24 Şubat 2016 Çarşamba

Akdeniz: ''Kara mı denizi çevreliyor, deniz mi karayı?''

Osmanlı döneminde Akdeniz’in bağlantılar, ağlar ve zenginlikler alanı olan ve aynı zamanda çatışmalar, savaşlar ve sınır anlaşmazlıkları ile dolup taşan güney ve doğu kıyılarındaki ticaret kentlerinin sosyolojik ve ekonomik tarihi kapsamlı bir kitapla okurların karşısında. ‘’Osmanlılardan Günümüze Doğu Akdeniz Kentleri’’ kitabını Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Biray Kolluoğlu ile Tarih Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Meltem Toksöz yayına hazırladı.
 
 

İş Bankası Kültür Yayınları arasından kısa süre önce yayımlanan ‘’Osmanlılardan Günümüze Doğu Akdeniz Kentleri’’, Türkiye ve dünyadan 14 yazar ve akademisyenin makalelerini bir araya getiriyor. Kitabı Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Biray Kolluoğlu ile Tarih Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Meltem Toksöz yayına hazırladı. Kitabı dilimize İngilizce aslından Neyyir Berktay çevirdi.

Yüzyıllar boyunca, dünyanın en işlek ve canlı ticaret yollarının bulunduğu bölge olan Akdeniz’in sosyal tarihini ticaret kentleri üzerinden okumaya davet eden bu çalışmayı yazarlar Toksöz ve Kolluoğlu, 2008 yılında aramızdan ayrılan bilim insanı Faruk Tabak ve geçen yıl yitirdiğimiz Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümünün değerli öğretim üyesi Vangelis Kechriotis’e ithaf ediyorlar.
Kitap, 1350’lerden 1850’lere kadarki uzun dönem boyunca Doğu Akdeniz’in ekonomik ve toplumsal yapısında yaşanan büyük ölçekli değişimleri konu alırken ‘ticaret kentlerinin toplumsal, kültürel ve siyasal düzlemlerdeki olaylarla karşılıklı ilişkisi nasıldı?’’, ‘’Akdeniz’in sosyal tarihini liman ve ticaret kentleri üzerinden okuyabilir miyiz?’’, ‘’ Bir bütün olarak Akdeniz bölgesi, siyasal iktidarlardan ve kültürel kimliklerden görece bağımsız yapısal bir birlik sunuyor mu?’’ gibi sorulara cevaplar sunmaya çalışıyor.

Yazarların ortak perspektifi, kentleri ekonomik yapıya bağlayan dünya sistemi analizi çerçevesinde düşünmeleri ve sorgulamalarını, "kozmopolitizm kavramını ulus-devlet imgeleminden ve Avrupa hegemonyasından özgürleştirme" hedefi etrafında geliştirmeleri olarak göze çarpıyor. Bu ortak çabanın ağırlık noktasını İzmir, Selanik, Beyrut, İskenderun ve İstanbul gibi 19. yüzyıl küreselleşmesinin kapıları ve düğüm noktaları olan liman kentleri ve onların artalanları oluşturuyor.
Prof. Dr. Biray Kolluoğlu ve Doç. Dr. Meltem Toksöz kitabın başında, Akdeniz’in tarih boyunca önemine dair şöyle bir girizgâh yapıyorlar:

 ‘’Dünyayı zihnimizde kıtalar üzerinden haritalarız. Bunun altında, geniş su kütlelerinin insan, mal, haber ve bilgi akışının önünde sınırlar, kısıtlar, engeller oluşturduğu, karasal alanların ise kavuşma ve aidiyet olduğu algısı yatar. Belki de Akdeniz, tarihsel ilişkileri ve birliği temsil eden tek su kütlesidir. Burada, en azından 19. yüzyıla kadar deniz, onu çevreleyen toprakları gölgede bırakarak, ‘’kara mı denizi çevreliyor, deniz mi karayı?’ sorusunu anlamlı kılmıştır. Akdeniz bu önemini geçen yüzyılda kaybetmiş görünmektedir. Modern dünyanın görülmemiş dinamizmi ve sersemleştirici hızı önceki dünyaları yok edip sisli anılara dönüştürmüştür, öyle ki günümüzde egemen coğrafya söyleminde kıtaların batılarından, ortalarından ve doğularından söz ediliyor. Akdeniz’in kapitalist toplumsal değişim girdabından yüzeye çıktıktan sonra en fazla kuzey ve batı kıyılarında ışıldamasının nedeni belki de budur.
Gerçekten de, değişimin göz kamaştırıcılığının imgelemimizi şekillendirdiği koşullarda, tarihsel sürekliliğin sıkıcı olarak algılanıp bir kenara atılması şaşırtıcı değildir. Akdeniz’in, özellikle de doğu kıyılarının oynadığı rolün yüzyıllara uzanan sürekliliği heyecan verici toplumsal değişim katmanları altına gömülmüştür’’.
Kitabı oluşturan akademik üretim sürecinin aynı zamanda ‘’Doğu Akdeniz ticaret kentlerinin kartografisini oluşturmaya doğru bir haritalama’’ çabası olduğunu belirten Kolluoğlu ve Toksöz ile bu kapsamlı çalışma üzerine konuştuk.
Kitabı hazırlarken hareket noktanız neydi?
Biray Kolluoğlu: Meltem Toksöz ile 2003-2004’te Almanya’da doktora sonrası araştırma yapıyorduk. Bu kitabı hayal etmeye 2004’te Berlin’de bulunan Wissenschaftskolleg’de başladık. ‘’Osmanlı liman kentleri’’ araştırmacıların ilgi alanına Fernand Braudel Center’dan yayılan dünya sistemi perspektifine gireli 10 yılda fazla olmuştu o sırada. Bir süredir araştırmacılar, 19. Yüzyıl Akdeniz ticaret kentlerine veya diğer adıyla liman kentleri üzerine çalışmalar, konferanslar artıyordu. Bu araştırmacılar tek başına liman kentleri ile ilgilenmiyorlar, periferileşme süreçlerine de odaklanıyorlardı. Biz de bir anlamda bu grup içindeydik. 21. yüzyılın başında milli devlet modelinin zorlandığı, toplumsal gerginliklerin çoğaldığı, etnik çatışmaların arttığı bir dönemde, nasıl oluyordu da insanlar 19. Yüzyılda bu karmaşık, farklı dillerin, etnik kimliklerin, dini kimliklerin farklı kültürlerin olduğu şehirlerde bir arada, göreceli olarak barışçıl, ticaretin yükseldiği alanlar yaratmışlardı? Biz de bugünden bakarak biraz bu temalar üzerinde düşündük ve geriye dönüp bakmak istedik. Bu yollar yeni yollar değildi, bu şehirler ilk defa bağlanmıyordu birbirine. Bu çerçevede araştırmacıları bir araya getirerek liman kentlerini bağlayan bu yolların ortaya çıkmasını ve Akdeniz’in tarihsel olanaklılığını yeniden düşünmemizi amaçlayan bir atölye yapalım dedik. Konferans için yine bir liman ve ticaret kenti olan Beyrut’u seçtik. Elinizdeki kitap bu çalışmaya özel olarak davet ettiğimiz araştırmacıların makalelerinden ortaya çıktı.
 
Meltem Toksöz: Biray’ın anlattıklarına ekleyecek olursam; önümüzde Braudel’den çıkan ve ona eklemlenen Osmanlı tarihi çalışmaları içinde bir periferileşme sürecinin ana ögesi olarak liman kenti çalışmaları yapılıyordu ve bu bir gündem yaratmıştı. Tarihçiler arasında da şehir tarihçiliği gündemi vardı. Biz bu ikisinin birbirinden çok ayrı gittiğini öğrenciliğimizden bu yana gözlemliyorduk. İkimiz de teorik olarak baktığımız ve benzer eğitimlerden geldiğimiz için bu iki yolu birleştirmeye, tek tek şehirlerin tarihini ele alarak değil de başka bir gündemden bakmaya çalıştık. Berlin’e sadece liman kentleri değil liman kentleri ve ötesiyle ilgili çalışmalar sunmaya gitmiştik.
Örneğin benim daha önceki çalışmalarımdan olan Mersin konulu çalışmada Mersin bir liman kenti olarak aslında son noktaydı. Benim için asıl başlangıç tarımsal kapitalizmin hinterlandının oluşması ve bu birikimin liman kenti ile olan ilişkisiydi. Keza, Biray‘ın İzmir ile ilgili çalışması mevcut liman kentleri çalışmalarından farklılaşıyordu. İzmir’i bir liman kenti olarak ele alan değil; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçerken milli devlet sürecinde mekâna ve nüfusa dair bir çalışmaydı.
Dolayısıyla her ikimiz de liman kentleri üzerine diğer çalışmalarından ve bakış açılarından farklılaşıyorduk. Bu kitap da liman kentlerini aşmaya çalışan bir bakışın ürünü oldu. Kitapta liman kenti kavramını da aşan, hinterland veya port city yerine adına ‘’ticaret kenti’’ diyebileceğimiz yeni bir kavram ürettik. Ticaret kenti deniz kıyısında olmayan ama Akdeniz’in önemli bir parçası olan başka kentler de olduğunu düşünerek bu kitabı kurguladık.

Ulus devlet yereldeki kozmopolitliği yok etti

19. yüzyıl Akdeniz’inde yaşanan kozmopolitlik ile bugün çağımızın kozmopolitliğini karşılaştıracak olursak neler söylenebilir?

Biray Kolluoğlu: 19. yüzyıl kozmopolitliğinde ticaret kentlerine veya başka kentlere baktığımızda aslında bu kentler tamamen yerel kentlerdi. Yani köklerini, oradaki ilişkilere, ağlara, değerlere, dillere bağlamış yerlerdi. Örneğin İzmir’de konuşulan İtalyanca veya Fransızca ayrı bir İtalyanca, Fransızcaydı. Katolik inançlar çok İzmirliydi. Farklı gruplar İzmirlilikleri çerçevesinde bir arada durabiliyorlar ve yerele olan hakimiyetlerinden, buradaki bağlantı ve ilişkilerinin gücünden güçleniyorlardı denebilir. Bir anda yerellerine kapalı kentler bunlar. Tam da bu güçlü yerellik kozmopolitliği mümkün kılmaktaydı. Milli devlete geldiğimizde ise yerelliklerin çözülüp merkezileştirildiğini görüyoruz.  Yerellik bağının çözülmesi bugün 19. yüzyılda mümkün olduğu şekilde farklı grupların bir arada yaşamasını, kozmopolitliği imkânsız hale getirdi. Araya ulus devlet girdiğinde aradaki bağlar da kesilmiş oldu

Meltem Toksöz: Bugünkü kozmopolitlik ile 19. Yüzyıldaki kozmopolitliği çok bağdaştırmıyoruz. Biz kozmopolitliği yerele bağlıyoruz. Bugün ise kozmopolitlikten çok farklı bir şey anlıyoruz, ki bunu kitapta da örneklerle anlatmaya çalıştık.
19. yüzyıl kozmopolitliğine baktığımızda yereldeki bağlar olmasa yerelden Londra’ya veya Trieste gibi uluslararası merkezlere açılımlar olmayacaktı. Bugün ulus-devletteki kozmopolitlik tersten bir hareket, yani dünyadan ulus merkezine, ulus merkezinden yerele gidiyor. Oysa bizim kurgulamamızda yerelden çıkan ve devlet merkezini de aradaki bağlardan sadece bir tanesi yapan farklı bir kozmopolitlik söz konusu. Benim Mersin- Çukurova üzerine yaptığım çalışmada da bu yaklaşım vardı. Bu çerçevede uluslararası ortam, yerel ortam, merkezi ortam üçü eş zamanlı bir kozmopolitlik yaratıyordu. Tek başına ulus devlet veya tek başına kapitalist merkez olarak Avrupa ya da yerel değil, bu üçünün bir arada olması öne çıkıyor.

Tanzimat tarihçiliğine yani modern devletin kurulma sürecine bakacak olursak, ulus devlete benzer şekilde merkezi olarak bir yapı kurulur ve yerelde bu merkezin replikaları olur. Bu bağlamda Beyrut’a bakan biri Beyrut’ta küçük bir Osmanlı devleti replikasını görür ve İstanbul ve Beyrut ilişkisini kurar. Bu Tanzimat tarihçiliğinde hala geçerli bir görüştür. Bizim için ise, bu ilişki çok temel bir ilişki değildi. Yerellik çok önemliydi. Biz modern devleti hep merkezi algılamışızdır ancak 19. yüzyıla bakacak olursak merkezi devlet mekanizmalarının kurulması aslında yerel mekanizmalarla mümkün olmuştur. Modern devletin kurgusunun mutlaka ulus-devlet üzerinden olması gerekmiyor. Osmanlı’da da bu böyle değildir aslında. Osmanlı’nın ulus-devlete ne kadar hazırlanmış olduğu, hala Osmanlı tarihçiliği anlamında da önemli bir tartışma olmaya devam ediyor. Biz kitapta da bu bakış açısını yansıtmaya çalıştık. Kitap, bu anlamda bu teorik çerçeveyi yansıtan çalışmaları bir araya getiriyor. 16. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan tarihsel süreçte ticaret kentlerinin altyapısal ilişkilerinden, Akdeniz haritalarına uzanan farklı bakış açılarına yer veren makalelerden oluşuyor.

Bugünkü savaş ortamında Akdeniz her zamankinden daha önemli

Kitapta Edmund Burke III tarafından dile getirilen, büyük siyasal dönüşümlere, savaşlara ve yarattığı yıkımlara rağmen Akdeniz’in ‘’derin bir yapısal birliği’’ olduğu düşüncesinden hareketle soracak olursak, günümüzde yaşanan bu savaş ortamında Ortadoğu yeniden şekillenirken Akdeniz’de hala bir ‘’derin yapısal birlik’’ten söz edilebilir mi?
Biray Kolluoğlu: Akdeniz’de bugün ölüm yolları var. Akdeniz’deki o yolların tarih boyunca devam eden birbirine bağlılığı ve geçişkenliğinin engellememesi bugün de göç yollarıyla ortaya çıkıyor. Her ne kadar Avrupa kapılarını kapatsa da bizim kartografisini yaptığımız o yollar açık ve devam ediyor. Bugün tüyler ürpertici bir şekilde Akdeniz’in kıtalararası herhangi bir su olmadığını, kendisinin başlı başına bir alan olduğunu, Akdeniz kıyılarının birbirinden kopamadığını görüyoruz.
Meltem Toksöz: İçinde yaşadığımız dehşet bize zor gelir ama tarihçiler bilirler ki dehşet her zaman vardı. Akdeniz hiçbir zaman barış içinde olmadı, üzerinde pek çok savaşın ve trajedinin yaşandığı bir bölge oldu. Bugün yaşanan büyük bir trajediymiş gibi görünüyor çünkü buna yine ulus-devlet gözlüğünden bakıyoruz. Bugün göçün yolları aslında Akdeniz’i Atlantik’e bağlayan eski ticaret yolları. Dolayısıyla bugün Akdeniz’in varlığı daha da anlamlı. Akdeniz olmadan Atlantik olmuyor, hiçbir zaman da olmamıştı. Bugün yaşanan insanlık dramında da bunu görüyoruz.