22 Ekim 2016 Cumartesi

Kadın sorunlarını anlatan diziler artık rating yapmıyor; ekrana erkek hikâyeleri egemen oldu





Dünyada en çok televizyon izlenen ülkelerin başında Türkiye geliyor. Yapılan araştırmalara göre her gün yaklaşık 4-5 saatimizi televizyon karşısında geçiriyoruz. Geçtiğimiz yıl T.C. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü tarafından yayınlanan verilere göre Türkiye’deki yapım şirketleri her yıl 100’ün üzerinde yeni yapım üretiyor. Türkiye’de yapılan dizilerin bir bölümü ise aynı zamanda Ortadoğu, Balkanlar ve Latin Amerika ülkelerinde de izleyicilerle buluşuyor. Senaryosundan oyuncusuna, yönetmeninden kostümcüsüne çarpan etkisiyle on binlerce insan için önemli bir ekonomi yaratan diziler aynı zamanda kendi ‘fan’ kitlelerini de oluşturuyor.


Diziler son yıllarda akademik araştırmaların da konusu oluyor. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Nükhet Sirman, 2000’lerin başından bu yana ağırlıklı olarak bu alanda çalışan akademisyenlerden biri.

Sirman, geçtiğimiz aylarda  Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü tarafından düzenlenen ''Türkiye'de Yerli Diziler: Bir Temsil Sorunsalı'' başlıklı söyleşiye akademisyen Feyza Akınerdem ile birlikte katılarak, yerli dizilerdeki temsil sorunsalını masaya yatırdı.

Sirman ile bu alanda nasıl çalışmaya başladığını konuştuk ve diziler üzerinden değerlerin değişimini anlamaya çalıştık.

Dizilere dair akademik çalışma yapmaya ne zaman başladınız?

Nükhet Sirman : Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi'nde profesör olarak çalışan meslektaşım Ayşe Öncü sayesinde başladım. Ayşe Öncü, Bizimkiler dizisi üzerine beraber çalışmayı teklif etti ve ben de öyle başladım. Bizimkiler, 1989-2002 yılları arasında 13 yıl kesintisiz olarak yayınlanan, Türk televizyonculuk tarihinin en uzun süren dizisiydi. Zaman içerisinde, yine bu alanda çalışan Feyza Akınerdem'in Asmalı Konak dizisi üzerine yazdığı tezin danışmanı oldum. Akınerdem, daha sonra Londra King's College'da evlenme programları üzerine yazdığı doktora tezinde 90'lar ve 2000'lerde TRT'den bu yana değişen televizyon üzerinde önemli saptamalarda bulundu. Biz de dizileri bu dönüşüm içinde yorumlamaya çalışıyoruz.

Yaklaşık 10 yıl kadar edebiyat üzerinden Türkiye’deki toplumsal cinsiyet üzerine çalışmaktaydım. Bu çalışmayı Kınalı Yapıncak, Çalıkuşu, Yaprak Dökümü gibi televizyon dizisi yapılmış romanlar üzerinde de çalıştım. 1970’ler ve sonrasında Türkiye’de toplumun anlam dünyasını oluşturmak adına Yeşilçam çok önemliydi. Bu çerçevede romanlar üzerinden yaptığım çalışma, aşk kavramının yeni Türkiye'nin toplumsal cinsiyet rejimini nasıl şekillendirdiği ile ilgiliydi. Araştırmamda Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişi, çekirdek ailenin ortaya çıkışı üzerine çalıştığım için dizileri de bu çalışmanın bir devamı olarak okuyabiliyorum. Dolayısıyla bu konu ilgimi çeker oldu ve çalışmaya devam ettim.

Türkiye’de insanlar pek çok diziyi izliyorlar. İzleyici genellikle çok iyi bilmediği konularda çekilen dizileri, ki bir dönem çekilen Doğu dizileri ve son dönemde yapılan Osmanlı dizileri buna örnek gösterilebilir, daha büyük bir beğeniyle izleyebiliyor. Feyza yüksek lisans tezinde izleyicinin bildiği konuları gerçeğe uygun mu değil mi ölçütüne göre değerlendirdiğini gösteriyor. Bilmediği konulardaki dizilerin ise gerçeği yansıttığını varsayıyor.

Diziler, akademik çalışma açısından hangi bağlamda ilginizi çekiyor?
Bir dizi Türkiye hakkında ilginç bir şey söylüyorsa, anlatı tekniğinde farklı bir şeyler yapıyorsa ve özellikle toplumsal cinsiyet rollerinde bir bükülme yapıp stereotiplerin dışına çıkabiliyorsa ilgimi çekiyor.

Bu tanıma uyan bir örnek var mı?
‘’Poyraz Karayel’’ dizisini bu anlamda takip ediyorum. Feyza Akınerdem ile çalışırken ve bu konuda düşünürken bu dizinin Oğuz Atay ile metinlerarası bir köprü kurduğunu düşündük. Hatırlayacak olursak, dizide bir albay karakteri var. Bu bize biraz eski Türkiye’yi çağrıştırdı. Oğuz Atay’ın ‘’Tehlikeli Oyunlar’’ı üzerinden düşünmeye başladık. Oğuz Atay bu kitapta eski Türkiye’nin kültürel fukaralığına dayanamaz ve ‘’Eski Türkiye’ye yönelik modernist bir eleştiri yapar. Poyraz Karayel ise Yeni Türkiye’yi anlatırken Oğuz Atay’ı alt üst ediyor. Atay’ın metninde bir sahne vardır, bir de sahnenin dışında temsil edilenler vardır. Ancak sahnenin dışında olan o kadar kötü ve pespayedir ki, Atay bu yüzden aslında hiçbir gerçekliği olmayan ve sahnede sahneleneni gerçek olarak görmeyi tercih eder. Poyraz Karayel’de ise artık herkes sahnededir ve sahne dışında bir gerçeklik aranmaz. Atay'daki oyun ile gerçek arasındaki farklılık bu dizide tamamen yok olmuş gerçek artık oyunun ta kendisi olmuştur. Yine dizideki bir sahneden anlatacak olursam, Poyraz Karayel’deki mafya babası (Bahri Umman karakteri) günümüzdeki yeni kuşak mafya düzenini eleştirir. Ona göre eskiden düşman kimdir bellidir, lokantada düşmanını öldürür, arkasından helvasını dağıtırsın. Bu aslında eski Türkiye’dir. Oyun yok, strateji yok, kim daha akıllı rekabeti yok. Düşman yok edilir, nokta.

Diziler üzerine akademik çalışma yapmak hala biraz ayrıksı sayılıyor mu?
Genelde evet. Ben ders verirken öğrencilere bir şey anlatmak istediğimde ortak bir alan olarak dizilerden çok yararlanıyorum aslında. Zira günümüzde hayat o kadar parçalı oldu ki, artık bu ortak alanı bile bulmak çok zorlaştı. Öğrenciler Türkiye’de yapılan dizileri izlemekten imtina ediyorlar ve çoğunlukla Game of Thrones gibi dizileri tercih ediyorlar. Bu açından da ortak alanlar azalıyor.

Peki, sizce dizilerle toplum arasında nasıl bir ilişki var? Toplum mu dizileri etkiliyor, diziler mi belli bir yaşam biçimini mi empoze ediyor?
Buna tek bir cevap vermek mümkün değil, rating elbette çok önemli. Bildiğiniz gibi çok iyi dizi rating yüzünden gösterimden kaldırıldı. Buna en son ve en güzel örnek Hatırla Gönül. Burada Türkiye’de televizyonun seyredilme biçimleri üzerine düşünmekte fayda var sanıyorum.
Ancak şunu söylemek mümkün; kadın sorunlarına odaklanan dizilerin rating’i genellikle düşük oluyor. Ama erkeklikle ilgili diziler çok izleniyor. Karagül gibi bir diziden örnek verecek olursak, kötü olsalar bile, erkeklerin toplumda nasıl bir ağır yük taşıdığı anlatılıyor. Yine en çok izlenen diziler arasında Paramparça, Kırgın Çiçekler örnekler var. Bu dizileri insanlar acı çekerek, ağlayarak izliyorlar. Bunlar aslında içimizdeki acının bir temsili olarak izleniyor ve çok beğeniliyor. Dizilerde eskiden adalet arayışı öne çıkarken şimdi oyunlarla kimin daha iktidarlı, güçlü ve akıllı olduğunu gösteren diziler öne çıkıyor. Mafya temalı dizilerde de bu değişim görünüyor.

Öte yandan muhafazakâr değerlerin öne çıktığı bir Türkiye’den bahsedilirken mafya hikâyeleri, şiddet sahneleriyle giderek daha sertleşen diziler çıkıyor. Ya da muhafazakâr hayat tarzına aykırı bazı hikâyeler bile geniş kitlelerce beğeniyle seyrediliyor. Bu, çelişkili bir duruma işaret etmiyor mu?
Bir antropolog olarak konuşacaksam, gerçekten bir Fransız’mışız gibi bakıyoruz. Hepimiz bir anlamda Oğuz Atay’ız, hepimiz sahnenin gerisine bakıyoruz ve korkunç olduğunu düşünüyoruz. Hâlbuki daha muhafazakâr bir yerden bakan birinin çelişkileri görememesi için çok çeşitli nedenler olabilir. Onu biz çelişki diye tarif ediyoruz. Oysa başkaları başka türlü anlamlar, mantıklar ileri sürüp, başka biçimlerde yorumlayabilir. Mesela Kırgın Çiçekler ahlaki olarak daha korkunç bir dizi. Çok ekstrem şeyler gösteriyor sürekli olarak. Karagül’de de o dizideki gibi bir kötülük anlayışı var.
Bütün bu kötülüklerin gösterilmesinin ciddi bir etkisi var. İnsanı kendi içine dönmeye, “Aman biz iyiyiz” demeye itiyor. ATV’nin günlük programına bakarsanız haberlerle başlıyor, ardından Müge Anlı ekrana çıkıyor. Müge Anlı’nın programında olan her şey dizilerde olanlardan her an daha ağır. Akşam da bunların senaryolaştırılmış hali ekranlarda oluyor. Bunlar benim izlemediğim şeyler, hakkında çok da detaylı konuşamam. Araştırma yapmak için girdiğim evlerde bütün kadınlar bunlar izliyordu. Televizyonla kendisi arasındaki mesafeyi azaltan programlar bunlar. Ekranla izleyici arasında samimiyet kuruyor. Hikâyedeki detaylar izleyiciyi içine çekiyor ve seyirci yorumlarda bulunarak kendi bildiği gündelik hayatın normlarıyla bu detayları okuyarak bu durumdan zevk alıyor. Kendi bildikleri kötülükleri izlemek iyi geliyor insanlara. Ders almak açısından, hayatı anlamak açısından, şükretmek açısından veya empati kurmak açısından. Dolayısıyla bu programlarla kadınlar konuşuyor. Bazı programlar ise izleyiciyle mesafe kuruyor. Benim sevdiğim diziler mesafe kuran, bu ahlakı altından oymaya çalışan diziler. Poyraz Karayel, Kış Güneşi ve Hayat Şarkısı bunları yapıyor mesela.

Dizilerde örnek gösterilen tiplerin gerçek hayatta etkisini görebiliyor muyuz? Mesela Kiralık Aşk’taki uç giyim tarzı, upuzun topuklu ve mini şortlarla işe gidilmesi gerektiğini lanse eden bu durum günlük hayatı ne kadar etkiliyor?


Bence Türkiye’de herkes giyim konusunda birbirinden etkileniyor. Diziden etkilenmekle, komşudan etkilenmek arasında çok büyük bir fark yok. Magazin bizde çok fazla izleniyor, bu da düşünülebilir. Ben bunun tek başına dizilerin sebep olduğu bir durum olarak görmüyorum. Bu olayı kullanıyorlar diyebiliriz. Diziler de bir ürün oluyor bu noktada. Ne ev dekorasyonunda ne kıyafetlerde insanlar aslında kendine güvenmiyor. Kimse modanın dışında giyinmiyor. Dizilerin yarattığı bir şey değil bence. Diziyi izleyenlerin dizinin ana fikri dediğimiz şeyle çok ciddi olarak ilgisi olduğunu düşünüyorum. Şimdi böyle bir oyun –strateji dizileri geldi. Ben bu kısmıyla ilgileniyorum, bu Yeni Türkiye. Diziler oyunları yoktan üretmiyor, Türkiye böyle olduğu için ortaya bu tarz diziler çıkıyor. Çünkü dünyayı böyle anlıyorlar. Diziler aslında toplumun son döneminin kısmen bir yansıması oluyor. Daha önceleri soru “Oyunu kim yenecek?” değildi, “Adalet nedir?” etrafında diziler dönüyordu. Kara Para Aşk, Merhamet ve Poyraz Karayel’in ilk zamanlarında bu soru soruluyordu.

Çoğunlukla dizilerde
karakterleri boyutsuz görüyoruz. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Senaristlerin son dönem dizilerinde bunun üstüne çok gittiklerini düşünüyorum. Karakterlerin psikolojik derinliği üzerine ciddi anlamda çalışılıyor.