4 Eylül 2007 Salı

performans sanatçısı nezaket ekici: türkiye'de hayat güzel sanat yorucu


“Türkiye’de hayat güzel, sanat yorucu”


Almanya’da yaşayan Nezaket Ekici, kendini ve hayatla olan kavgasını bedeniyle dışa vuran bir performans sanatçısı. Kadın sorunundan kuş gribine toplumu ilgilendiren çok farklı konu ve temaları performanslarına taşıyan Nezaket Ekici, Türkiye’de sanat yapmanın yorucu bir iş olduğunu söylüyor. Ekici, Türkiye’de gerçekleştirmek istediği bazı performanslarında çeşitli yasaklarla karşılaşmış. Ayasofya’daki performansı için izin çıkmamış, davet edildiği Konya Selçuk Üniversitesi’nden gösterim izni alamamış. Türkiye’de sanat yapmak için savaşmak gerektiğini söyleyen Ekici ile Derya Yücel’in küratörlüğünde Kasa Galeri’de açılan ‘Kendi Başkalığında’ isimli sergisinde buluştuk.


Neden performans sanatı?

Performans bence çok dolaysız bir sanat dalı. Tutkularımı, arzularımı en yalın ve dürüst biçimde gösterebildiğim bir alan. İzleyici, performanslarımı izlediğinde benim varlığım, kendi varlığı, mekan/zaman gibi birbirinden farklı bir çok unsurla aynı anda iletişim kurmuş oluyor. Performans benim için olduğu kadar izleyici için de heyecanlı bir deneyim çünkü gerçekliği yaratırken, öncelikle o gerçekliğe ilişkin vizyonu, görüntüyü ortaya koymaya çalışıyorum.

Türkiye gibi erkek egemen bir toplumda vücuduyla sanat üretmek bir kadın sanatçı için ne ifade ediyor?

Çalışmalarımın bazılarında kadının toplumdaki rolüne dair göndermeler var ama üretimlerimin tümü yalnızca kadın kimliği üzerine değil. Bedenimle çalışırken amacım onu ön plana çıkarmak. Söylediğim gibi, tek başına kadın ya da erkek dünyası da ön planda değil işlerimde. Amacım, her iki kimliğe de ait daha insani bir yaklaşım getirebilmek. Bedenim bu anlamda sadece bir araç, bir enstrüman.

Bugüne kadar Türkiye’de yaptığınız işlerde izleyici ile nasıl bir ilişki kurdunuz? Nasıl tepkiler aldınız?

İstanbul ve Sinop’taki performanslarımda seyirci ile çok güçlü bir ilişki kurduğumu hissettim. Geçen yıl Beral Madra’nın küratörlüğünü üstlendiği Karşı Sanat’taki “Gözü Kara” isimli sergimde İstiklal Caddesi’ni boydan boya yürümüştüm. Üzerimde 600 nazar boncuğu olan yaklaşık 40 kilo ağırlığında bir elbise vardı. Bu performansla İstiklal Caddesi’ne “nazar değmesin” duygusunu geçirmek istemiştim insanlara, onlar da bunu çok iyi algıladı. Kimisi dokunmak istedi, kimisi yanıma gelip ‘nazar değmesin’ diye iyi dilekte bulundu.

Melih Görgün’ün küratörü olduğu Sinop Bienali’nde Sinop cezaevinde kendimi saçlarımdan duvara asarak o mekanda yaşanan acıları yansıtmak istedim. Herkes çok etkilenmişti, ağlayanlar bile oldu. Unutulmaz bir deneyimdi.

Son olarak halen Sabancı Üniversitesi’nin Kasa Galerisi’nde, Derya Yücel’in küratörlüğünde sergilenmekte olan çalışmalarımda üç performans sundum. İlkinde kuş gribi sırasında yaşanan toplumsal korkuyu ‘Screamig Feathers’la anlattım. İnsanlar performansı izlerken galerinin o küçük odasında nefes almakta zorlandılar. Üçüncü odada gerçekleşen ‘Zeitgeist’ başlıklı performansımda ise izleyiciler galerinin içinde benimle birlikte koşmaya başladılar. Tüm bunlar benim için gerçekten önemli deneyimlerdi…

Yurtdışındaki performanslarınızla burada, Türkiye’deki işlerinizde izleyici tepkileri açısından ne gibi farklılıklar gözlüyorsunuz?

Performans sanatı yaklaşık 30 yıldır dünya üzerinde var olan bir anlatım ancak insanlar gerçekte ne olduğunu çok iyi bilmiyor. Sanırım, özellikle Türkiye için yeni bir kavram. Buna rağmen burada karşılaştığım insanlar meraklı ve ilgili. Performans sanatı Türkiye’de ne kadar bilinirlik kazanır, yaygınlaşırsa, eminim o kadar iyi anlaşılacak.

İnsanların bu sanatı izleme ve değerlendirme pratiği biraz zayıf… Size bir örnek vereyim: Kasa Galeri’de gerçekleştirdiğim ‘Daydream’ başlıklı performans aslında bir canlı yerleştirme. Bu performans, beden hareketinin tekrarı üzerine kurulu. Performansı baştan sona izleyen biri bedenimdeki, yüzümdeki ve düşüncelerimdeki değişimi kolayca görebilir ama bunu sabırla izlemek gerek. Bu aslında izleyici için bir çeşit eğitim gibi… Bu performansımda insanlar başta bir süre izlediler, sonra çıktılar… Demek istediğim, performansı anlamak için daha çok izleme pratiği kazanmak şart.

Yakın geçmişte örneğin Sinop Cezaevi’nde gerçekleştirdiğiniz performansta kadın mahkumların acısını gündeme getirmiştiniz. İşlerinizde siyasi mesajların yeri nedir? Sizce sanatçı politik olmalı mıdır?

Zaten sanatçı politik düşünceye sahip olan kişidir. İşlerimin çoğunda politika, kültür, sosyal konular var. Sinop Cezaevi’ndeki işim içerik olarak en politik çalışmalarımdan biridir. Bence sanatçı eğer bir mesaj verecekse sanatı bire bir araç olarak kullanmamalı. Sanatı yoluyla vermek istediği mesajını toplumun gözlerini açacak biçimde kurgulayıp, mesajını metaforik ya da ironik bir biçimde de aktarabilmeli.

Yaşamınızı yurtdışında sürdürmekten mutlu musunuz? Sanatçı özgürlüğü açısından Türkiye’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Almanya’da yaşamaktan hoşnutum. Tüm hayatım orada geçti. Türkiye’de yaşamak güzel ama zor özellikle, eğer politik bir içerik taşıyorsa öyle kolay kolay sanatınızı yapamıyorsunuz. Ama tüm bu sorunlara rağmen, her zaman bir ayağım İstanbul’da olsun istiyorum. Sonuçta çift kimliğimi sanatıma da taşıyorum ve iki kültürün karışımı olmak ifade araçlarımı zenginleştiriyor.

Kısa bir dönem İstanbul’da yaşadınız. Bu deneyim size neler kattı, neler öğretti?

Geçen yıl, çok yoğun ve yaratıcı bir altı ay geçirdim. Ancak projelerimi realize etmek tahmin ettiğimden zor oldu. İzinle r konusunda idari otoriteler ve bürokrasi ile sürekli savaştım. Örneğin Aya Sofya kubbesinde yapmak istediğim iş için altı ay boyunca izin almaya çalıştım ama olmadı. Ardından Konya Selçuk Üniversitesi’nde tatsız bir olay yaşadım. Beni davet etmelerine rağmen, işimin İslam ve Batı kültürü konulu olması nedeniyle engellendim. Amerika veya Avrupa’da ise bu tür yasaklarla çok fazla karşılaşmadım hiç. Sanırım bu ülkelerde insanlar çok daha açık görüşlü, Türkiye’ye geldiğimde sorunlarla çarpışmaktan yoruluyorum ama bir taraftan savaşmak beni daha güçlü kılıyor. Ve işimi gerçekleştirdiğim anda ne olursa olsun sözümü söylemiş olmak benim için önemli.

Yeni projeler?

Biri siyasi diğeri ise tamamen estetik iki ayrı projem var. Türk ve Alman eğitim sistemlerine ilişkin bir video enstalasyonu hazırlıyorum. Burada, başımdan aşağıya tüm vücuduma 40 litre kırmızı boya döküyorum. Kırmızı boya, andımız ve okullarda söylenen milli duyguları coşturan marşları sembolize ediyor. Diğer proje ise Gustav Klimt ve Egon Schiele gibi isimler üzerinden sanat tarihi konularına göndermelerimi içeren estetik bir çalışma olacak.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Nezaket, farklı gören farklı anlatan bir arkadaş.Onun için çok ihtiyacımız olan bir alandan sesleniyor.