




19 ŞUBAT 2013, TARAF GAZETESİ

17 Şubat 2013 Pazar

Kara Arşiv....12 Eylül Cezaevleri


30 yıllık ‘Kara Arşiv’ 12 Eylül Cezaevleri

12 Eylül’de insanlık dışı şartlarda yaşamak zorunda bırakılan, dışkı yedirtilen, birbirine tecavüze zorlanan, akıl almaz işkencelerden geçirilen  onbinlerce insanın bu kara dönemin cezaevlerinde yaşadıkları okunması son derece zor ve acı bir kitaba dönüştü. Yazar Ali Yılmaz bu belge kitapla, bu kara dönemle yüzleşme çağrısında bulunuyor.

 

Yıl 1979 olmalı, ilkokula başladığım yıl. İzmir’deki evimize o yıl en sık gelen kişi mahallenin iğnecisi, sağlık memuru Mustafa Amca’ydı. O yıl sürekli hastalanıp iğne yiyordum. Çok güzel gülen bir karısı vardı iğneci amcanın. Bazen o da gelir kocası iğne yaparken komiklikler yapar, korkumu alıp götürürdü. Bir iki sene sonra bir akşam, o güler yüzlü teyze bize geldi bu kez kireç gibi bembeyaz bir yüzle. Oğlu, galiba henüz liseyi bitirmişti, içeri alınmıştı. 12 Eylül Darbesi’nden hemen sonraydı. Uzun uzun ağladı ve gitti. Ve ondan sonra iğneci amca ile karısını tekrar ne zaman görsem ikisi de ruh gibiydiler. O komiklikleri bir daha ikisi de hiç yapmadı. Liseyi bitirip üniversite için İstanbul’a gelirken teyzeyi son kez yolda gördüğümü hatırlıyorum. Oğlunun bilmem kaçıncı görüş gününden dönüyordu Buca Cezaevi’nden. Saçları bembeyaz olmuştu. O dipdiri kadın bitmiş tükenmişti. Bir komşusuna oğlanın Mamak’a gönderildiğini anlatıyordu. Mamak’ın ne olduğu hakkında en ufak fikrim yoktu. Çok gençken insan başkasının acısını  kavrayamıyor belki ama aslında 12 Eylül’den sonra biz çocuklar da istemeden biraz büyümüştük.

Askeri düzende cezaevleri

Hep derler ya, ’12 Eylül bu ülkenin üstünden silindir gibi geçti’ diye. İşte bu silindirin geçip giderken bıraktığı enkazın belgesi olmaya aday önemli bir kitap yerleşti raflara. Eğitimci, araştırmacı Ali Yılmaz’ın kaleminden ‘Kara Arşiv :12 Eylül Cezaevleri’…Okuması zor bir kitap bu, kapak yazısında da altı çizildiği gibi. Ali Yılmaz, 80 darbesini izleyen yıllarda Mamak, Metris, Diyarbakır başla olmak üzere Türkiye genelinde onbinlerce insanın tutuklanıp atıldığı cezaevlerini anlatıyor. Bu cezaevlerinin mimarisinden iç işleyiş yapısına, uygulanan işkence biçimlerinden bireyi hiçe indirgeyen ve aşağılayan uygulamalarına ülkenin üstünden silindir gibi geçen bu dönemin karanlık kutusunu açıyor.

Askeri düzenin hakim olduğu bu cezaevlerinde yaşananlar gerçekten de dünya literatürüne geçecek kara bir arşiv oluşturuyor. Kitabın en önemli yönü, bu dönemi cezaevlerinde bizzat yaşamış tanıkların gözlem ve anlatımlarına dayanarak ortaya koyması. Sağcısı, solcusu, milliyetçisi, komünisti farklı görüşlerden insanların birarada yaşamak ve çoğunlukla ölmek zorunda bırakıldığı bu dehşet hapishanelerde yaşananları okudukça bu ülkenin kapkaranlık raylar üzerinde son sürat giden bir korku treni olduğunu düşünüyor insan.

İşkencede rasyonel düzenlilik

Ali Yılmaz, bu kitabı hazırlarken 80 darbesiyle Türkiye’nin toplumsal dokusu değiştirilirken, buna itiraz edebilecek en zinde politik kitlenin kapatıldığı bu dehşet verici cezaevlerini, tanıkların yapılan alıntılar sayesinde son derece çarpıcı bir belgeye dönüştürüyor. Bunu yaparken temel tezinin ’12 Eylül cezaevlerinde günümüz dünyasında emsali az görülen vahşi uygulamaların rasyonel bir düzenlilik taşıdığı’ olduğunu belirtiyor. ‘Bu uygulamaların münferit olduğunu sanmak büyük bir yanılgı olur’’ diyen yazar ‘bugünkü toplumsal yapının iktidarın istediği biçimde değişikliğe uğradığı düşünülürse’, cezaevlerinde yapılanın kontrollü, sistemli bir cezalandırma, yok etme, bastırma ve sindirme faaliyeti olduğunu en acıtıcı tanıklıklarla gözler önüne seriyor.

‘Devrimci kadınlar dövülürken ağlıyorduk’

İnsanlık adına en utanç verici uygulamalarıyla bireyle (mahkumla) devlet arasında bir ‘düello alanı’ na dönüşen 12 Eylül cezaevlerini  tanıklıklar şöyle anlatıyor:

Osman Akınhay: Ben dayak yemediğim ir gün hatırlamıyorum. İçerde askeri düzen uyguluyorlardı. Gün içinde askeri eğitimde Kenan Evren’in kitabını okutuyorlardı.

Yaşar Okuyan: Yan tarafımız kadınlar koğuşu. Eksi 20 derecede kadınları avluya çıkartıp marş söyletiyorlar. Bir gün çavuşun biri solcu kızları coplamaya başladı. Hepsini karın üzerinde yatırıp üzerlerinde dans ediyor. Ortalığı kan götürüyor. Devrimci kadınların feryatları hala kulağında . İçerde 240 adam bu manzara karşısında sağcısı solcusu hepimiz ağladık.

Oral Çalışlar: Kafes adı verilen dört tarafı parmaklıkla kaplı bir alana tıkıldık. Hakaret ve küfür altında sürekli tavana bakmamız emredilerek bekliyorduk. Arada askerin biri parmaklıkların arasından uzanıp copluyordu.. Pislik içindeydik. Verilen yemekler tek kap içinde veriliyordu, her şey pisti.

Behlül Yavuz: Tavanda ve duvarlarda bir santimetrekare boş yer bırakılmamıştı. Hepsinde vecizeler ve Türk büyüklerinin resimleri vardı. Bugün Diyarbakır kent panolarında Kürtçesi yazılan ‘Atatürk’ün vecizesidir’ dedikleri ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ sözünü Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklulara bir işkence uygulaması olarak yazdırıyorlardı.

Geniş bir arşiv taramasından oluşan Kara Arşiv, bu çapta bir insanlık suçunun ancak çirkefçe bir işbirliği ağı kurarak işlenebileceğini gözler önüne sererken darbeci generaller, yargı, sermaye ve dönemin medyası arasındaki mutabakatı da ifşa ediyor.

1980 dönemini hatırlamak rahatsızlık veriyor ama…

Ali Yılmaz ‘ 1980 dönemi yazılması, okunması, hatırlanması veya tekrar söylenmesi rahatsız edici bir dönem’’ diyor. ‘İnsanlar nahoş şeylerle karşılaşmaktan hoşlanmıyorlar. Ancak neyin ‘iyi, doğru ve güzel’ olduğunu bilmek için neyin ‘kötü, yanlış ve çirkin’ olduğunu da bilmek gerekiyor. ..Evrensel ilke ve tutumların benimsendiği ve demokrasi anlayışının hakim olduğu bir iklim oluşturulduğunda , bir kesim iktidarı ele geçirip devlet içinde gizli örgütlenmeler kurmaya, hiç kimseye hesap vermeden binlerce insanın kanının dökmeye kalkışamayacaktır. Ülkenin sahibi gibi davranamayacak, devlet içinde yasalardan, yargıdan ve yürütmeden bağımsız bir şebeke kuramayacaktır. Kimse kurulan cezaevlerini zalimce yöneterek toplama kamplarına çeviremeyecek, hapsettiği insanları tarayamayacak, geceyarısı baskınlarıyla alıp götürdükleri gençleri izbe köşelerde işkence ederek öldürüp dere kenarlarına atamayacaktır’’.

Kara Arşiv, Metis Siyah Beyaz, İlk Basım Ocak 2013