25 Eylül 2007 Salı

Mutluluk üreten melankoli




Ali Cabbar, resimlerinde başrolü kendisine, yardımcı rolleri ise martılarla, İstanbul'a vermiş.
Yıllardır yurtdışında yaşayan grafik sanatçısı Ali Cabbar, sürgün hayatı yaşayıp, bir yere ait olamamaktan şikâyetçi değil: 'Melankoli ve yabancılaşma herkes için geçerli'


RADİKAL- 28/09/2005
DUYGU DURGUN (Arşivi)


İSTANBUL - Ali Cabbar, 17 yıldır 'mültecilik-göçmenlik-sürgün' üçgeni içinde yaşamını yurtdışında sürdüren bir sanatçı. Grafik sanatların çeşitli dallarındaki çalışmalarını uzun süredir yurtdışında sürdürüyor. Avustralya ve Belçika'da açtığı sergilerin yanı sıra, Wall Street Journal'ın Avrupa baskısına ve International Herald Tribune'e ilüstrasyonlar çiziyor. Cabbar ile 'Sürgünsel Varoluş' adı altında topladığı resimlerini konuştuk.


Cabbar sürgünlüğün melankolik boyutundan çok, bu sözcüğün dilimize yerleşmiş çağrışımları olan filiz vermeyi, yeşermeyi tercih ediyor. Bu nedenle sergisinde sürgünlüğün üzücü, acınası yönüne işaret etmektense bu melankolinin mutlulukla ilişkisini göstermeye çalışıyor adeta. 'Bir sürgün olarak sanatçının portresi' diye tanımlayabileceğimiz çalışmalarında başrolü kendisine yardımcı rolleri ise vapurlara, Kız Kulesi'ne ve martılara vermiş.


Sürgünde yaşattığınız İstanbul ile gerçek İstanbul ne kadar farklı?

Gideli 17 sene oldu, ben giderken İstanbul bozulmaya başlamıştı. Şimdi daha kötü diyemem, hatta yeşil alanlarıyla daha da güzelleştiğini söylemek mümkün. İstanbul'da müthiş bir gelişme var, bu bir yönüyle rahatsız edici. Zaten bu manzaradan rahatsız olanlar kendi kolonileri içinde yaşıyorlar.


Bu duygu hepimiz için son yıllarda daha mı çoğaldı sizce?

Siz, yurtdışından geldiğinizde kendinizi eve gelmiş gibi hissediyor musunuz? Aslında sürgünlük hali her yerde var. Bir gecekondu mahallesine gittiğinizde kendinizi yabancı hissediyorsanız bu da bir çeşit sürgünlüktür. Örneğin havaalanından şehir merkezine gelene kadar çok kötü hissediyorum, hele uçak inişe geçtiğinde o manzaradan nefret ediyorum. Türkiye'ye biraz da arkadaşlarım, ailem için gelmek zorundayım. Bu bağ olmasaydı belki daha az gelirdim. Ama tüm bu yönleriyle İstanbul benim bir parçam. Tıpkı elim, ayağım, kolum gibi. Öte yandan İstanbul'da dünyanın başka hiçbir kentinde olmayan müthiş bir canlılık ve çeşitlilik var. Ancak bu dinamizmin ne kadarı olumlu, ne kadarı tüketici bir dinamizm emin değilim. Sanki tüketici yönü daha fazla gibi.


Grafik dili sade, kurşun kalem darbeleri kadar yalın işleriniz var. Ancak bu işlerin tümünü bilgisayar kullanarak yapıyorsunuz?

Yaklaşık 15 yıldır bilgisayarda grafik yapmaya alıştığım için, artık fare benim kalemim oldu. Kalemle çizmeyi reddetmiyorum ama bu bir tercih meselesi. Bilgisayarda yapılan işler, bu teknoloji beni çok çekiyor. Ben grafiğin taş devrine de tanık oldum. Çalışma süreçleri oldukça zahmetliydi. Bu nedenle teknolojik gelişmeleri mesleğim açısından çok olumlu karşılıyorum ve severek kullanıyorum. Yine de bu işlerimde bilgisayarın sunduğu bazı teknik cambazlıkları reddederek teknolojiyi minimum oranda kullandım.


Yapıtlarınızın isimleri bir hikâyenin parçaları gibi. 'Yabancılaşma', 'Okyanusta Ada', 'Maskeli Sürgün'... Bu isimlerin anlattığı nedir?

Hepsi sürgün olmanın çeşitli halleri diyelim. Ayın hilal hali, dolunay hali gibi. Bu isimler, sürgün olmanın benim için ifade ettiği duygulardan yola çıkarak oluştu. Her insan zaman zaman kendini yabancılaşmış hisseder, melankoliye kapılır. Ama durum benim için üzücü değil. Sürgünlük sanıldığı gibi üzüntü duyulacak, acınılacak bir olay değil. Sürgünde garip, melankolik bir mutluluk var. Kendini bir yere ait hissedememe, yabancılaşma gibi duygular sürgünü bir anlamda hafifletiyor.

Hiç yorum yok: