5 Eylül 2007 Çarşamba

Hakan Akçura: Her kentin bir rengi var


Her kentin kendine özgü bir rengi var
Duygu Durgun'un Hakan Akçura'yla yaptığı, 13 Haziran 1996 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan röportajdan:




Habitat II Kent Zirvesi'nin gerçekleştirildiği Taşkışla Binası, kent-yaşam sorunlarının tartışıldığı bir forum olarak "dünyalı konuklarımız"a hizmet verdiği gibi, çeşitli sanat etkinliklerinin de yeraldığı bir sivil platforma dönüştü. Binanın uzun koridorları, Hakan Akçura'nın "Kentresimleri" başlıklı resim sergisine de evsahipliği yapıyor Habitat süresince. Akçura, sergisini, dünyanın çeşitli kentlerinin haritalarından yola çıkarak oluşturmuş. Geçen yüzyılın ortalarında "The Iconographic Encyclopedia of Science, Literature and Art" illüstrasyon ansiklopedisi için yapılmış olan 22 Avrupa kent planının gravür baskılarını çıkış noktası olarak kabul eden Akçura, bu haritaların kendisinde oluşturduğu "imaj"ları, renkleri yansıtıyor. Sanatçı, kentlerin kendine özgü bir rengi olduğunu veri kabul ederek düşgücünün ürünü isimlerle şekillendiriyor onları. Madrit bir kadına, Viyana bir baykuşa, Roma bir erkeğe, Amsterdam üzgün bir yarasaya, Berlin ise uçan bir fareye dönüşüyor resimlerdi... Peki ya İstanbul?"İstanbul birden fazla resmi, birden fazla rengi olan bir kent. 1983 yılında geldim İstanbul'a ama burada doğmuş hissediyorum kendimi. İlk kentlilik duygusunu İstanbul ile yaşadım. Kendini ele vermeyen, her şeyin dokusunun bulunabildiği, bir yanıyla sefilliğin, bir yanıyla zenginliğin inanılmaz boyutlarda yaşandığı bir kent" diyor Akçura. Sanatçının iki İstanbul'u var. Biri yoğun bir hengamenin, koşuşturmanın İstanbul'u. (Sanatçı bu yapıta "Arıcı" adını vermiş.) Diğeriyse, Asya ve Avrupa'nın birbirini belli bir uzaklıktan, dinginlikle izlediği İstanbul. (Ya da "Domuz ve küçük kız")Hakan Akçura, özgün olanı arayan her sanatçı gibi, bütün yaşam etkinliklerinden, çocukluk oyunlarından, bilmece bulmacalardan, hatta plan, kroki gibi bizden önce yaratılmış ön imajlardan yararlanıyor sergisinde. Kent planları, verili çizim ve görüntülerin içindeki resmi görmeyi sağladığı için daha kolay ulaşabildiği bir resim anlayışına götürüyor sanatçıyı. Akçura, İstanbul dışındaki kentlerin hiçbirini görmemiş. Ancak onun için önemli olan, o kentlerde yaşamış olan insanlara sorduğu "Sizce bu renk, o kentin rengi mi?" sorusuna "evet" yanıtını almak. "Her kentin özel bir ışığı var," diyor Akçura. "O kentte yaşanan her şeyin ve daha önemlisi kişinin kendisini o mekanda konumlandırdığı yer, kente bir renk veriyor. Kentlerin bendeki imajı, her ne kadar oralarda bulunmamış, yaşamamış olsam da, o kente dair bütün verilerden, oralarda yaşayan insanlardan, oraya gitmek veya gidememekten oluşuyor."Kent planlarının "verili imaj özellikleri"ni resme dönüştürerek üreten sanatçı, bu üretim sırasında resim sanatının geleneksel ve çağdaş referanslarını "belki de her bir resimde değişen ve diğerince desteklenmeyebilen bir biçimde" kullanıyor. Verili olan malzemeyi yeniden üretirken, geleneksel tekniklerden yararlandığını söyleyen Akçura, kurduğu konsepti, geleneksel sanatların tekniğiyle bağ kurmaktan vazgeçmeyerek bir "iş"e dönüştürüyor."Bu çok gerginlik verici bir şey. Çünkü insanlar, önce kendi geleneksel referanslarıyla yapıtla ilişki kurmaya kalktıklarında geriliyor. Çünkü yapıtın ardında bambaşka bir konseptle karşılaşıyorlar," diyen sanatçı, kendi orijinalliğini yaratırken rahat davranma özgürlüğüne sahip olduğunu düşünüyor. "Ben orijinal'i yapmıyorum. Çünkü bu benden asırlarca önce gerçekleştirilmiş. Sonuçta insanlar benim referanslarımdan hareketle, o kentle ya da kentlerle ilişki kurabilirler. Beni de bu referansların içine, seçkin bir yere değil, özdeşleşebilecekleri biri olarak yerleştirebilirler."

Hiç yorum yok: